Dünya tarihi boyunca, köklü ve büyük devrimler gerçekleştirecek ve mevcut dengeleri temelinden değiştirecek Merkez Ülkelerde, bu kutlu kırılma öncesinde, bir KABUK İKTİDAR dönemi yaşanırdı. Hâkim güçlerin hizmetinde ve hain işbirlikçilerin güdümünde oluşturulan bu iktidar, aynen vücutta açılan derin yaranın kabuğunu andırırdı. Çeşitli ve etkili tedavilerle iyileşmeye başlayan yaralar kabuk bağlardı. Yaralar tam iyileşmeden bu kabukları kaldırmak, yaranın mikrop kapıp iltihaplanmasına ve iyileşme sürecinin uzamasına yol açardı. Bu nedenle kaşıntı verse ve çirkin görünse de, bu kabukları yerinde bırakmak lazımdı. Çünkü yara iyileşince bu kabuklar zaten kendiliğinden düşüp kopacak ve vücuttan ayrılacaktı.
İşte AKP, böylesine kabuk bir iktidardı. Hem kendileri iktidara taşıdıkları ve yararlandıkları için dış güçler avutulup zaman kazanılmaktaydı, hem de toplum bünyesinde açılan derin yaraların kısmen tedavisine fırsat sağlanmaktaydı. Gerçi bu arada daha başka sosyal ve ekonomik tahribatlar da yapılmaktaydı ama, tarihi hesaplaşmanın alt yapısı da bu kabuk altında hazırlanmış olmaktaydı.
İHA’lar-SİHA’lar, roketatarlar gibi Milli Savunma sanayiinde ve savaş teknolojisinde çok önemli atılımlar bu kabuk yönetim sayesinde başarılmış, Rahmetli Erbakan Hocamızın temel çizimlerini ve alt yapı tesislerini hazırlayıp ilgili makamlara teslim ettiği projeler geliştirilip üretilmeye başlanmıştı. Ve tabi zalim güçlerle yaşanacak tarihi hesaplaşma öncesi, artık bu kabuk iktidarın kendiliğinden, doğal sebepler ve normal yöntemlerle düşmesi de kaçınılmazdı. Çünkü hiçbir güç kaderin önünde duramazdı ve bu marazlı kafalarla büyük hesaplaşma yapılamazdı.
Gerhard Schröder’in Türkiye Uyarıları!
Eski Almanya Başbakanı ve Rothschild Yatırım Bankasının danışmanı Gerhard Schröder, ‘Son Şans’ adlı yeni kitabında Türkiye ile ilgili önemli siyasi değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Kitabında, yeni bir dünya düzeni kurulmasının Batı’nın son şansı olduğunu ifade eden Gerhard Schröder, “Avrupa’nın hoşuna gitsin gitmesin, Türkiye Doğu Akdeniz’de artık yadsınamaz hâkim güç” tespitini yaparak Avrupa’nın bu gerçeği kabul etmesi gerektiğini vurgulamıştı.
Almanya’da Başbakan Angela Merkel’den önce iki dönem bu koltukta oturan Sosyal Demokrat Partili (SPD) Gerhard Schröder (77), siyasi görüş ve açıklamalarıyla halen gündem oluşturan bir politikacıydı. Schröder; New York, Oxford ve Londra Üniversitelerinde ders veren tarih profesörü Gregor Schöllgen ile birlikte yeni bir kitap yayınlamıştı. DVA yayınevinden çıkan ‘Letzte Chance’ (Son Şans) adlı kitap dünya çapındaki krizlere yoğunlaşmıştı. Kitapta, yeni bir dünya düzenine ihtiyaç duyulduğu vurgulanmış ve bunun Batı için son şans olduğu hatırlatılmıştı. Kitabın sonunda Türkiye, Rusya ve Çin’in dünya politikasında önemli birer aktör olduğuna işaret edilerek: “Batı her zaman yaptığı gibi onlara Soğuk Savaş mantığıyla davranırsa kaybeder. Biz Avrupalıların hoşuna gitsin ya da gitmesin, Türkiye Doğu Akdeniz’de artık yadsınamaz hâkim güç.” itirafları yer almıştı.
Türkiye’nin bugün Batı’ya ters düşmesinin 1952’den beri üyesi olduğu NATO’nun ve Türkiye’yi hiç istemeyen Avrupa Birliği’nin yanlış politikalarının bir sonucu olduğu savunulan kitapta şu görüşler aktarılmıştı: “Biz Avrupalılar, özellikle de Almanlar, onlarca yıldır bu ülke ve insanlarına karşı kendini beğenmiş ve aşağılayan bir tavırla davrandık. Avrupa Ekonomi Topluluğu ve Türkiye’nin 1963 yılında ortaklık anlaşması imzalamasından bu yana hiç kimse, Türkiye’ye Almanya kadar sık üyelik perspektifi açmadı. Ama SPD-Yeşiller koalisyonunun son dönemi hariç bunların hiçbiri, samimi değildi. Elbette Almanya’nın arka planda göç ve mülteci hareketlerini düşünerek 1980’de getirdiği vize rejiminin kaldırılması itinayla tartılmalı. Ama devamlı oyalama taktiği kabul edilemez… Hem vize serbestisi için onlarca şartın yerine getirilmesini istemek, hem AB’ye üyelik müzakerelerinde önemli ilerlemeleri ya da Gümrük Birliği’nin güncellenmesini ertelemek, seni istemiyoruz demektir. Ankara’nın Irak, Suriye, Libya ya da Dağlık Karabağ’da savaşmasını bazı haklı gerekçelerle kınayan biri, o zaman Türkiye’ye savaş bölgelerinden gelen mültecilerin AB’ye geçmesini engellemesi için bir ödeme de yapmamalı. Artık olmayan Batı’nın, yeri gelince her fırsatta dile getirdiği değerleriyle bu politika bağdaşmıyor. Ve bu politika iflas etmeye mahkûmdur. Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra iş başına gelecek bir hükümetin, Türkiye’nin dış politikasını temelden gözden geçireceğini ve Doğu Akdeniz’de yeni güç durumundan vazgeçeceğini düşünmek dünyadan bihaber olmak demektir. Türkiye bunu yapamaz. Türkiye’nin politikası ve savaşı onların görüşünce Batı’nın tehditlerine bir karşılık içindir. Bu nedenle Batı olarak Erdoğan’dan yararlanmak gerekir.”
TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ: