Aralık 06 02:13

Erbakan'ın ve Mustafa Kemal'in Masonlarla Mücadelesi

Erbakan'ın ve Mustafa Kemal'in Masonlarla Mücadelesi

Erbakan'ın ve Mustafa Kemal'in Masonlarla Mücadelesi

   Masonluk; farklı din ve kavimden, farklı köken ve kültürden, farklı sınıf ve seviyeden, makam ve menfaat düşkünü insanları, Yahudilerin Dünya Hâkimiyetihedefine hizmet ettirmek üzere, “Kardeşlik, eşitlik, yardım severlik” gibi sloganlarla bir araya getirip organize ettikleri, Siyonizmin alt ve yan kuruluşları olan “gizli ve kirli” örgütlerdir. Siyonist Yahudiler, farklı ülkelerdeki etkili insan kesimlerini MASONLUK yoluyla, dünya ekonomisini ise DOLAR vasıtasıyla güdümüne almış vaziyettedir. Çeşitli araştırma, alıştırma ve aşılama aşamalarından, Rotary ve Lions kulüplerindeki hazırlık çalışmalarından sonra Masonluğa kaydı yapılan insanlar, görünüşte eski din ve kültürlerine bağlı kaldıkları halde, gerçekte “gönüllü ve güdümlü bir Siyonizm fedaisi haline getirilmekte” ve Beynelmilel Yahudiliğe hizmet ve sadakatleri ölçüsünde 33. dereceye kadar yükseltilmektedir. Masonluğun Avrupa’da ortaya çıkışı ve yaygınlaşması Tapınak Şövalyeleri gibi Hıristiyan fanatikler eliyle yapıldığı zannedilse de, bunların arkasında, daha önceden Hıristiyanlığı da bozup dejenere eden, hatta Protestanlığı şubesi haline getiren sapkın Yahudilerin bulunduğu tarihi ve bilimsel bir gerçektir. Ancak sürekli kendilerini gizlemek ve insanlığın kin ve nefretini Hıristiyanlar ve başka odaklar üzerine yöneltmek isteyen Siyonist merkezler, Haçlı zihniyetlerini ve Hıristiyan emperyalizmini kendilerine siper edinmişlerdir. Beş yıl kadar önce İstanbul Pera Palas Konferans salonunda Kürsüye çıkıp Masonik ve Kemalist ulusalcılara: “Hem Masonluğa ve yan kuruluşlarına girmek hem de Atatürkçü geçinmek çelişkidir ve samimiyetsizlik içermektedir. Çünkü Mustafa Kemal kökü dışarıda fesat ocakları ve Yahudi uşakları oldukları gerekçesiyle Mason Localarını 1935 yılında kapatmış birisidir.” Şeklindeki itiraz ve uyarılarımıza salonda bulunan bazı karanlık kafalılar oldukça içerlemiş ve kalkıp “Masonluğun masum ve kanuni bir dernek” olduğunu anlatmaya girişmiş ve tabi becerememişlerdi.

 

   Herhalde “bu acı gerçekleri” içlerine sindirememiş olacaklar ki, Orhan Koloğlu 2012 yılında “İslam Âleminde Masonluk” diye bir kitap derlemiş (yazmış demiyorum, çünkü o konuda hazırlanmış kitaplardan alıntıları bir araya getirmiş) ve bazı saptırmalarını kendi saptamaları gibi okuyucuya yutturmaya yeltenmişti.

