Adıyaman’ımızın 20. Dönem Milli Görüşçü Milletvekillerinden değerli dostum Ahmet Doğan Bey, muhterem ve mübarek Dedeleri, ilim, irfan ve irşat ehli, Mehmet Said Hocaefendi Hz.lerinin istikametli hayat hikayesini, ibretli ve hikmetli öğütlerini anlatan bir kitabı lütfedip bize göndermişlerdi. Kendileri de o zatın talebesi olan değerli kardeşim ve öğretmenlik döneminde müfettişim olan Ebubekir Aytekin Bey’in yazdığı, büyük bir emek ve ciddiyetle hazırladığı bu eserinden dolayı kendilerine tebrik ve teşekkürlerimi iletirim.
Hem böylesi Allah dostlarının örnekliğine ve öğretilerine olan ihtiyacımız… Hem bu eseri hazırlayanların ve bize hediye olarak ulaştıranların emeğine ve halis niyetine duyulan saygımız nedeniyle, kitabı alır almaz hemen dikkatle okumaya giriştik… Rabbimizin lütfettiği hızlı okuma tekniği sayesinde iki saat içerisinde, elliden fazla not düşerek ve yüzlerce konunun altını çizerek, şükür kitabı tamamlayıverdik ve çok önemli ve değerli bilgiler öğrendik. Ardından bir saat içinde de bu yazıyı hazırlamaya muvaffak edildik.
Doğumu, Çocukluğu, Gençlik Yılları ve Doğruluktan Ayrılmaması:
“Resmi kayıtlarda 1314 tarihinde doğduğu yazılı olmakla beraber kendi el yazısıyla aldığı bir nota göre Rumi 1313 (Miladi 1896) yılında Malatya'nın Hısn-ı Mansur (Adıyaman) Kazasına bağlı Artan (Pınaryayla) köyünde ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.
Hesaplara göre o sırada babası Şeyh Mustafa otuz üç veya otuz dört yaşındadır. Çünkü o zamana kadar Mısır'da ilim tahsil etmekle meşgul olup evlenmeye fırsat bulamamış, nihayet Şeyh Halit'in onu evlendirmesiyle dünya evine girmiştir.
Üstadın çocukluğu köyde, babası Hacı Mustafa'nın yanında geçmiş ve ilk tahsilini de babasından almıştır. Babası onu tarikat ve İslam ahlâkıyla yetiştirmeye gayret etmiş, on üç yaşına geldiğinde ölmeden önce oğlunun mürüvvetini görmek için bacısının kızı Fatma Hanım’la evlendirmiştir. Hocamız o zaman henüz ergenlik çağına girmek üzeredir. Sünnet merasimi ile birlikte düğün de yapılır. Birkaç ay sonra da babası onu Siverek Karacadağ'daki Gülpare köyüne Şeyhinin medresesine ilim tahsiline göndermiştir. Fakat yukarıda da anlatıldığı üzere Şeyh Halit onu aynı gün geri göndermiştir. Babası vefat edince de annesi tarafından yarım kalan ilmini tamamlaması bakımından aynı yere gönderilmiştir.
Evlenmeden önceki bir hatırasını şöyle anlatırdı: Ben henüz on, on iki yaşlarında idim. Köye zaptiyeler geldi. Köyde bulunan gençleri askere alıp Yemen ve Filistin cephelerine götürüyorlardı. Fakat köyde hiç genç kalmamıştı. Tamamı ya cephede ya da hastalıktan şehit olmuş, künyeleri gelmişti. Ben zaptiyeleri görünce korktum ve beni de götürürler diye endişe ettim. Babama: "Nereye saklanayım?" diye sordum. Babam da caminin küpünü göstererek: "Caminin küpüne saklan." dedi. Ben küpe saklandım ve küpün kapağını üstüme kapatıp bekledim. Zaptiyeler gelip babama beni sordular. "Senin de bir oğlun varmış, nerede?" deyince babam da küpü göstererek: "Şu küpe saklandı." dedi. Bunun üzerine zaptiyeler benim küpe sığacak kadar küçük olduğumu anlayınca gülüşüp gittiler.”[1]
Babası, Babasının Hayatı, Tahsili, İcazetleri ve Yaşama Tarzı:
“Babası Molla Hüseyin oğlu Hacı Mustafa olup 1863 Hısnımansur (Adıyaman) doğumludur. Hacı Mustafa, ilk tahsilini babasının yanında görmekle beraber ilme olan merakından Hacca giden bir kafileye katılarak o günün şartlarında Hacca gitmiş, Hac dönüşü Mısır'a gelmiş, El Ezher'de ilim tahsil etmiştir. Ezher'den mezun olduktan sonra bir rivayete göre tekrar Hacca gidip, Hacdan sonra memleketine dönmüştür.
Kırk yedi yaşına geldiğinde müritlerinden Sofi Mahmut (Çelebi) ile oğlu Mehmet Said'i Siverek'e Şeyh Halit'e gönderir. Medresenin ihtiyaçlarına harcanmak için bir miktar da para verir. Bundan sonrasını üstadımız şöyle anlatıyordu:
Oraya vardığımızda ikindi vakti idi. Şeyhin elini öptüm, yanına oturdum; içinde para bulunan keseyi Şeyhin önüne koydum. "Bunu babam gönderdi." dedim.
Şeyh Halit bana sordu: "Bu para babanın sadakası mı yoksa ıskatı mıdır?"
Ben de dedim ki: "Şeyhim bilir."
Tekrar sordu: "Bu babanın sadakası mı yoksa ıskatı mıdır?"
Ben yine dedim ki: "Şeyhim bilir." Üç kez soruyu tekrarladı. Üçünde de "Şeyhim bilir, ben bilmem." dedim. Bunun üzerine Şeyh Halit Sofi Mahmut'a hitaben: "Sofi Mahmut, hemen kalkın, durmayın, Mehmet Said'i de alın ve evinize dönün." Bunun üzerine aynı gün Sofi Mahmut'la beraber dönmek zorunda kaldık.
İki günlük yoldan sonra eve döndüklerinde Şeyh Mustafa oğluna Şeyh Halit'in ne dediğini sorar. Hocamız da söylenenleri olduğu gibi anlatır. Bunun üzerine Şeyh Mustafa kardeşlerini çağırarak şöyle bir vasiyette bulunur: "Kadra çukan, lı mezınan bıhasinın; a çuka çukan ji lı mezıne mezına bıhasinın." Yani "Küçüklerin kadrini büyükler(in hatırına) sayın; küçüklerin küçüğünü de büyüklerin büyüğüne sayın."
Ve Şeyh Mustafa o gece vefat eder. Rumi 1326 (Miladi 1910) tarihinde vefat ettiğinde 47 yaşındadır. Anlaşılır ki Şeyhe gönderilen para ıskattır. Ve Şeyh Halit'in aynı gün bekletmeden Sofi Mahmut'la Mehmet Sait'i geri göndermesi bir keşif ve keramettir.”
Resmi Nikâh Kaydı:
“Elimizdeki belgelerden Hacı Mustafa’nın 33 veya 34 yaşına kadar Mısır'da kaldığı için geç evlendiği bu sebepten de vefatında çocuklarının küçük olduğu anlaşılmaktadır.”[2]
“(Hacı Mustafa ile Artanlı Sıli Şıke kızı Ayşe’nin mahkeme kararı ile evlendiklerine dair belge- mahkeme ilamı Sh. 93’te kayıtlıdır.”[3]
“Nikâh”ın geçerli sayılması için resmi ve devlet tescilli olması gerektiği konusundaki tezimizi güçlendiren bir vesika’nın ilgili kitabın 93. sayfasında yayınlanması… Ve Rahmetûllah Mehmet Said Hocaefendinin Muhterem Babasıyla Annelerinin nikâh akdinin Osmanlı mahkeme kayıtlarında yazılmış olması önemli bir belge konumundadır.
Şapka İktisası Hakkında Kanun, Müftü H. Mahmut Efendi’nin Fetvası ile Şapka Takması:
“Hocamız şapka ile ölüm (zulüm endişesi) arasında bir tercih yapmak zorunda idi. Bu konuda karar veremiyordu. Ölümden korkmuyordu ama hangisinin daha hayırlı olacağı hususunda tereddüt ediyordu. Bu nedenle de Adıyaman ilçe müftüsü Kara Molla lakaplı Hacı Mahmut Efendi'ye müracaat etti.
