Mart 29 08:48

Kuşkumuz; “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin” POST MODERN GENEL VALİLİĞE DÖNÜŞMESİNDİ!

Kuşkumuz; “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin” POST MODERN GENEL VALİLİĞE DÖNÜŞMESİNDİ!

Önce bir gerçeği vurgulayarak başlayalım. Türkiye'de parlamenter yönetimden Cumhurbaşkanlığı yönetimine geçilmesinin “sistem değişikliği” şeklinde sunulması ve öyle sanılması temelinden yanlıştır, yanıltıcıdır; halkımıza kof umutlar aşılayıcı bir yaklaşımdır. Maalesef Millî Gazete de aynı gaflete kapılmış ve böyle manşet atmıştı. Oysa Türkiye'deki batıl ve batılı sistem, faiz ve adaletsiz vergi temelinden zina serbestliğine, kumar ve bahis sektöründen ABD, AB ve NATO güdümüne, hukuk düzeninden ahlaki disiplinsizliğe aynen korunmakta ve yürürlükte bulunmaktadır. Değişen SİSTEM veya DÜZEN değil, sadece yöntem ve yönetme şekli olmaktadır. Bu hileli tavır; kendi sömürü düzenlerini ayakta tutmak için, halkı boş umutlar ve hoş kılıflarla avutmak üzere malum odakların yeri geldikçe başvurdukları bir aldatmacadır. Bu olsa olsa, küresel sömürü sistemine entegre (eklemleme) aşamasıdır. Zaten Sn. Erdoğan’ın ve yeni Bakanların, NATO zirvesine katılım hazırlıkları ise, küresel mahfillere görücüye çıkma ve beğenilerini kazanma heyecanını yansıtmaktaydı. Yani aslında yabancı marka bir arabaya, yeni şoför makamı ve teknolojik imkânları, yeni koltuklar ve aksesuar takımları eklemek ve değiştirmek ile yeni araba yaptık iddiası ve heyecanı tam bir saflıktır ve safsatadır. En çok sevinilen ve övünülen “Genelkurmay'ın yetkilerini kaldırdık, vesayet rejimini sonlandırdık..!” havaları ise, şayet TSK’nın kolunun bacağının budanmasına ve NATO'nun uyumlu ve güdümlü bir kanadı haline sokulmasına yarayacak sonuçlara yol açacaksa, bu da sistem değişikliği değil, devlet tahribi olacaktır. Yahu, gerçekten hayretler içindeyiz; aslında anayasal bir kurum olan YAŞ (Yüksek Askerî Şûra) ve Genel Kurmay Başkanlığı’nın görev ve yetki alanları, bir KHK ile nasıl kaldırılırdı? Hem de bu boşluğu dolduracak hiçbir düzenleme yapılmadan bu kararlar nasıl alınırdı ve bu kafayla ülkemiz nereye kaydırılmaktaydı? Ve hele AB’nin dayatmasıyla Genelkurmay Başkanı’nı Milli Savunma Bakanı’na bağlama hesapları hangi sonuçları doğuracaktı? Ve umarız ki, Aziz milletimiz, duyarlı kesimlerimiz, ilgili ve yetkili birimlerimiz de bu tehlikenin farkındaydı, gerekli ve yeterli tedbirleri alacaklardı.

Evet, sonunda “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” diye reklamı yapılan sürecin yeni kabinesi açıklanmıştı. Bazı kuşkularımıza ve kusurlu bulduğumuz taraflarına rağmen, dua ve temennimiz, inşaallah hayırlı sonuçlara vesile olmasıydı. Bakanların birçoğu aile yakınlarıydı. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, zaten şanslı damattı. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca gibileri de anlaşılan aile kontenjanıydı. Kimi ailenin özel hekimi, kimi özel müteahhidi, kimi özel otelcisi-tatilcisi, kimi özel fedaisi sayılırdı… ANAP’lı Bakanlardan Ekrem Pakdemirli’nin oğlu, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ve Spor Toto eski başkanı ve yeni Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu gibileri, küresel sermayenin ülkemizdeki sözde İslamcı şirketlerinin temsilcileri konumundalardı. Ve hele Mehmet Kasapoğlu, TRT spor kanalındaki bir programda “Bahis sektörüyle (yani Loto, Toto, Piyango gibi kumar gelirlerini yaygınlaştırmak ve bunlara ilgiyi artırmak suretiyle) Türk sporunu kalkındıracaklarını” vurgulamıştı. FETÖ’den tutuklu Prof. Mehmet Pakdemirli’nin kardeşi ve Kanada merkezli, Siyonist sermayenin McCain Food(patates cipsi ağırlıklı endüstriyel hazır gıda) şirketinin Ortadoğu temsilcisi olan, ziraat ve tarımdan zerre kadar anlamayan Bekir Pakdemirli’nin bu Bakanlığa getirilmesi, Türk tarımını öldürmeyi ve aziz Milletimizi çağdaş köleler haline getirmeyi arzulayan-kurgulayan Şeytani odakların bir talebi ve talimatı olmasındı!?

Örneğin: Ziya Selçuk’un 2013 yılında Gazeteci Tuğba Tekerek’le yaptığı bir röportajda: “Ateist ve Darwinist ahlakın ortak payda yapılmasını” savunduğu ortaya çıkmıştı.

Sn. Ziya Selçuk, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sıkça gündeme taşıdığı ve önemseyip vurguladığı “Dindar nesil yetiştirme”yi yararsız ve imkânsız bulmaktadır.

“Ben dindar olmayı bu ülkenin ortak paydası olarak görmüyorum. Bu ülkede bazılarının: ‘Ben dindar değilim’ dediğini biliyorum. Bunun yerine insanların ortak paydası ile ilgili bir arayışa girmek lazım ki, bu da ahlak anlayışıdır. Ateistin de Budist’in de Hıristiyan’ın da Müslüman’ın da herkesin bir ahlak telakkisi vardır ve bu evrensel bir temel oluşturacaktır” ve yine o röportajda “Kemalizm’e dönüş yapılması” çağrısında bulunmuşlardı.

“Türkiye'de eğitim sistemi donmamış kalıplaşmamış olsaydı, Türkiye Atatürk dönemindeki eğitim-öğretim ilişkisini geliştirirdi. Örneğin o dönemde Köy Enstitüleri sahici bir eğitim iradesinin göstergesiydi. Ama bu eğitim üretim ilişkisinin Atatürk'ten sonra çok zayıfladığı acı bir gerçektir. Eğer darbeler olmasaydı, Türkiye daha demokratik bir ortamı bulabilseydi, eğitimin kalitesi de yükselirdi.”

Bu kabinenin, bir ekonomik ve siyasi kriz habercisi olduğunu konuşup yazanlar, inşaallah yanılmış olurlardı.

Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman, Türkiye ekonomisiyle ilgili ilginç açıklamalar yapmıştı. Adeta felaket tellallığına soyunan iktisatçı “Türkiye ekonomisinin çok kırılgan bir zemine kaydığını ve Asya krizine benzer bir kriz yaşanacağını”uyarmıştı. Twitter'da Türkiye ekonomisini değerlendiren Krugman, takipçilerine "Türkiye 1997-98 dönemi Asya tipi finansal kriz riski taşıyor mu" diye sorup, bunu"Rakamlara göre evet" diye yanıtlamıştı. Dünya Bankası rakamlarına göre Türkiye'nin dış borç stokunun, ülkenin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'sının (GSYH) yüzde 48'ine ve toplam ihracatının yaklaşık iki katına denk düştüğünü vurgulayan iktisatçı, bu borç yükünün büyük ölçüde özel sektörün üzerinde olduğunu ve bu durumun 1996'da Endonezya'da yaşananlarla benzeştiğini hatırlatmıştı.

Bunların yanında Yeni Kabinede, Kurumlar ve yeni oluşumlar arasındaki dengeleri gözetecek, Milli çıkarlar konusunda hassasiyet gösterecek, dış güdüme ve devleti zaafa uğratacak girişimlere karşı direnecek bazı isimler de vardı. Bizi yanıltmayan ve tahminimizi doğru çıkaran ki, -keşke yanılsaydık- isim ise Sn. Mevlüt Çavuşoğlu'nun Dışişleri koltuğunu korumasıydı. Çünkü o; ABD, İsrail ve AB'nin güvendiği ve sahiplendiği bir insandı. Hatta Serdar Turgut bile (10.07.2018) Habertürk’deki yazısında “Washington’daki etkin ve yetkin çevrelerin kendisine ‘İnşallah İbrahim kalın Dışişleri Bakanı yapılmaz!’” dediklerini aktarmıştı. Siyaset ve strateji dilinde bunun anlamı: “Mevlüt Çavuşoğlu mutlaka yerinde kalmalıdır” şeklinde yorumlanırdı.

Fuat Oktay sürprizi Abdulkadir Selvi’yi bile şaşırtmıştı!

“Cumhurbaşkanı'nın tek yardımcısı olacağı ve eski Başbakanlık Müsteşarı Fuat Oktay'ın Cumhurbaşkanı yardımcısı yapılacağı kulağına fısıldandığında”şaşırdığını açıklamıştı. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın Millî Savunma Bakanlığı'na getirilmesini sürpriz saymıştı. Hatta Enerji Bakanı Berat Albayrak'ın kabinede kalmasına ve ekonomi yönetiminin başına oturtulmasını da hayretle karşılamıştı. Özel sektörden gelen Bakanlar da onu şaşırtmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uzun süredir yakınında olan başdanışmanı Mustafa Varank’ın Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'na getirilmesini ve Bakan olması beklenen İbrahim Kalın'ın eski görevine devam etmesinin tercih edilmesini de sürpriz saymıştı.

Bu arada Bakan ve Başkan Yardımcısı olacağına kesin gözüyle bakılan Ömer Çelik, İbrahim Kalın, Ethem Sancak ve Mehmet Şimşek gibilerinin, yeni süreçte etkin konumda ve belki de yeni oluşturulan kurumların başında olacakları da unutulmamalıydı.

Yeni Şafak Gazetesi yazarı İbrahim Karagül, 09 Temmuz 2018 tarihli yazısında, henüz yeni Bakanlar Kurulu açıklanmamışken, o şunları yazmıştı:

“Tereddütsüz yola çıkıyoruz. Kendinizi Türkiye’ye ayarlayın. Bugün açıklanacak kabinenin tamamı iyidir, öyle bileceğiz… Devletin merkez iktidar alanını güçlendiren, yepyeni bir kuruluşun temellerini atan, geleceğe dönük çok güçlü bir sistem inşasını uygulamaya sokan, bugüne kadarki bütün siyasi ezberleri bozan, iç iktidar aygıtlarını kökten değiştiren, geleneksel siyasi söylem ve cepheleşmeyi devre dışı bırakan, vatan-devlet-millet eksenli yeni yükseliş tarihi başlatan bir Türkiye var artık.”

Bu satırlar: “Açıklanacak Bakanların ve Başkan Yardımcılarının, geçmişine, kişiliğine, özel ve şaibeli ilişkilerine, karakter ve kabiliyet özelliklerine bakmadan, peşinen sahip çıkın ve alkışlayın… Madem Sn. Erdoğan atamış, ötesine aldırmayın…” anlamını taşımaktaydı ve aslında yandaş ve yalaka takımının tavrını ve tarzını yansıtmaktaydı. Oysa yeni Bakan ve Başkan Yardımcısı olabilecekleri konuşulan kişilerin bazılarıyla ilgili hafızamızda canlananlar bize umut aşılamaktan çok uzaktı. Dostlarımız bilirler, biz yazılarımızı halâ kalemle hazırlarız; bu nedenle siteye ulaştırılması biraz zaman almaktaydı.

Kuşkumuz; “Başkanlık” yönteminin postmodern “Genel Valiliğe” dönüşme riski taşımasıydı.

Siyonist Yahudi sermayedar Rothschild’lerin güdümündeki Haçlı-Emperyalist İngiltere’nin ve tabi diğer Avrupa ülkelerinin ve ABD'nin, savaşla ve zorla işgal ettikleri Asya, Afrika ve Avustralya ülkelerinde kurdukları sömürge devletlerinin başına birer askeri komutan atayarak buraları ekonomik ve siyasi çıkarları ve Batılı kültür politikaları doğrultusunda yönetmeye başlamışlardı. Ancak yabancı bir komutanın güdümünde olmayı hazmedemeyen halkları yatıştırmak için bu sefer dış güçler bu ülkelere; "Genel Vali" statüsünde yabancı sivil diplomatlar atamaya başlamışlardı. Zamanla ve dini-milli duyarlılıkların artmasıyla bu sefer, sözde demokratik ve özgür seçimler yoluyla, ama aslında kendi adamları olarak uyarlayıp ayarladıkları, ama o ülke halkından olup güya onların haklarını savunan kiralık-münafıkları "kahraman kurtarıcı" rolüyle parlatıp işbaşına taşımayı daha uygun ve uyutucu bulmuşlardı. Böylece "Postmodern Genel Valilik" dönemi ve düzeni de ortaya çıkmıştı.

Yani "Genel Vali" aslında sömürge valisi kavramının siyasi makyaja uğramış kavramsal hali olmaktadır. Bugün halâ Britanya'ya bağlı bulunan Avustralya ve Yeni Zelanda gibi denizaşırı ülkelerin, Kraliçe Elizabeth'in daha doğrusu Yahudi Rothschildlerin genel valilerince yönetildiği unutulmamalıydı. Şimdi Türkiye'mizde yaşanan o bütün atışmalar, tartışmalar, dindar kahraman rolüyle "Dünya beşten büyüktür!" çıkışları, kendi halkımızı avutup oyalamaya ve "oy"larını alıp bu gizli "Genel Valilik" sistemini onaylatıp meşruiyet kazandırmaya yönelik olmasındı!?

Herkesin bildiği İngiltere; İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler'i kapsayan bir ülke konumundaydı. Bu ülkede yaşayan insanlar "British" olarak anlatılırdı. Daha önce AB üyesi olan bu ülke, referandumun ardından AB'den ayrılmıştı. Ama İngiltere ile "Birleşik Krallık" farklı kavramlardı. Sitelerde gördüğünüz bayrak İngiliz değil; Birleşik Krallık bayrağıydı. Ayrıca Birleşik Krallık'ın yönetimi anayasal monarşi olmaktaydı. Yani ülkede parlamenter sistemin yanında bir Kraliyet olgusu vardı ve kraliyet Siyonist Rothschildlerin kuşatması altındaydı. Birleşik Krallık'ta yapılan AB referandumunun ardından sömürge ülke halkları da, AB'den ayrılma kararı almıştı. Herkes sorup durmaktaydı; AB'den ayrılan İngiltere miydi, Büyük Britanya mıydı, yoksa Birleşik Krallık mıydı?

İngiliz Milletler Topluluğu üyesi ülkeler olan Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda Genel Valilikle yönetilir durumdaydı ve aralarında vize rejimi zaten en liberal şekilde uygulanmaktaydı. Bir Kanadalı İngiltere'ye ya da Avustralya'ya en az altı ay kalabilecek bir şekilde vizesiz gidebiliyordu. Örneğin Kanada Genel Valisi, İngilizce: Governor General of Canada; Birleşik Krallığa bağlı Commonwealth bölgesi hükümdarının Kanada'daki temsilcisi konumundaydı. Genel vali, hükümdar tarafından başbakanın tavsiyesiyle seçilmekte ve hükümdarın yetkilerinin hemen hemen tamamını kullanma yetkisine sahip bulunmaktaydı. Mevcut genel vali 1 Ekim 2010 tarihinden bu yana David Lloyd Johnston'dı.

Hatırlayınız, Avustralya Genel Valisi Cosgrove Ankara'da ağırlanmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan, Cosgrove ve eşi Lynne Cosgrove'u sarayın ana giriş kapısında karşılamıştı. Erdoğan ve Cosgrove'ın tören alanındaki yerlerini almasının ardından, 21 pare top atışı eşliğinde iki ülkenin milli marşları çalınmıştı. Cosgrove, Muhafız Alayı Tören Kıtasını denetledikten sonra Türkçe "Merhaba asker" diyerek tören kıtasını selamlamıştı. Aslında Cosgrove, Avustralya'nın değil Birleşik Krallığın temsilcisi olarak Ankara'daydı.

Şimdi geliniz yeni BAŞKANLIK KABİNESİNE gireceği konuşulan bazı isimlere bir göz atalım…

Ömer Çelik’i hangi özellikleriyle Başkan Yardımcılığı makamına layık bulmuş ve gündeme taşımışlardı? Oysa, Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi sevdasını kutsal aşka ve yaşamsal ihtiyaca dönüştüren bu şahısla alakalı, 10 Eylül 2004 tarihinde, ABD Ankara büyükelçiliğinden Washington'a bir Kripto (gizli ve özel bilgi notu) gönderildiği ortaya çıkmıştı.

"İktidardaki AK Parti'nin ikiyüzlü yemini: zinayı ve evlilik dışı ilişki kurmayı yeniden suç kapsamına alma girişimi" başlıklı belgeyi dönemin ABD Büyükelçisi olan ve Erdoğan'ı Erbakan'dan koparıp parlatanlardan birisi sayılan, Siyonist Yahudi diplomat ve stratejist Eric Edelman hazırlamıştı. Bu belgenin özet bölümünde Eric Edelman, zina yasasını geri getirme niyetini açıklayan AKP’nin durumunu şöyle anlatmaktaydı:

"(...) İktidardaki AK Parti’nin (AKP) zina ve evlilik dışı ilişkiyi yeniden suç kapsamına alma girişimi, AKP’nin AB değerlerine bağlılığı ve parti önderliğinin İslamcı köklerinden uzaklaşma başarısı konusunda ciddi soru işaretleri yaratmaktadır, bu nedenle gerekli tedbirler alınmalıdır!.."

