Rüyamda: İstanbul'da oluyorum. Daha evvel gezip görmediğim eski, tarih kokan, yolları taşlarla örülmüş sokaklarda yürüyorum. Küçüklü büyüklü sokakların giriş-çıkışlarında beni etkileyen, sıcacık, huzur dolu eski taş mezarlar görüyorum. Her birine Fatiha okuyarak ilerliyorum. Bir süre sonra yorulduğumu fark edip, bir söğüt ağacının altına otuyorum. İçimden: "Keşke bir şişe soğuk suyum olsaydı!" diye geçiriyorum. Etrafa bakınıyorum, bakkal market vesaire de göremiyorum. İlerden bana yürüyen birini görüyorum. Yaklaşınca gelen Zatın Aziz Erbakan Hocamız olduklarını görüyorum. Mübarek ellerinde bir şişe su bulunuyor. Erbakan Hocamız su şişesini bana uzatıyor ve: "Hava sıcak, susuz da bir yere oturmuşsun!" buyurdular. Ben: "Aziz Hocam, buraya bilinçli olarak oturmadım ki. Yorulunca, ne çeşme ne market hesaplamadan oturuverdim!" dedim. Erbakan Hocamız: "İstanbul'da yazın, gündüz saatlerinde camii içlerini, sarayları veya dehlizleri tercih edeceksin!" buyurdular. Ben: "Sarayı, camiyi anladım da, dehliz nedir Aziz Hocam?" diye sordum. Erbakan Hocamız: "Dehlizler, bu cami saray vesaireleri birbirine bağlayan geçitlerdir. Kimi sulu, kimi kuru ama hepsi de serin serin olur!" buyuruyorlar. Elimden tutup beni kaldırdılar. Oturduğum yerdeki rögar kapağını kaldırıp açtılar, aşağıya atladılar ve bana da atlamamı talimat buyurdular. Ben, biraz korkup çekinerek atladım. Önde Erbakan Hocamız arkalarında ben, önce otuz kırk kadar taş merdivenle aşağıya indik, sonra sağı-solu, altı-üstü taşlarla örülmüş, kenarlarından su sızan, toprak kokan yollardan yürüdük. Ne kadar yürüdüğümüzü hatırlamıyorum, birden, içi su dolu, geniş geniş kanallara geldik. Ara ara su damlaması sesleri geliyordu. Ortam loş olduğu için etrafı net göremiyordum. Erbakan Hocamız: "Telefonunun ışığını yaksan da, neler varmış görüp anlasak!" buyurdular. Ben hemen telefonumun ışığını yaktım. Özenle örülmüş yer altı şehri gibi bir yer gördüm sanki. Erbakan Hocamız: "Burası nereye çıkıyor, bakalım bilebilecek misin?" buyurdular ve yukarıya doğru açılan bir rögar kapağını iterek açtılar. Demir basamaklardan yukarı çıktılar. Ben de arkalarından çıktım. Çıktığımız yer Ayasofya ve Yere Batan Sarnıcının ortası oluyordu. Ben: "Aziz Hocam, nereden ta nereye gelmişiz?" dedim. Erbakan Hocamız: "Bu yeraltı koridorlarını, Bizans İmparatoru Justinianus yaptırmış. Saraydan Ayasofya’ya, oradan da başka yerlere hep bu yer altı tünellerinden gider gelir, halk geliş gidişini görmediği imparatorun bir anda bir orada, bir başka yerde oluşunu onun azizliğine verirler, İmparatoru aziz zannederlermiş!" buyurdular. Beraberce Ayasofya'nın önce avlusuna, sonra içine girdik. Bomboş ve karanlıktı. İki ellerini birbirine vurarak içeride sayısız mum ve kandilin yanmasını sağladılar. Her yer aydınlanmıştı. Erbakan Hocamız: "İstanbul'da en çok nereyi özlemiştin?" buyurdular. Birçok yer saydım. Erbakan Hocamız: "Ayasofya’yı özlemedin mi?" buyurdular. Ben: "Aziz Hocam, burası genelde kalabalık ve basık, o yüzden çok iç açıcı gelmiyor bana. Birkaç kez geldim, fakat özlemediğim yerlerden biridir doğrusu" dedim. Erbakan Hocamız: "Ayasofya'nın geçmişini bilmediğin, değerini anlamadığın içindir! Sadık (Yamanoğlu) kardeşime de selamımı ilet. Lise yaşındaki gençlere Adil Düzen Eğitimini çok güzel düşünmüşler. Robotik kodlama vesaire fikirleri çok güzel ve gerekli fakaat; İstanbul’u, Fatih’i, Ayasofya’yı, Bizans'ı, Siyonizmi, Hak-Bâtıl mücadelesini temelden anlatmadan, bunların şuuruna vardırmadan üniversite sınavında birinci olsalar nee? Derecelerle üniversiteye yerleşseler nee? Plan ve programlarını oturtsunlar, “Bismillah” desinler. Niyetleri hayır akıbetleri hayır olur inşallah!" buyurdular. Bir sütunun önüne oturup, benim de oturmamı talimat buyurdular. Ben de oturdum. Uzun uzun, çok güzel ve yumuşacık bir ses tonu ile anlatmaya başladılar.
TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ: