ATATÜRK’ÜN SON İKİ HAFTASI
VE
YAKIN TARİHÇİLERİN BÜYÜK HATASI
Bu makale, hem bir tebrik, hem de bir tenkit yazısıdır. Atatürk’ün, özellikle hastalığını ve son haftalarını konu alan; kardeşi Makbule Hanım’ın hatıralarını araştırıp bulması, gündeme taşıması ve böylece yakın tarihimizin karanlık bir köşesine ışık tutması, Murat Bardakçı’nın tebrik ve takdir edilecek bir çabasıdır.
Ancak:
a- Tarihimizin bu puslu sayfalarını aydınlatmada ve Atatürk sonrasını daha iyi okuyup anlamada okurlara yardımı olacak “kişilerin ve haklarındaki kanaatlerin” yazılmaması, bu şahıslara hürmet kasıtlı olsa da, yakın ve karanlık tarihimize ve bizzat Atatürk’ün takipçilerine bir hakaret anlamı taşırdı… Çünkü bazı isimleri ve Atatürk’e yönelik ilgisizlikleri gizlemek, tarihi olayların ve sonuçlarının yanlış yorumlanmasına yol açardı… Yoksa, hürmet kılıfıyla bazı kişiler ve girişimler saklanarak aklanmaya mı çalışılmıştı?
b- Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım’ın bu hatıralarındaki bazı sözlerinin, serzenişlerinin ve haklı olarak şikayetçi olduğu şahsiyetlerin yazıdan çıkarılması da, ayrıca konunun anlaşılmasını zorlaştırmakta ve gerçek amacından saptırmaktadır.
c- İşte bu nedenle; hem yazım ve anlatım kusurlarını, hem parantezli çıkarmaların noksanlıklarını gidermiş olmak, hem de okurların algı ve anlayış kolaylığına katkı sunmak üzere, tarafımızdan parantez içi ekleme ve düzeltmelerle bu önemli hatıralar yeniden aktarılmıştır. Bu nedenle, yazımız bir alıntı değil, tebrik ve tenkit kasıtlıdır, ve bu olayların doğru algılanması için hazırlanmıştır.
Atatürk gibi önder ve ender bir şahsiyetin, hem de hastalığının iyice kendisini bunalttığı, belki de kasıtlı azdırıldığı bir süreçte; deneyimli ve şefkatli hasta bakıcılar yerine, böylesine ilgisiz, bilgisiz ve sevgisiz insanların insafına bırakılması… Hatta bunlara, hakarete varan kabalıklar ve kabahatler yaptırılması, hangi kumpasların ve karanlık kurguların icabıydı? Atatürk’ün etrafında ve Dolmabahçe Sarayı’nda, onu samimiyetle seven ve sahiplenen kişiler de vardı… Onları bile, Atatürk’e yönelik bu haksız ve ahlâksız davranışlar karşısında susmak zorunda bırakan, hangi dış odaklardı? Onların içerideki kiralık adamları kimler olmaktaydı?
Atatürk’ün daha önce, “Kökü dışarıda fesat ocakları…” oldukları gerekçesiyle kapattığı Mason Locaları da bu hıyanet ve hakaretlerin arkasında mıydı?! sorularının yanıtlarını araştırmak ve ortaya koymak lazımdı. Aksi halde Sn. Murat Bardakçı’nın yaptığı, sadece bir magazin yazarlığı ve aziz Atatürk’ün hatırasını istismar aracılığı sayılacaktı.
Mustafa Kemal’in kız kardeşi Makbule Hanım’a ait hatıralarda, Atatürk’ün hastalığına ve vefatına ait çok önemli bilgiler saklıdır.