ABD Büyükelçisi Eric Edelman işte tam da bu noktada, neden “ikiyüzlü” tabirini kullandığını şöyle açıklamıştı. Kriptodan aktaralım:

“(...) Siyasi yelpazenin farklı renklerinden (AKP içinden ve diğer partilerden) birçok bağlantımız; eğer bu girişim (zinayı tekrar suç kapsamına alma gayreti) başarılı olursa, (...) Erdoğan’ın dış politika danışmanı Ömer Çelik’in (Rus hayat kadınları ile ilişkileri), adli kovuşturmaya maruz kalabilecek pek çok AKP’li yetkili arasında olacağını açıkça belirtti (...)”

Yanlış okumadınız. Evet, AKP’nin önemli isimlerinden Ömer Çelik’in Rus kadınlarla özel ilişkilerine dair iddialar, ABD büyükelçisinin ajandasında yer almıştı. Ve Çelik'in dışında diğer AKP'li politikacıların da Büyükelçi'nin ifadesiyle bu “ikiyüzlü” durumu isim isim kriptolara yansımıştı. Dahası, bu özel hayat iddiaları, “Onların aleyhinde şantaj unsuru olarak kullanılmak üzere” Washington’a yollanmıştı. Biz bu iddiaları özellikle araştırdığımız halde ABD yetkililerinden gelen hiçbir yalanlamaya da rastlanmamıştı. Aslında Eric Edelman’a, bu ithamların asılsız olduğunu bizzat muhatapları ve resmi yollarla hatırlatmaları ve toplumu da rahatlandırmaları lazımdı.

Emine Erdoğan’dan “cinsel kabahat baskısı” ve perde arkası?

"Mahrem / Gizli Belgelerde Türkiye’nin Sırları" adlı kitapta AKP’lilerin özel hayatlarının ABD’nin radarında olmasına dair başka belgeler de vardı. Örneğin Büyükelçi Eric Edelman 17 Eylül 2004’te daha da sert bir kripto kaleme almışlardı. Washington’a gönderilen kriptonun başlığı ise çarpıcıydı: “İktidardaki Ak Parti Siyasi Geleceğini ve AB Adaylığını Zora Sokmaktadır: Seks, İkiyüzlülük ve Zafer Sarhoşluğu!”

Büyükelçi Edelman AKP’nin zina yasasını geri getirmeye yönelmesindeki nedenleri, AKP’lilerin özel hayatlarına girerek ve dahası istihbarat kaynaklarından birini deşifre ederek açıklamaya çalışmıştı:

"(...) Erdoğan’a ve eşi Emine’ye en kolay erişebilen Türk gazeteci Akşam gazetesinin Ankara temsilcisi Nuray Başaran’ın 17 Eylül’de bize bildirdiğine göre; kocasının partiyle ilişkili kararları üzerinde güçlü bir etkisi bulunan Emine, (...) Erdoğan’ın dış politika danışmanı Ömer Çelik’in cinsel kabahatlerine karşı harekete geçmesi için kocasına aralıksız baskı yapıyormuş. (…)”[1]

Şimdi sormak lazımdı:

1- AKP'nin, AB kriterlerine ve ev ödevindeki gayretlerine kesinlikle bağlı kalması gerektiği, ABD'yi ve Siyonist merkezleri niye bu denli ilgilendirmekteydi?

2- Biliyorsunuz sözde dindar kahraman AKP iktidarı ve Erdoğan, AB uyum yasaları ve ödev sorumlulukları istikametinde zinayı suç olmaktan çıkarmışlardı… Ama halkın havasını almak ve ucuz kahramanlık taslamak için ara sıra "bu düzenlemeyi kaldıracakları ve zinayı yeniden suç kapsamına alacakları" konusunda çıkışlar yapılmış, ama hepsi de fos çıkmıştı. Yoksa Erdoğan ve iktidarı ahlaki ve ailevi yapımızı tahrip eden zina serbestliği gibi konularda bizzat ABD'nin baskısıyla mı hareket etmekteydi?

3- Nedense halâ bekâr yaşayan Ömer Çelik, acaba, iddia edildiği gibi, Rus kadınlara yatkınlığı ve AB-ABD kriterlerine (ve Siyonist merkezlere) tam bağlılığı yüzünden mi AB Bakanı seçilmiş de bu göreve getirilmişti? Yukarıda belirttik, bu iddialar asılsız ise, bizzat kendileri Eric Edelman’ın üzerine niye gitmemişlerdi?

4- Ve hele, Edalman'ın yazdıklarına göre; Sn. Emine Erdoğan'ın, Ömer Çelik'in cinsel kabahatlerine karşı, kocasına önlem almak için baskı yapması; AKP üst düzey kadrolarını ahlaki zafiyetlerinden kurtarma amaçlı mıydı? Eğer böyle ise "zinanın suç olmaktan çıkarılması" konusunda niye hiçbir duyarlılığına rastlanmamıştı? Yoksa daha başka nedenler mi vardı? Bir Cumhurbaşkanı eşinin bu denli mahrem ayrıntılarla ilgilenmesi nasıl izah edilecekti?

5- Madem şehvet bağımlılığı ve ahlaki zaafları bu denli biliniyor ve huzursuzluk veriyordu da, Ömer Çelik'in AB Bakanlığı'ndan alınıp daha etkili ve yetkili bir konuma taşınması hangi mantık ve mecburiyet gereği idi?

Ve zaten daha önce, bir gazeteci kadınla telefonda yaptıkları “Eş değiştirmeli seks partileri” muhabbetleri basına yansıyan ve asla yalanlanmayan ve Şamil Tayyar tarafından da gündeme taşınan, hatta bazı Ergenekon davalarına delil olarak sunulan, meşhur milliyetçi şahsı, aynı AKP tutup Başbakan Yardımcısı bile yapmışlardı. Şimdi uçkur manyağı Müslüm Gündüz'ün bunları kutsayıp alkışlamasını gayet doğal karşılamak lazımdı. Çünkü madenleri de meziyetleri de aynıydı. Bu arada Erdoğan Başkan seçildi, Kemalizm devrildi” diye şarlatanlık yapan Müslüm Gündüz’e ve onun hezeyanlarından dört köşe olan Akit TV densizlerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Meclis’teki yemin töreninin ardından Anıtkabir'e giderek, Atatürk'ün mozolesine çelenk bırakıp saygı duruşunda bulunmasını hatırlatmak ve Sn. Erdoğan'ın Anıtkabir özel defterine yazdıklarını okutmak lazımdı:

"Aziz Atatürk, Türkiye 24 Haziran 2018 tarihinde iki önemli seçimi başarıyla tamamladı. Yeni yönetim sistemimize göre seçilen ilk Cumhurbaşkanlığı görevine şahsımı layık gören milletimiz, TBMM'nin 27'inci dönem milletvekillerini de belirledi. Cumhuriyetimizin ve demokrasimizin bu önemli dönüm noktasında 12'inci Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin Birinci Cumhurbaşkanı olarak milletimizin birliğini ve kardeşliğini güçlendirmeye, ülkemizi büyütmeye ve devletimizi yüceltmeye devam edeceğimize bir kez daha söz veriyoruz. Zatıâlinizin ve arkadaşlarınızın kurduğu gelecek nesillerin bize emaneti olan Cumhuriyeti, 100'üncü kuruluş yıl dönümünde, hedefleriyle buluşturmakta kararlıyız. Allah bizleri mahcup etmesin, ruhun şad olsun."

Nail Olpak, hangi özellikleriyle öne çıkarılmıştı?

1961 yılında Burdur İbecik'te doğan Nail Olpak, İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi’ni bitirdikten sonra iş hayatına Umar Makina A.Ş.'de başlamış, Özgün A.Ş.'de Fabrika Müdür Yardımcılığından sonra, Cankurtaran Holding şirketlerinden Esem Elektrik A.Ş.'de Proje Müdürü olarak çalışmıştı. Holdingin muhtelif kademelerinde üst düzey yöneticilik yapmış, son olarak Cankurtaran Holding Başkan Yardımcılığı görevine taşınmıştı.

Nail Olpak'ın, halen aşağıdaki görevleri bulunmaktadır.

DEİK, Dış Ekonomik İşler Kurulu, Yönetim Kurulu Başkanı

DEİK, Dış Ekonomik İşler Kurulu, İcra Kurulu Başkanı

DTİK, Dünya Türk İş Konseyi Başkanı

TURK EXIMBANK, Türkiye İhracat Kredi Bankası A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi

İSTKA, İstanbul Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulu Üyesi

YOİKK, Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu Üyesi

Bilişim Vadisi (Muallimköy Teknoloji Bölgesi A.Ş) Yönetim Kurulu Üyesi

Türk Japon Üniversitesi Kurucu Heyeti Üyesi

MÜSİAD, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği Yüksek İstişare Heyeti Üyesi olmaktadır.

Nail Olpak, MÜSİAD (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği) 5. dönem Genel Başkanlığı ve MÜSİAD Yüksek İstişare Heyeti Başkanlığı yapmıştı. IBF (Uluslararası İş Forumu) Başkan Vekili, B20 Türkiye Yürütme Kurulu Üyesi, İTO (İstanbul Ticaret Odası) Meclis Üyesi, İDTM (İstanbul Dünya Ticaret Merkezi) Yönetim Kurulu Üyesi olarak da çalışmıştı.

Yukarıda geçen DEİK (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) olmaktaydı. İngilizcesi: Foreign Economic Relations Board şeklinde yazılmaktaydı. ABD'deki Siyonist merkez CFR (Dış İlişkiler Konseyi) ile bu DEİK'in özel irtibatları yazılıp konuşulmaktaydı. Hatta bir ara Rahmi Koç, dönemin Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül'ün ve Başbakan Sn. Recep T. Erdoğan'ın özel destekleriyle "Türkiye CFR'si" sayılacak bir oluşumu resmen kurduklarını açıklamıştı.

İbrahim Kalın'ın gizlenen irtibatları!

1971 senesinde İstanbul'da doğan İbrahim Kalın, aslen Erzurumlu olup, Alanya Lisesi'ni bitirdikten sonra, 1992 senesinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezun olmuştur. Malezya'da İslam Üniversitesi'nde yüksek lisans yapmıştır. Doktorasını ise ABD'deki George Washington Üniversitesi'nde 1996 yılında yapmıştır. Amerika'daki öğrencilik yıllarında fotoğrafçılıkla ilgilenen Kalın’ın, bir müzik grubunda bağlama çalıp, ney üflediği konuşulmaktadır. Felsefe, İslam düşüncesi ve uluslararası ilişkiler alanlarında uzmanlaşan İbrahim Kalın, College of the Holy Cross, Georgetown Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi'nde ders anlatmıştır. Ayrıca İslam felsefesi ile ilgili yayınlanmış İngilizce makaleleri vardır. 1998 senesinde Fransa'da dil eğitimi almış ve Kanada, Fransa, İngiltere, İsviçre, Ürdün, İran, Pakistan, İsrail, Bosna, Makedonya ve Hırvatistan gibi ülkelerde uluslararası konferanslara katılmıştır. Burada İsrail'e çağrılması ve ağırlanması üzerinde özellikle ve titizlikle durulması lazımdır.

Kalın, 2005-2009 yılları arasında SETA Vakfı'nın kurucu başkanlığını yapmıştır. 2009 senesinde dış politikadan sorumlu Başbakan Başdanışmanlığına atanmıştır. 16 Nisan 2011 tarihinde Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyeliğine atanmıştır. Kamu Diplomasisi Koordinatörü iken 2 Ağustos 2012 tarihinde Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı görevine taşınmıştır. 2014 yılına gelindiğinde Kalın, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan tarafından Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü olarak atanmıştır. İbrahim Kalın: "Kürt kavramının etnik bir köken olarak yeni anayasaya girmesi gerektiğini"savunmaktadır. Yeni anayasa ile nelerin değiştirilmek istendiğini Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın El Cezire Arapça’da anlatırken, yeni anayasada etnik köken tanımlamaların yer alması gerektiğini vurgulamıştır. İbrahim Kalın, "Sivil, demokratik bir anayasa" sözüyle Türk Milleti kavramının kaldırılacağını da açıklamıştır.

İbrahim Kalın'ın "Gölge CIA" elemanlığı

Wikileaks’in sızdırdığı “Gölge CIA” lakaplı özel Amerikan istihbarat kuruluşu Stratfor’a ait belgelerde İbrahim Kalın’ın Stratfor’un Türkiye kaynaklarından biri olduğu ortaya çıkmıştır. Stratfor’un Türkiye uzmanı Reva Bhalla'nın 10 Mart 2010'da Başbakanlık ofisinde Kalın’la buluştuğu, Stratfor Direktörü George Friedman'ın Kalın'a "Gülen Hareketi ile aramızı düzeltmemize yardım et" çağrısında bulunduğu ve Kalın’ın bu isteği hemen yerine getirdiği gibi onlarca bilgi Wikileaks tarafından dünyaya aktarılmıştır. 31 Mayıs 2010 tarihinde Stratfor Direktörü Friedman eşiyle istihbarat toplama gezisi için Türkiye’ye uğramıştır. Çifti İstanbul’da gezdiren aracı ve şoförü sağlayan ise, İbrahim Kalın'dır!“Acaba, bu araç ve şoför Başbakanlık’a mı aitti” sorusu ise halâ yanıtsızdır.

İbrahim Kalın, Türkiye’de Stratfor lehine haber yaptıran ve bunu kuruma aktaran insandır. Stratfor’daki e-postasını okuyalım: "Sevgili George ve Kamran, Bazı medya kuruluşlarına Stratfor'un Türkiye ve Balkanlar hakkındaki raporunu haber yapmalarını söyledim ve ürettikleri haberlerin linklerini aşağıda gönderiyorum. İbrahim." İşte bundandır ki Friedman, 14 Eylül 2010 tarihli e-postasında "Bu adam büyük bir kaynak... Bu adamla kurduğum ilişki ve yaptığım görüşme kesinlikle gizli kalmalıdır" diye etrafını uyarmıştır.

İbrahim Kalın Georgetown Üniversitesi ile ilişkisini ise saklamamıştır. ABD’deki Siyonist Yahudi güdümlü bu ünlü üniversiteye FETÖ Cemaati de büyük paralar akıtmıştır. Üniversitenin 2009 yılında hazırladığı “en etkili 500 Müslüman” listesine Fetullah Gülen 13. sırada yazılmıştır. Bu listeyi hazırlayan iki kişiden biri de İbrahim Kalın'dır. Listeye kendi adını sokmayı da başarmıştır. Erdoğan-Cemaat savaşı patlayınca Kalın uzun süre yazarlığını yaptığı Cemaat’in gazetesi Today’s Zaman’daki köşesinden ayrılmıştır. Evet, İbrahim Kalın kökeni ve kimliği malum işadamı Abdullah Tivnikli’ye, büyük kızı Rumeysa’nın Bilkent Üniversitesi’ndeki okul taksitini ödetmekten de sakınmamıştır.[2]

Ticaret Bakanlığı için konuşulan Ethem Sancak’ın aslı ve ayarı!

Ethem Sancak; 1958 Siirt doğumlu Türk iş adamıdır. Arap asıllı olduğu iddiasındadır. İlk ve orta eğitimini Siirt'te tamamlayan Sancak, üniversiteyi ise İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde tamamlamış, 1976 yılında mezun olduktan sonra 1976-1978 yılları arasında gazetecilik yapmıştır. Üniversite yıllarında katıldığı Dinsiz Komünist Türkiye İşçi Köylü Partisi'nin (TİKP) Güneydoğu ve Doğu sorumluluğu ile Diyarbakır İl Başkanlığını yapmış, ilerleyen yıllarda ticarete atılmıştır. 1987 yılında Es Ecza Deposu'nu, 1989'da kozmetik ve ıtriyat alanında eczanelere hizmet sunan Esko Itriyat'ı, 1993 yılında ise Hedef Ecza Deposu'nu kurdu. Hedef Ecza Deposu'nun 2001 yılında Alliance Boots ile ortaklık kurması sonucu kurulan Hedef Alliance Holding yönetim kurulu başkanlığını yapmıştır. Elindeki holding hisselerini satan Sancak, ES Mali Yatırım Danışmanlık adında bir şirket kurmuş, bu şirketle kamyon, otobüs ve askeri araç üreticisi BMC'yi satın almıştır.

TMSF tarafından İnterbank’tan kaynaklanan borçları nedeniyle el konulan Çukurova Grubu’na ait Akşam gazetesi ve SkyTürk 360 Televizyonu, 2013 Kasım’da 62 milyon dolar bedel üzerinden Star Medya Grubu’nun eski sahibi Ethem Sancak’a satıldı. Ethem Sancak, böylece, Skyturk 360 televizyonu ve bünyesinde 2 ulusal gazete; 1’i haftalık, 4’ü aylık olmak üzere 5 dergi ve 1’i ulusal, 1’i bölgesel olmak üzere 2 radyo kanalı sahibi olup çıkmıştır.

Ethem Sancak’ın: “Ben Arabım... Türk olmaktan üzülürüm!” çıkışı

Başbakan Recep T. Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’a hemşerilikten öte yakınlığı bulunan Ethem Sancak, Sabah Gazetesi’nden Şelale Kadak’a çarpıcı açıklamalarda bulunmuşlardı.

“Türk olmaktan üzüleceğini” ifade eden Sancak, Türk kökenli olmayan vatandaşlarına “Ne mutlu Türküm” denmesinin istendiğini hatırlatıp, “Yav niye desinler?” diye çıkışmıştı. Başbakan Erdoğan’a yakınlığını gizlemeyen Sancak’ın sözleri şöyle: “Benim hanım Alevi ve Erdoğan’ı seviyor. Bu bir Kürt açılımı değil, demokrasi açılımı. Kimsenin ayrıcalığı olmayacak. Önce Kürt yok deniyordu. Sonra Kürt realitesi var ama “ne mutlu Türküm diyene” diyecekler. Yav niye desinler! Ben Türk değilim, ben Arabım. Ben Türk olmaktan mutluluk duymam, üzülürüm. Aslımı niye inkâr edeyim ki? Aslını inkâr eden haramzadedir. Köyümün ismini değiştirdiler. Benim köyün ismi Sini. Gelmiş bakmış, çakıllar var. Çakılı yapmışlar.  Sen buranın yüzyıllık ismini niye değiştiriyorsun?”

Ethem Sancak’ın eşi, Doğu Perinçek’in avukatı Nurperi Sancak’tı!

Ergenekon sanıkları aleyhine en sert haberleri yapan Star Gazetesi’nin sahibi Ethem Sancak’ın ayrı yaşadığı ama halâ resmen boşanmadığı eşi Nurperi Sancak, Doğu Perinçek’in avukatı çıktı. Ethem Sancak ile boşanma aşamasında olan Nurperi Hanım, Perinçek için; “Onlar ailem gibidir, zor günlerinde yardımcı olmak benim görevimdir”ifadelerini kullanmışlardı. Ergenekon davasının en önemli sanıklarından biri olan İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’in avukatlarından biri hükümete yakınlığıyla tanınan işadamı Ethem Sancak’ın eşi olmaktaydı. Aslında Ethem Sancak ile Doğu Perinçek’in tanışıklığı 1980’li yıllara dayanmaktaydı. Perinçek’in lideri olduğu Aydınlık hareketinde yer alan Ethem Sancak eski bir Maocu militandı.

Ethem Sancak’la “Alliance” irtibatı!

Ethem Sancak‘ın en bilinen yatırımları; Hedef Alliance, Koç-Ata-Sancak Çiftliği, Medikal Park Hastaneleri olmaktaydı. İlk eşi avukat Nurperi Sancak‘dan halen boşanamayan Ethem Sancak, 1986 yılından beridir de ikinci hanımı ve alevi inançlı Uzm. Psk. Nurten Yıldırım ile sadece imam nikâhı ile yaşamaktaydı.

Bu “Alliance” ismi üzerinde durmak lazımdı. Sözlük anlamı “Şirketleşme, ticari birleşme, birbirini destekleme” olsa da gizli Yahudilerin özel bir parolasıydı.

1860’ta Paris’te, bir grup Yahudi genci tarafından kurulan, Yahudiler arasında ülkelere göre değişen sosyal, ekonomik ve kültürel alanlardaki bölgesel farklılıkları ortadan kaldırmak amacını taşıyan Alliance Israelite Universelle’in, Osmanlı topraklarında kurduğu okullar, Yahudiler üzerinde büyük etki yapmıştı. Özellikle Anadolu topraklarındaki Yahudilerin eğitimi ve gelişimi üzerindeki etkileri çok fazlaydı. Alliance’ın okullar haricinde oluşturduğu diğer bir yapılanma ise ziraat çiftlikleri ve kolonileri olmaktaydı. Alliance’ın açtığı ilk ziraat okulu, 1870 yılında Filistin’de Yafa yakınlarında kurulan Mikve İsrael olacaktı. Sonra, 1875 yılında ikinci ziraat okulunu Tunus’ta Djedeida’da, üçüncüyü ise İzmir yakınlarındaki Bornova’da açmıştı. Başlangıçta, okullarda verilen eğitimin temel amacı, ziraat eğitimcileri yetiştirmek şeklinde gösterilse de aslında Siyonist fikirleri aşılama, Osmanlı’yı yıkıp, İsrail’i kurma amacı taşımaktaydı. Nitekim bu okullarda eğitime tabi tutulan öğrenciler, eğitimleri sona erdikten sonra, genç eğitimciler olarak yeni açılan Alliance Okullarında görev alıyorlardı. Aslında Alliance’ın ziraat etkinlikleri, okulun Doğu Yahudiliğini kalkındırma çabalarının önemli bir parçasını oluşturmaktaydı. Yahudiler, ziraat aracılığı ile yerleştikleri topraklara bağlanacak ya da bağımlı hale getirilmiş olacaklardı.

19. yüzyılın sonlarından itibaren, yüzlerce Rus ve Romen Yahudi’si, Osmanlı topraklarına göç etmeye başladığında, Alliance’ın hedef kitlesi bunlardı. Alliance Israelite Okulu; İstanbul Haliç Hasköy Keçeci Piri Mahallesi’nde, Hasköy Mektebi Sokağı’na cepheli olarak 1875 tarihinde kurulacaktı. Alliance okullar zincirinin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk halkaları, Bağdat ve Şam’da açılmıştır. Daha sonra, bu okullar, Volos, Edirne, Selanik, İzmir ve İstanbul’un değişik semtlerinde de faaliyete başlamıştır. Talat Paşa gibi ittihatçı dönme Masonların birçoğu da bu Yahudi Alliance Mekteplerinde okumuşlardır.

Ethem Sancak bir zamanlar da Fetullahçıların adamıydı!

Fetocular da işe önce eğitimden başlamışlardı. Güya barış için, dostluk için, hoşgörü için, sevgi için yeni bir dünya kuracaklardı! Gittikleri her yerde bu tür süslü cümlelerle küçücük çocukların fıtratını bozarak, onları uyuşturarak sapkın emellerine figüran yapmışlardı. Güya Pensilvanya CIA ortak yapımı bir “Altın Nesil” ortaya çıkaracaklardı. Vatikan'ın görünmeyen Türkiye temsilcisi olan Fetullah Gülen işte bu projenin önemli ayağını oluşturmaktaydı. Bulundukları ülkelerin devlet teşkilatlarını ele geçirmek ve o ülkelerde “üst aklın” (Siyonist odakların) nüfuz alanını genişletmek gibi şeytani bir amaçları vardı. Geçmişte nasıl ki medeniyeti yeniden inşa etmek için tesis edilen İmam Gazali’nin Nizamiye Medreseleri'nin karşısına sapık Hasan Sabbah’ın Alamut Dershaneleri çıkarılmışsa bugün de medeniyet birikimimizi yok edip bizi Siyonizm’e teslim etmek için FETÖ okullarını kurmuşlardı. Alamut örnekli Fetullahçı dershanelerde peygamber(!) Hasan Sabbah ve öğretisi için kendilerini kurban eden şehitlerin hayatları anlatılmaktaydı. Çünkü bu dershanelerin temel amacı fedailer/intihar timleri hazırlamaktı. Bu okul yapısına göre bir fedainin tam karşılığı, 'büyük önderin emri üzerine gözünü kırpmadan ölüme atlayan bir kahramandı. Görevi sırasında ölürse şehit, şayet sağ kalmayı başarırsa “dai” rütbesine ulaşacaktı. “Dai” yani imam… Evet, Pensilvanya merkezli, kendini Mehdi ilan eden bu sapkın ve psikopat adamın öğretileri üzerine bir eğitim düzeneği kurmayı başarmış ama sonunda hepsi boşa çıkarılmışlardı.

İşte bu FETÖ okul yapısı ve işleyiş tarzı, 17 Mayıs 1860 yılında Paris'te 17 Yahudi gencin bir araya gelerek kurdukları ve hemen akabinde üst aklın para baronlarından Maurice de Hirsch'in ve Rothschild'in finansörlüğünü yaptıkları Alliance Israelite Universelle okullarının işleyiş tarzının kopyasıydı. Kuruluşundan bir yıl sonra, 850 üyesi olan bu okullar, 10 yıl gibi kısa bir sürede üye sayısını 30 bine çıkarmıştı. Temel amacı dünyada Yahudi kültürünü yaymak ve büyük İsrail devletini kurmak olan bu okullar, komiteler (mütevelli heyetleri) tarafından yönetilmekte ve bağış esasına göre çalışmaktaydı. Okul idarecilerinin tek merkezden atandığı bu okullarda özellikle gönüllü/fedakârca hizmet verecek bayan öğretmenler (ablalar) öne çıkardı. Bu arada arkasındaki büyük para baronlarından Hirsch'in, Tanzimat'tan sonra Osmanlı maliyesini iflasın eşiğe getiren kişilerden biri olduğunu da hatırlatalım.

Şimdi Ethem Sancak’ın şirketine niye “Hedef Alliance” ismini taktığını okurlarımızın iz’anına ve vicdanına bırakalım.

Bir dönem Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürüten Karar yazarı Mehmet Ocak’tan, gazetenin 28 Haziran 2014’te “Karargâhta 40 Paralel Paşa” manşetiyle çıktığını hatırlatarak “O gün patron konumunda olan Ethem Sancak’ın, FETÖ’cüleri koruyan bir eda ile gelip bir toplantıda ordumuza laf söyletmem nutukları attığı” itirafında bulunmuşlardı.

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'ın 24 Haziran seçimleri sonucunda yeniden göreve gelmesinin ardından, katılacağı ilk yurt dışı uluslararası zirve "NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Toplantısı" olması da anlamlıydı. Toplantı 11-12 Temmuz tarihlerinde yapılacaktı. Belçika'nın başkenti Brüksel'deki bu zirve, ilk kez NATO'nun yeni karargâh binasında toplanacaktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Haziran seçimleriyle yeniden göreve gelmesinin ardından, "NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Toplantısı"na katılarak ilk yurt dışı temasına başlayacaktı. Söz konusu zirve kapsamında Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiltere Başbakanı Theresa May başta olmak üzere birçok NATO ülkesinin liderleriyle bir araya gelecek ve ikili görüşmelere katılacaktı.

Görüşmelerde, bazı NATO ülkelerinin bölücü terör örgütü PKK'nın Suriye kolu YPG'ye sağladığı yardımların ve Türkiye’nin Rusya'dan satın aldığı S-400 savunma füzeleri konularının ele alınacağı vurgulanmıştı. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani ile de tek tek görüşmesi planlanmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, NATO'daki liderler zirvesine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin yeni kabinesinden bazı isimlerle katılacağı konuşulmaktaydı. Bu kapsamda Erdoğan'a zirvede eşlik edecek yeni kabinedeki Dışişleri, Milli Savunma ile Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanlarının bulunması planlanmıştı. Öte yandan, Cumhurbaşkanı Yardımcılarının da Erdoğan'a eşlik edeceği duyumları alınmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın da Brüksel'deki NATO zirvesine katılan lider eşleri için düzenlenen programlara katılması için hazırlık yapılmıştı.

"Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" denen: Türkiye'nin yeni yönetim modelinde Cumhurbaşkanı yürütmenin başı olacaktı. Sistemin amacı güya hızlı ve bürokratik engellemeden arınmış bir yönetim oluşturmaktı. Bu amaçla da Cumhurbaşkanı tüm sistemin merkezinde yer alacaktı ve en önemli kurumlar doğrudan ona bağlanacaktı. Yeni sistemle birlikte daha önce duymadığımız Ofis, Başkanlık gibi tanımlamalar da hayatımıza girmiş olacaktı.

Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Erdoğan'a bağlı kurumlar şunlardı:Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin merkezinde yer alan Recep T. Erdoğan, kendisine bir veya daha fazla yardımcı atayacaktı. Özel Kalem ve İdari İşler Başkanlığı Erdoğan'ın en yakınındaki ikinci kademe olacak ve sistemin yürümesinde önemli noktada bulunacaklardı. Bakanlar Kurulu dışında Cumhurbaşkanlığına bağlı 8 Başkanlık ile 4 Başkanlık ofisi olacaktı. Bunlara ilaveten bir de kurullar vardı.

Cumhurbaşkanlığına bağlı 8 Başkanlık şunlardı: Yeni yönetim modelinde en önemli Başkanlık makamları doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bağlı olacaktı. Aralarında MİT ve Genelkurmay ile Diyanet'in de olduğu 8 Başkanlık şunlardı: Devlet Denetleme Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu, Milli İstihbarat Başkanlığı (MİT), Genelkurmay Başkanlığı, Savunma Sanayi Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, İletişim Başkanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı.

Daha önce defalarca belirttiğimiz gibi, en büyük endişemiz; her türlü yetkiyi elinde toplayan bir kişi üzerinden Dış güçlerin Türkiye'ye yönelik projelerini kolaylıkla yürütme hesaplarıydı. Bakıp göreceğiz, inşaallah ülkemiz yanlış bir mecraya ve maceraya sürüklenmemiş olacaktı?!

 


[1] https://odatv.com/ozel-hayati-washingtona-not-edilen-bakan-omer-celikten-mahreme-fotografli-yanit-

[2] Bak: Barış Pehlivan / Karşı Gazetesi

 

Yorum Yaz