H. Mahmut Efendi, hocamıza: "Evladım, eğer sen ölürsen bu dine ve millete ne faydan olacak? Ama yaşarsan hem İslam'a hem de insanlara hizmetin dokunabilir. Paran yoksa ben vereyim. Hemen gidip bir şapka al ve köyüne dön. Ama bir şartla: Senin ileride yerini tutabilecek, İslam dinine hizmet edebilecek öğrenciler yetiştirmek şartıyla..." Bu fetva üzerine hocamız bir şapka alarak giymiş ve köyüne dönmüştü.”[4] İleriki yıllarda, şapka mecburiyetinin gevşetildiği hatta külahla dolaşanlara müsamaha edildiği dönemlerde ve köy yerinde bile bu zatın şapkalı fotoğrafları dikkatimizden kaçmamıştı. Yani Bavıko Hz.leri hem yozlaşmaya hem de yobazlaşmaya karşı İslam’ın özünü önemseyen bir tavır takınırdı.
Zenaatkârlığa Merakı:
“Gençliğinden itibaren zenaata olan merakı onu zenaatkârları korumaya ve kollamaya itmiştir. Köye gelen kalaycı, nalbant, bakırcı, demirci, semercileri vs. mutlaka ağırlar, onlara zenaatlarını icra edecekleri yer temin eder, kaldıkları sürece de yemek dahil bütün ihtiyaçlarını karşılardı. Köyde bir marangoz atölyesi kurdurarak; bu atölyede yıllarca Abuzer Rençber, Mehmet Durmuş ve Sımelili (Toptepe) Mehmet Şaraldı'yı usta olarak çalıştırmış, kazançlarına da asla müdahale etmediği gibi bunlardan kira da almamıştı.
Adıyaman'ın Süryani Hristiyanlarından Toros isimli demirciye zenaatını icra etmek için yer vermiş; birkaç yıl burada demircilik yapan Toros Usta da teşekkür babından köy camiine demirden bir minare yapmıştı. Bu demir minareye hoparlörler takılmış, beş vakit "Allahu Ekber" sedaları bu minareden yankılanmıştı.
Kendisi de mobilya ve marangozluğa meraklı olup ilkel aletlerle kapı, pencere, pervaz, dolap ve süslemeler yapardı.”
Köye Güneydoğu’nun İlk Köy Umumi Tuvaletini Yaptırması:
“Artan'da köy içinde köylülerin içme ve kullanma sularını temin ettikleri iki çeşme bulunmaktadır. Hocamız bu çeşmelerden caminin hemen yakınında bulunan çeşmenin aşağı tarafına 1940'lı yıllarda henüz Güneydoğu’nun hiçbir köyünde, hatta Kahta dahil birçok ilçelerinde umumi tuvalet yokken 6 tane tuvalet, yanına bir tane "çimecek" denen duş kabini yaptırmıştı. Çeşmeden akan suyu da kesme taşlardan oluklar yaparak tuvaletlere taşımış her tuvalette oyuk bir taş koyarak bu suyla temizlenmeyi sağlamıştı. O tarihlerde evlerde bile tuvalet yokken hocamızın tuvalet yapması ve gusül icap etmesi halinde gerek yabancı ve misafirlerin ve gerekse evlerinde gusül imkânı bulunmayanların gusül yapması için duş yeri yaptırmış olması, onun ne kadar ileri görüşlü olduğunun, temizliğe ve halk sağlığına ne kadar önem verdiğinin işaretidir. Köylülerin bunu engelleyeceğini düşünerek önceleri ne yaptığını, yapı ustası olarak çalıştırdığı Abuzer Tekin dışında kimseye söyleyememiş, bittikten sonra da bütün köylüler ve çevre köylerden bayram ve cuma namazına gelenler bu tuvaletlerden istifade ederek abdest ihtiyaçlarını karşılamışlardır.”[5]
TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ: