Aralık 06 00:24

Erbakan Hocamızın İzmit Konferansı (2010): “İSLAMSIZ SAADET MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Erbakan Hocamızın İzmit Konferansı (2010): “İSLAMSIZ SAADET MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Euzübillahi-mineşŞeytanir-Racim Bismillah’ir-Rahman’ir-Rahim. Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Vesselatü Vesselamü Ala Seyyidina Muhammedin Ve Ala Alihi Ve Sahbihi Ecmain.

Esselamü Aleyküm. Hepinizi, Türkiye’nin ve insanlığın kurtarıcıları olarak, Milli Görüşçü kardeşlerim olarak, gençliğin temsilcileri olarak, milletimizin temsilcileri olarak alnınızdan öpüyorum, bağrıma basıyorum ve mübarek Ramazan’larınızı tebrik ediyorum. Allah hepinizden razı olsun. Sözlerime başlarken, her şeyden evvel, Rabbime sonsuz şükürler ediyorum. Bu mübarek Ramazan ayına bizleri kavuşturdu. İnançlı kardeşlerimizle, Türkiye’mizin kalbi Kocaeli’nde bir araya getirdi. Bu güzel Ramazan gecesinde bu kucaklaşmayı nasip buyuruyor, sonsuz şükürler ederiz, Elhamdülillah. Ramazan ayı on bir ayın sultanı. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu kurtuluş. Bu ayda, Kur’an-ı Azimüşşan gönderildi. Dolayısıyla, bütün insanlığın kıyamete kadar saadetinin yolunu göstermek üzere Rabbimiz, en büyük nimetini bu ayda bahşetti. O itibarla bu ay, hiçbir ayla mukayese edilemez. Onun için teravih namazları kılıyoruz, Kur’an-ı Kerim’i mümkünse baştan sona kadar anlayarak okuyabilmek için gayret ediyoruz. Çünkü, Kur’an-ı Kerim insanlığın saadeti için gönderilmiştir. İslam dini iyilik dinidir. Bu itibarladır ki bütün insanların saadetini temin etmek üzere, fakir fukaranın haliyle hâllenmek üzere oruç tutuyoruz, aç ve muhtaçların hallerini yaşıyoruz, onları düşünmek, onlara yardımcı olmak için vazifemizi hatırlıyoruz. Bu mübarek ayın sayılmayacak kadar çok faziletleri mevcuttur. Cenab-ı Allah bu mübarek ayın ecrini, bereketini üzerimizde daim kılsın. Böyle mübarek bir ayda, Anadolu Gençlik Derneği’nin toplantısında bulunuyoruz. Anadolu Gençlik Derneği, Türkiye’mizin en kıymetli varlığıdır. Sebep şudur: Çünkü, şu sözümüz kulağınıza birçok defa gelmiştir: “Bir milletin gücü-kuvveti, ne tankıdır, ne parasıdır. Ya? Milli ve manevi değerlerine bağlı evlatlarıdır!” Bunun ispatı bizim tarihimizdir. Biz tarihimizi, Alpaslan’larla, Sultan Fatih’lerle, Seyit Çavuş’larla, Sütçü İmamlarla yazdık; imanla yazdık, imanla! O sebepten dolayıdır ki, vatanını milletini seven herkesin gençliğimizin milli ve manevi değerlere bağlı olarak yetişmesine en büyük önemi vermek mecburiyeti vardır. 75 milyonluk Türkiye’mizde, 40 milyon gencimize milli ve manevi değeri kim öğretecek? Maalesef, öyle bir kuruluş, resmi kuruluşlar arasında mevcut değil. Onlar, klasik tedrisatlar içerisinde Batı etkisiyle vazife yapıyorlar. Ama bizim asıl ruhumuz, özümüz, kimliğimizi milletimize öğretmek için, milli ve manevi değerlerimize sahip bir gençlik yetiştirmek için çalışmak zorundayız.