 

   1974-1979 arası Bülent Ecevit’in özel himmetiyle Basın Yayın Genel Müdürü yapılan, aldığı Sabataist Sedat Simavi Gazetecilik ödülleriyle tanınan, Sosyalistliği Sabataistliğine, Kemalistliği ise İslam Kinciliğine kılıf yapan Sn. Orhan Koloğlu, 295 sayfalık alıntı derlemesi kitabını, asıl şu maksatlarla piyasaya çıkardığı sırıtıvermekteydi:

 

   1. Uluslararası Siyonist merkezlere bağlı olan, kuruldukları ülkelerde Millet ve Hükümet üstü etkileri bulunan, tehlikeli ve şaibeli Masonluğu masumlaştırıp, “bir tanışma, dayanışma ve ileri atılımlara öncülük yapma” derneği gibi sunmak. (Bak. Sh:9)

   2. Beynelmilel Masonluğun arkasında Siyonist mahfillerin değil, Hıristiyan emperyalistlerin bulunduğu kanaatini kafalara kazıyıp, Yahudi fesatlığını aklamak ve saklamak. (Bak. Sh:13 ve 60)

   3. Mustafa Kemal’in “Mason Localarını, kökü dışarıda fesat ocakları ve Yahudi uşakları” olduğu için değil “zaten kendi Partisi CHP’nin aynı Masonik hedeflere hizmet için yola çıktıkları, bu nedenle artık Masonluğa ihtiyaç kalmadığı” için kapattığını savunmak, dolayısıyla Cumhuriyet’in ve Atatürk Devrimlerinin zaten bir masonluk projesi olduğunu ispatlamak. (Bak. Sh:206-207)

   4. Atatürk’ün; Masonik Fransız Devriminin aydınlanmacı kafa yapısında sahip, “Sosyalist ve Bolşevik” zihniyetli birisi olarak tanıtmak ve Kurtuluş Savaşımızın Sovyet Rusya’nın yardımı sayesinde kazanıldığını ortaya atıp, Komünistliği kutsamak. (Bak. Sh: 202-203)

   5. İslam ülkelerindeki bütün ilerici ve devrimci hareketlerin, Mason olmuş âlimler ve siyasetçiler sayesinde başarıldığını kanıtlamak. (Bak. Sh: 15-21-25-30-34-39-43-45)

   6. Ömrü Masonluk ve Siyonizm ile mücadele ederek geçmiş ve sonunda Mason ve Sabataist ittihatçılar eliyle devrilmiş bulunan Sultan Abdülhamit Han’ı bile “Mason destekçisi, yabancı ve yıkıcı Locaların işbirlikçisi” gibi gösterip “bu kadar güçlü Mason Localarıyla ve Siyonist odaklarla uğraşmanın yanlışlığını ve hele onlara karşı asla başarılı olunamayacağını”vurgulamak ve beyinleri esir almak. (Bak. Sh:108-115)

   7. Masonlara karşı en ciddi ve cesaretli Siyasi Mücadeleyi başlatan ve Dünya Siyonizm’ine savaş açan ERBAKAN’ın, kendisinin ve partilerinin başına gelenleri aktarıp, bunların ne denli “Dinci, gerici ve ülkeye zarar verici” olduklarını hatırlatmak ve İslam’a sarılanları korkutmak. (Bak. Sh:261-273)

 

   İşte Orhan Koloğlu’nun yanlış saptama ve çarpıtmaları:

 

   "Masonluk insanlar arasında adaleti, eşitliği gerçekleştirmeyi, kardeşlik duygularını güçlendirmeyi amaçlayan, alegorilerle örtülü, öğretileri sembollerle yapan bir ahlak sistemidir. İnisiyasyon için ezoterik uygulamaya tabi olmak gereklidir" diyen O. Koloğlu bu kökü dışarıda fitne ocaklarını, sanki bir hayır kurumu gibi sunmaktadır.

 

   Mason Locasının Abdülhamit’e ve İslami düşünceye karşı devrim merkezi gibi çalışması.

 

   Tüccarı ve düşünürü çoğalan bir kentte mason locası gereksinmesinin hissedilmesi doğaldı. Ticari açıdan daha çok İtalya ile bağlantıda olduklarından Selanik'te İtalyan masonluğu daha çok ilgi görmeye başlamıştı. Örneğin İstanbul'daki Italia Risorta Locası'na 1867-1923 arasındaki 245 katılımdan sadece 6’sının Türk olduğu saptanmıştır. İtalyan masonluğunun İzmir ve Orhaniye'de kurduğu locaları da büyük gelişme sağlayamamıştı. Selanik'te 1864’te kurulan Macedonia Risorta Locası da dil sorunundan pek taraftar toplayamamıştı. İtalyan Büyük Maşrıkı'nın Büyük Üstadı Emesto Nathan 1900 yılı sonbaharında yardımcısı Ettore Ferrari'yi İstanbul, Selanik ve İzmir vadilerindeki locaları yirmi yıllık uykudan uyanmaya çağırmak amacıyla yollamıştı. Bu çerçevede Macedonia Risorta Locası, Selanik'te bir bahçe içindeki iki katlı binasında tekrar faaliyete başladı. Mayıs 1902’de tekris edilip locanın üstatlığına getirilen Yahudi Emanuel Carasso'nun katkısı büyük olmuştur. 1862 Selanik doğumlu olan Carasso, tanınmış bir Yahudi tüccar ailesine mensuptu. 1880'te aile İtalyan uyruğundan çıkıp İspanyol, sonra da Osmanlı uyruğuna alınmıştı. Hukuk eğitimi gören Emanuel, Selanik'te avukatlık yaparken bir yandan da Selanik Hukuk Mektebi'nde kriminoloji dersleri veriyordu. Dolayısıyla Türkçesi kuvvetli ve şehirde saygı duyulan bir insandı. (Sh.121) Masonlar, toplantı yeri olarak, yabancılara ait olmakla Osmanlı polisinin müdahale hakkı bulunmayan diplomatik binalara yönelmeyi uygun bulmuşlardı. Bir mason locasının hedefe konması doğaldı. Başına Emanuel Carasso (Türk kaynaklarında Karasu) gibi uzman bir hukukçunun getirildiği Macedonia Risorta Locası'nın bu iş için seçilmesinde İtalyan Büyük Maşrıkı'nın da etkisi bulunduğu açıktı.

 

   İttihat ve Terakki partisinin tahribatları:

 

   1906 yılı Ağustos'unda kurulan yeni İttihat ve Terakki'nin altyapısını oluşturacak kadroların, 1903 yılı başından itibaren locaya kabul edilen Türklerden oluşturulması amaçlanmıştı. Aralarında dönmeler ya da diğer Balkanlı millet kökenlilerin de bulunmasına rağmen hepsine Türk denmesinin sebebi, isimlerin niteliği ve genelde devletin görevlileri olmalarındandır. 1906 yılı Ağustos'unda kurulan İttihat ve Terakki'nin İkici Meşrutiyet'in ilanına varan eylemlerinin planlanması ve yürütülmesi açısından önemli bir rol oynadığı kabul edilen Macedonia Risorta'nın üyeleri konusunda en sağlıklı bilgileri veren Lacovella'nın eseri önemli bir kaynaktır. 1908 Temmuz'unda (Sabataist Mason İttihatçıların tezgâhladığı 31 Mart ihtilaliyle) hedefe varılan eylemle mason bağının açıklanmasına kadar geçen sürede Macedonia Risorta'da 154 kişinin tekris edildiği anlaşılmaktadır. Bunların 42'si Türk ismi taşımakta, ama çoğu Yahudi ve Ermeni dönmesi olmaktadır. İttihat ve Terakki'nin kurulmasından, yani 1906 Ağustos'u öncesinde ise Türklerin sayıları sadece 25 kadardır. (Sh.122)

 

   31 Mart İnkılâbın Mason Bağlantıları

 

   Meşrutiyet'in ilanı Rumeli'de - özellikle Manastır, Serez ve Selanik'te - İstanbul ve Anadolu'dan çok ayrı şekillerde karşılandı. Manastır ve Serez'de anayasanın yürürlüğe konduğu İttihat ve Terakki örgütleri tarafından önce açıklandı (Rumi 10 Temmuz=23 Temmuz 1908), sonra da Padişah'a telgraf gönderilip buna bağlı kalması konusunda uyarıldı. Aksi halde biatlarını geri alacakları yazılmıştı. (Sh.137) 19 Ağustos'ta Türk farmasonları Pera Palas'ta, Kudüs Locası Üstadı Mısır kökenli Muhammed Ürfi Paşa’nın başkanlığında 36 kişilik, bir ziyafetle anayasayı kutlamıştı. (Sh.138)

 

   Atatürk’ü Mason gösterme çabaları

 

   Eski bir İttihatçı ve mason olarak Celal Bayar'ın bu konudaki düşüncesi, Mithad Gürata'nın Atatürk ve Masonlar kitabına göre şöyle: "Atatürk'ün masonluğu hakkında bir bilgim yoktur. Yüzbaşılığı sırasında, Selanik'te bir locaya girmiş olduğu söylenirse de, bu rivayetten ileri değildir."

 

   Yazar Cemal Kutay; Atatürk'ün, 196 kayıt numarasıyla, Mithad Şükrü'nün evinde, Talat Bey ve Kâzım Nami tarafından tekris edildiğini söyledi, sonradan daha Selanik’teyken biraderlikten vazgeçtiğini ve "Biz kendi yolumuzda devam edelim" deyip toplantılara hiç gitmediğini eklemiştir. Bu kayıt dedikleri pekâlâ İttihatçı kayıt numarası da olabilir. Dolayısıyla Atatürk’ün Masonluğu ile ilgili kesin delil mevcut değildir. Masonluk üzerine pek çok eski söylentiyi aktarmakla tanınan yazar Ertuğrul Düzdağ bir gün masonların 33. dereceli bir büyüğüne: “Atatürk niçin sizi kapattı? diye sorunca, şu yanıtı vermiştir.

 

   -Hıncı vardır da o yüzdendir. Vaktiyle Selanik'te mülazım iken masonluğa girmek için müracaat etmiş, fakat özel karakteri ve kabiliyetleri masonluk disiplinine uygun görülmediğinden kabul edilmemişti. Belki de onun intikamını almak istemişti. Yoksa prensip itibarıyla bize hasım değildi, husumeti şahsi idi."

 

   İşte bütün bu iddialar “Atatürk resmen masonluğa girmemiştir ama, fikren ve fiilen masonluk prensiplerine göre hareket etmiştir” imajını güçlendirmek içindir.

 

   İtalya'daki faşist rejimden kaçıp İsviçre'ye sığınmış olan eski İtalya Dışişleri Bakanı Kont Sforza da (ki, Mustafa Kemal Paşa'yı Mütareke sırasında İstanbul'da şahsen tanımış ve konuşmuştur) Modern Avrupa'nın Kurucuları adlı kitabında Atatürk'ten büyük saygıyla bahsedip mason olduğunu söylemektedir. Oysa Belçika ve Hollanda mason arşivlerinde çalışmış olan Hüseyin Özgen ise, Atatürk'ün masonluğu ile ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmadığını belirmiştir. Buna karşılık, Daniel Ligou'nun Mason Ansiklopedisinde Atatürk'ün mason olduğu hakkındaki kaydın herkes tarafından benimsenmesi sonucu Batı'nın bunu tartışmasız kabul ettiğini bildirmektedir. (Sh.204)

 

   Atatürk Mason Localarını Neden Kapatmıştı?

 

   Locaların kapatılmasında Layiktez'in kitabında çok kısa olarak bahsedilen, başka kaynakta da rastlamadığımız devrim karşıtı bir olayın etkisi olabilir miydi?

 

   “İzmir'de bir locada Harf Devrimi'ne karşı bir konuşma yapılıvermişti. Konuşmacı (Mason) kardeş “Eski harfleri öğrenemeyecek olan yeni nesillerin geçmişimizden kopacakları” tezini işlemiş, bunu öğrenen Atatürk de 'Masonları ilerici bilirdim, devrimleri savunacaklarına köstek olmaya başladılar. Galiba kapanmalarının zamanı geldi,' gibi bir ifade kullanmış.” (Sh:206) iddiaları gariptir ve temelsizdir. Oysa Atatürk’ün: “Ben kökü dışarıda bulunan, çıfıt Yahudilerin güdümündeki bu cemiyete girmem. Ben başkalarının yaptığı prensiplere değil, ancak kendi prensiplerime ve milli hedeflerime uyarım.” (Sh:207) dediği bilinmektedir.

 

   Bizim düşüncemiz şöyledir:

 

   Atatürk, çağının en çok okuyan, araştıran ve öğrenmeye çalışan kişilerin başında geliyordu. Her tezi inceliyor, Osmanlı/Türk toplumuna bunların uygunluğunu değerlendiriyordu. Bunun için geçerli olacak yöntemi planlıyordu. Dolayısıyla mason kurumunu anlamaya çalıştığı ve hakkında bilgi topladığı doğruydu. Ancak özel seçkinlerden oluşan ve kökü dışarıda bulunan böylesine karanlık bir örgütün, daha 1922 başında "Türkiye'nin sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür," diyen biri tarafından bütün çözümlere örnek sayılmasını kabullenmek, akla ters düşüyordu.

 

   Cumhuriyet Halk Fırkası'nın yapısına değişiklikler getiren 1935 Mayıs'ındaki Kurultayı sırasında, konunun gündeme getiriliş şeklini milletvekillerinden İbrahim Arvas Tarihi Hakikatler” adlı anılarında şöyle anlatmaktadır:

 

   "Mustafa Kemal Paşa bir gün eski Adliye Vekili Mahmud Esad Bozkurt'u çağırdı, kendisine masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verdi. 'Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Grup Başkanlığı'na ver, grupta bunlara şiddetli bir hücum yap; ve grupça kapanmasına delalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır,' dedi. Grup günü Mahmud Esad Bozkurt riyaset makamına bir takrir verdi ve takririnin okunmasını reisten rica etti. Kâtip takriri okudu. Grup dinledi. Hülasası şöyle idi:

 

   'Bizim ebai emced (çok eskiden beri) gelen atalarımızın mensubu bulunduğu tarikatları (bile hurafelere dalmaları ve bünyelerinde karanlık kişileri barındırmaları sebebiyle) kapattık. Masonluk da kökü dışarıda bir Yahudi tarikatından başka bir şey değildir. Memleketimizde bunun ne işi vardır? Bunu da grup kararıyla kapatalım.' Ve söz istedi, kürsüye gelerek takririni gayet veciz olarak izah etti. Meclis'teki masonları bir telaştır aldı, hele sözcüleri Şükrü Kaya'yı görse idiniz, başından süt dökülmüş kediye benziyordu. Meşhur hatip Mahmud Esad Bey'e söz yetiştirilebilir miydi! Şükrü Kaya “masonluğun bir hayır müessesesi” olduğunu kürsüde söylediği zaman grubun hemen bütün azası yüzüne karşı şöyle haykırdılar: 'Hayır hizmetleri dediğiniz nedir, birisini gösterebilir misiniz? Sen yalan söylüyorsun, in aşağı!' dediler. Mahmud Esad ise masonluğun kökü dışarıda bulunan, gizli, memleket ve millet için muzır bir tarikat olduğunu ve her yerde umumi reislerinin, yani maşrıkı azamlarının Yahudi olduğunu birçok vesikalarla ispat etti.

 

   Şükrü Kaya, Kâzım Özalp, Mazhar Germen, (gibi masonlar) son çareyi Umumi Kâtip Recep Peker'e ilticada buldular. Ve salonda oturan Recep Peker'in etrafını alarak yalvarmaya başladılar. Gruptaki hava çok elektrikli idi. Heyecan son haddini bulmuş, her tarafta kapatalım sesleri yükseliyordu. O sırada Recep Peker söz istedi ve kürsüye gelerek, 'Arkadaşlar, çok mühim bir iş üstündeyiz, müsaade buyurun, bu işi bir defa da Devlet Reisi'ne götürelim, onun da görüşünü alalım, gelecek hafta bugün tekrar huzurunuza getireceğim,’ dedi. Bu söz grubun tasvibine mazhar oldu ve mesele gelecek haftaya kaldı. “Bir hafta sonra olsun, biz herhalde bütün locaları kapatırız” dediler. Ertesi hafta Recep Peker geldi ve kürsüye çıkarak şu müjdeyi verdi:

 

   -Arkadaşlar, bugünden itibaren Türkiye'de masonluk kalmamıştır ve bütün localar kapanmıştır!

 

   Bunun üzerine Salonda bir kıyamettir koptu, alkışlar, bağırmalar ve “kahrolsun Yahudi uşakları” sesleri tavanları çınlatıyordu. Şükrü Kaya ile arkadaşları ortadan sırra kadem basmışlardı."

 

   “Anıların olaylardan otuz yıl sonra ve Arvas 80 yaşındayken yazılmış olması yüzünden bazı olayların birbirine karıştırıldığı ve aşırı abartmalar yapıldığı görülüyor. Nitekim Atatürk'e “Defolun gidin!.. Yahudi'ye uşak mı olacağım... Hepinizi divanı harbi örfiye gönderir astırırım!" gibi sözlerin yakıştırılması, bu lafların ondan çok, mason karşıtı olduğu anlaşılan Arvas'ın ürünü olduklarını düşündürüyor” diyen Orhan Koloğlu, anlaşılan Mason localarının kapatılmasını ve Atatürk’ün haklı suçlamalarını hala içine sindiremiyordu. Oysa Kurultayda ismen masonluğu hedef alan bir önerge verilmiyor, ama parti programının 69. maddesi şöyle değiştiriliyordu:

 

   "Beynelmilelce maksatlarla (küresel amaçlarla) cemiyet yapılamayacağı gibi, kökü yurtdışında olan cemiyetler kurmak da yasak olacaktır. Milletler arasında işbirliği yapmakta, devletin fayda göreceği maksatlarla cemiyet kurmak veya kurulu olanların şubesini açmak için, İcra Vekilleri Heyeti'nin (Bakanlar Kurulu) kararı lazımdır."

 

   13 Yıllık Uykudan Uyanış ve İnönü’nün, Atatürk tarafından kapatılan Mason Localarına tekrar resmiyet kazandırması!

 

   5 Şubat 1948 tarihinde "Türkiye Mason Demeği' ismiyle bir dernek kurmak üzere 7 kişinin imzaladığı dilekçe İstanbul vilayetine sunulmuştu. İmzacılar her biri 33 dereceli Mason olan şu kişilerden oluşuyordu:

 

   Ticaret Odası Sicil Müdürü Mecdi Akasya, Emekli Çocuk Esirgeme Kurumu Müdürü Cevdet Hamdi Balım, Emekli Polis Müfettişi Muhip Nihat Kuran, Profesör Hazım Atıf Kuyucak, Profesör Mustafa Hakkı Nalçacı, Doktor Orhan Tahsin.

 

   Girişim kamuoyuna ilk olarak 6 Şubat tarihli Vatan gazetesiyle duyurulmuştu. Asıl önemlisi, kısa olan habere Mim Kemâl'in bir demecinin eklenmiş olması dikkat çekiyordu:

 

   "Ben de bir şayia halinde bazı şeyler duymakta idim. Fakat bu kadar kat'i bir safhaya girmesinden haberim yoktu. Yalnız bir müddet evvel bazı arkadaşlar böyle bir teşebbüse geçmek istediklerini söylemişlerdi. Onlara daha vakti değil demiştim. Çünkü: Masonluk muazzam bir teşkilattır. Faaliyeti hükümet tarafından tatil edilmeyen, kendi verdiği bir kararla kendini tasfiye eden, daha doğrusu bir uyuma devresine giren bu teşkilat namına söz söylemek, onu uyku halinde çıkarıp faaliyete geçirmeye kalkışmak bir kişinin veya heyetin hakkı değildir. Bu hak bana bile verilmemiştir.”(sh. 240) Bu itiraflar, Türkiye Masonlarının dış güçler ve Siyonist merkezlerce yeniden açıldığının ifadesiydi.

 

   “Masonlukta esrar yoktur, ketumluk vardır. (sözleri tam bir safsata ve saptırmadır) (...) Cumhuriyet devrinde masonluk CHP büyüklerinin gösterdikleri kesin istek üzerine kendi kendini feshetmiş, locaları Halkevleri'ne devredilmiş; yıllık balolardan, yardımlardan toplanan paraları da bankadan alınarak harcanmıştı. (bu iddialar yalandır ve Atatürk’ün mason localarını kapattığı gerçeğini gizleme amaçlıdır.) Masonluk günlük siyasetle uğraşmaz; masonlar içinde başka başka siyasi partilere mensup olanlar vardır. Gerçek bir masonun vasıfları şöyle sıralanır:

 

   1. Allah'a inanmak gerekir (Bir ve büyük Allah’a değil, Kainatın Ulu Mimarı denen mason ilahına)

   2. Her türlü dini akideye hürmet edilecektir. (Halka hoş görünecektir.)

   3. Bütün masonlar kardeştir. (Mason olmayanlar yabanidir.)

   4. Muhtaç kardeşe yardım mecburiyettir. (Mason biraderliği din kardeşliğinden ve milli mesuliyetten çok ileridir.)

   5. Masonlar yoksullara yardımla mükelleftir. (Bu yoksullar, sadece masonluğa hizmet edenlerdir.)

   6. Milliyetçi olmamak lazım gelir fakat her memleketin masonluğu milli bir mahiyet arz edebilir. Binaen aleyh masonlar içinde, koyu milliyetçiler bulunabilir. (İslam şeriatına bağlılık yasak, ırkçılık serbesttir.)

   7. Masonlar kendi biraderlerine yalan söylemeyecektir. (Başkalarını aldatmak caizdir.)

   8. Masonlar; Okuryazar, bilgili, aydın kimselerden seçilir. (Aydın, dini bağlardan sıyrılmış masonluğa sığınmış demektir.)

   9. Borçlu, batakçı olmamak dışında, ailesinin geçimini sağlayacak derecede mali durumu iyi olanlar kabul edilir. (Dikkat edilirse bu şart masonluğa en çok burjuvaların girebildiklerini gösterir.)

 

   “Her şeye rağmen ihtirasla ve menfaat için katılan da bulunabilir.(O zaman ki Türkiye nüfusu) 18 milyon nüfuslu bir memlekette 2-3 bin mason devede kulak kalır; fakat mademki demokrasiyi kabullendik, varsın masonlar da localarını açıp çalışsınlar; bu, üzerinde durulacak önemli bir mesele değildir. Umulur ki masonluk yoluyla bir kısım Türk vatandaşları arasında kardeşlik kurulsun. Bu hale göre masonluğun ihyası lazım mıdır, değil midir hükmünü okurlara bırakıyorum.” (Sh:243) sözleri masonluğu meşrulaştırma, hatta masumlaştırma gayretleridir.

 

   28 Ekim 1955'te yani Adnan Menderes döneminde, Ankara'da düzenlenen toplantı sonucunda Türkiye Büyük Locası kurulmuş ve şu kararlar açıklanmıştı:

 

   . Merkezi Ankara'dadır.

   . Müstakildir, kendisine eşit veya üstün hiçbir otorite tanımamaktadır.

   . İstanbul veya İzmir vadilerindeki provensiyal (taşra) mahiyetteki büyük localar geçersiz sayılmaktadır.

   . Türkiye'de bir tek obediyans olması fikri esas alınmıştır. (Sh:250)

 

   Evet açıkça anlaşılıyor ki, ülke çapındaki bütün Mason Locaları tek bir merkeze bağlıdır, onlar da Siyonist Yahudi odaklarla irtibatlıdır.

 

   Milli Nizam'ın Cesur ve Onurlu Kampanyası!

 

   Mason karşıtlığının bir parti programının parçası haline gelmesi Necmettin Erbakan'ın başkanı olduğu Milli Nizam Partisi’nin kuruluşuyla başladığı görülüyordu. Tabii ki ne tüzüğünde ne de programında “masonlukla savaş” diye bir kayıt yoktu. (Ama “masonlar üye olamaz” maddesi MNP tüzüğünde bulunuyordu.) Ancak 8 Şubat 1970 günü yapılan kuruluş töreninde gençlerin okudukları parti marşında (Abdurrahim Karakoç'un şiiri) mücadele edilecek güçler arasında masonluğun da bulunduğu açıkça belirtiliyordu!

 

        "Kör dünyanın göbeğine...        Yola, dağlara, pınara...         “Memurların masasına

        Milli Nizam yazacağız!               Yıldıza, aya, çınara...            Solcuların kafasına

        Kuşların gözbebeğine...            Yağmur yüklü bulutlara...     MASONLARIN LOCASINA

        “Hak yol İslam” yazacağız!       Milli Nizam yazacağız.”         Milli Nizam yazacağız.”

 

   Masonluğun bu şekilde gündeme taşınmasının ve siyaset aracı yapılmasının arkasında Demirel ve Erbakan arasında, daha mühendislik eğitimi günlerinde başladığı söylenen bir çekişmenin bulunduğu iddia ediliyordu. Asıl büyük çatışma, 1969 Mayıs'ında Türkiye Odalar Birliği Genel Kurulu'nda, Erbakan'ın başkanlığa seçilmesi ile su yüzüne çıkıyordu. AP’li Ticaret Bakanı'nın talimatıyla Erbakan’ın seçimle geldiği görevden alınması -koltuğundan polis gücüyle kaldırıldığı söylenir- gerginliğe tuz biber ekiyordu. Hele Erbakan'ın AP'li rakibi Sırrı Enver Batur'un mason olması bardağı taşırıyordu. Batur, 9 Ağustos 1969'da yaptığı basın toplantısında mason olduğu yolundaki iddialara şöyle cevap veriyordu: "Masonlukla milliyetçilik arasında hiçbir fark yoktur. Mason, her şeyden önce dinini ve milliyetini savunur... Masonluğum, müktesep vasıflarım arasında en fazla şeref duyduğum bir vasıftır, gururumdur."

 

   O yıl milletvekili seçimi için Erbakan'ın Konya'dan AP adayı olma girişiminin Demirel'in etkisiyle veto edilmesi iplerin tamamen kopmasına yol açıyordu. Böylece Erbakan Milli Nizam Partisi'ni kurmaya mecbur kalıyordu. Partinin marşında, solcularla Ecevit CHP'sinin, masonlarla da Demirel AP'sinin hedef alındığı belli oluyordu. Milli Nizam Partisi'nin “bu şarkı yüzünden kapatıldığı” yandaşlarının temel tezini oluşturuyordu.” (Sh:262)

 

   Evet düşmanın şahitliği, en geçerli ve gerçekçi delildir ve bu itiraflar Erbakan’ın şerefidir. Orhan Koloğlu doğru söylemektedir. Çünkü Erbakan masonlara ve Siyonist odaklara karşı en cesur ve vakur mücadeleyi başlatan ve şeytani kesimlerin uykularını kaçıran, oyunlarını bozan Erbakan kutlu bir şahsiyettir. Yıllarca Mason Demirel’in şimdi Yahudi lobilerinden cesaret madalyalı AKP’nin peşinden giden Nurcu, Süleymancı, tarikatçı geçinen nursuz ve şuursuz kesimlerin bu talihsiz tavrı, acaba gaflet ve cehalet midir, yoksa bir nasipsizlik alameti midir?

--

MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ

Yorum Yaz