“Doğum tarihi olarak kaynaklarda 1885 ile 1889 arasında değişik seneler verilen, Ankara’da bulunan kabrindeki mezar taşında ise 1892 yazan Makbule Hanım; ağabeyi Mustafa Kemal gibi Selânik’te doğmuş, Balkan Harbi’nin ardından annesi ve bazı akrabaları ile beraber İstanbul’a taşınmış, o senelerde Mustafa Lütfi isimli bir askerle evlenmiş, kocası sonraki yıllarda askerlikten ayrılmış, ismini değiştirip “Mustafa Mecdi” yapmış, iş adamı olmuş ve “Boysan” soyadını almıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın artık “Makbule Boysan” olan ve devlet katında “Büyük Hanım” diye bilinen kız kardeşi, 1930’da ağabeyinin talimatı ile Serbest Cumhuriyet Fırkası’na katılacak, Çankaya Köşkü’nün yakınında inşa edilen Camlı Köşk’te yaşayacak, 1946’da kocasından boşanıp “Atadan” soyadını alacak ve 1956’da Ankara’da vefat edip bu dünyadan ayrılacaktı.
Makbule Hanım, ağabeyinin vefatından sonra gazetecilere birkaç defa konuşup röportaj yapmışlardı. 1953’te bir gazetede dört ay devam eden ve Mustafa Kemal’i gençlik senelerine kadar anlatan fakat bir başkası tarafından yazıldığı hemen anlaşılan bir hatırat çıkmış; 1955’te Şemsi Belli’nin Makbule Hanım ile hastanede yattığı sırada yaptığı, yine bir gazetede iki hafta boyunca çıkan ve onunla yapılmış tek mülâkat olan dizi yayımlanmıştı.
Makbule Hanım, nesiller önceki aile büyüklerinden başlayarak ağabeyinin vefatının birkaç sene sonrasına kadar yaşadıklarını anlattığı, tamamı eski harflerle 260 sahife olan bu hatıralarını 1947 ilkbaharında gittiği Niğde’deki Çiftehan kaplıcalarında iki yakın dostuna yazdırmış, metnin sonuna babası Ali Rıza Efendi ile annesi Zübeyde Hanım’a ait birkaç adet şecereyi, yani soyağacını da koymuşlardı. Makbule Hanım’ın çeşitli arşivlerde bulunan mektuplarını, ağabeyi Mustafa Kemal ile yazışmalarını, diğer evrakını ve kocası Mustafa Mecdi Bey’in yazdıklarını, Cumhuriyet tarihimiz bakımından son derece önemli olan bu hatıralarının tamamı ile beraber önümüzdeki haftalarda kitap olarak yayımlayacağım.” diyen Murat Bardakçı, yakın tarihimiz açısından oldukça önemli ve gizemli konuların gün yüzüne çıkmasına vesile olmuşlardı.
“Makbule Hanım’ın şu itiraflarında; çaresiz bir hastalığın çok sevdiği ağabeyini hayattan alıp götüreceğini fark eden bir kız kardeşin çektiği büyük acılar ve dayanılmaz ızdıraplar vardır. Bu kız kardeş ağabeyinin vefatından sonra kendisinin bir tarafa atıldığını aktarmaktadır; yalnızdır, kalbi yaralıdır, bir zamanlar etrafında pervane gibi dönenlerin yüzlerini çevirdiklerini gördüğü için kırgındır, kızgındır, üstelik maddî sıkıntılar içinde kıvranmaktadır.
Yazarın şu hususa özellikle dikkat çekmesi anlamlıdır:
Makbule Hanım ağabeyinin sağlığında olduğu gibi, onun vefatının ardından da İsmet Paşa’ya her şekilde muhalif tavırlıdır ve daha da tuhafı, Atatürk’ün yakını olan diğer bazı kişileri bile hatıralarında oldukça sert eleştirmekte, hatta ağır şekilde suçlamaktadır!..
Makbule Hanım’ın anlattıklarının bazı yerlerini abartılı bulanlar, yahut suçlamalarının gereğinden fazla ağır olduğunu sananlar çıkacaktır. Ama, unutmayalım; bütün bu ifadeler ve iddialar Mustafa Kemal’in “en yakını”na, yani kız kardeşine ait itiraflardır ve dolayısı ile söyledikleri Cumhuriyet tarihimiz bakımından her bakımdan önemli aktarımlardır.
...
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..