Yaratılış Amacımız ve Sorumluluklarımız

Bu Ramazan sohbetinde, önce söze şuradan başlamak istiyorum: “Biz neyiz? Kimiz? Ne yapıyoruz? Niçin toplandık? Bu çalışmalarımızı niçin yapıyoruz? Nasıl yapmalıyız?” Bir daha sayıyorum: “Biz neyiz? Kimiz? Ne yapıyoruz? Niçin yapıyoruz? Nasıl yapmalıyız?” Bu beş tane sorunun çok kısa cevabını ortaya koymak suretiyle sözlerime başlamak istiyorum. Kendimizin ne olduğunu tanımak istiyorsak, başımızı şu pencereden dışarı çıkarıp gökyüzüne bakmamız kâfidir. Bu gökyüzüne baktığımız zaman ne görüyoruz? Sonsuz bir gökyüzü. Hala, yaratıldığından beri, ışığı dünyaya gelmemiş olan yıldızlar var. Işık bir saniyede 300.000 kilometre kat ediyor. Yani Kürreyi Arzın etrafını 7 buçuk defa dönüyor. Milyarlarca sene gitmiş, gitmiş bu gökyüzünün bir ucundan bir ucuna varamamış. Aman Ya Rabbi, bu ne azamet? Bu ne muazzam bir gökyüzü? Bu kadar mı? Hayır. Cenab-ı Hak, bunun gibi 7 tane gökyüzü yaratmış. 7 kat. Bu kadar mı? Hayır. Onların üzerine Arş’ı koymuş. Arifler buyuruyor ki: “Arş’ın önünde 7 kat gökyüzünün hepsi, Afrika’daki Büyük Sahra’ya düşmüş bir küçük yüzük kadar kalır.” Bir an için düşününüz. Bu ne azamettir Ya Rabbi? Bu kadar mı? Arş’ın da üzerine Kürsi’yi koymuş. Yine arifler buyuruyor ki:“Kürsü’nün önünde Arş’ın hepsi Büyük Sahra’ya düşmüş bir yüzük kadar kalır.” Bunları tasavvur etmemiz bile mümkün değildir. Şu gökyüzüne bir baktığımız zaman, bu gerçekleri görüyoruz. “E, gördük iyi güzel. Hadi şimdi yerimize oturalım, Fener-Galatasaray maçından bahsedelim.” Öyle yağma yok! Niçin? Biz insanız, Cenab-ı Allah bize akıl vermiş. Bu gökyüzü niçin yaratılmıştır? Bunun cevabını vermeden başımızı yastığa koyma hakkımız yok. Niye yaratılmış bu gökyüzü? Bunun cevabını biz küçük aklımızla bulamayız. Rabbimiz kendisi bildiriyor: “Ben, bütün bu kâinatı, bir gizli hazineydim, bilineyim diye yarattım”buyuruyor. Şurada yerin altında bir hazine olsa ama bilinmese; burada da bir hazine olsa ve kendisini bilecek birileri bulunsa ve bilinse bu hazine daha üstündür. Rabbimiz en üstün olduğuna göre, O’nun yüceliğinden dolayı böyle bir kâinat yaratması lazımdı. O sebepten dolayı bu kâinat yaratıldı. Rabbimizin yüceliğinin gereği olarak. O öyle olduğu için bu böyle oldu. Bu kâinat Rabbimizin yüceliğinin bir alâmetidir. Yine Rabbimiz buyuruyor ki: “Ben ins-ü cinni, Beni tanısınlar ve Bana ibadet etsinler diye yarattım!” Bu kâinatın içerisinde insanlar var, cansızlar var, nebatlar var, hayvanlar var. Bunların içerisinde insanları ve cinleri “Rabbimizi tanımak ve ibadet etmek için yarattım” diyor. “İyi ama Ya Rabbi, “Beni tanısınlar” buyuruyorsun ama Seni göremiyoruz? Nasıl tanıyacağız?” Peki niçin Rabbimizi göremiyoruz? Çünkü Rabbimizi görmeye dayanamayız da onun için. Musa Aleyhisselam:“Ya Rabbi, Seni göreyim” dedi, Cenab-ı Allah: “Önce takunyanı çıkart” dedi onu yavaş yavaş hazırlamak için. Çünkü birdenbire olursa füc’eten (aniden-birdenbire) ölecek. Sonra“Karşıki dağa bak” dedi. Kendisi değil, tecellisini orta yere koyunca Musa Aleyhisselam Kelime-i Şahadet getirdi, secdeye kapandı: “Aman Ya Rabbi, dayanamıyorum, talebimden vazgeçtim” dedi. Bu dünyadaki yapımız Rabbimizi görmeye tahammül etmeye yetmez, zayıfız zayıf. Ama inşaallah cennette yapımız değişecek ve Rabbimizi göreceğiz. Allah bunu hepimize nasip etsin, mübarek Ramazan gecesinde, Rabbimizden bunu niyaz ediyoruz, diliyoruz.

Çok aziz ve muhterem kardeşlerim. Peki, Rabbimizi görmediğimiz halde nasıl tanıyacağız? Evet, bu kâinattaki mahlûkatın içerisinde biz bir zerreyiz ama eşrefi mahlûkatız. Yani yaratılmışların hepsinden çok daha mükemmel bir varlığız. İnsanların mükemmel yaratık olmalarının 7 tane sebebi var. Çünkü insanlara 7 tane nimet bahşedilmiş. Hayvanlara, nebatlara, cansızlara verilmeyen 7 nimet. Birinci nimet; eserden müessire intikal kabiliyetidir. Yani, ben bir resmi görüyorum, ama ressamı görmemişim. Resim eserdir, ressam da müessirdir. O resme baktığım zaman, bu resmi yapan insan olgun bir insan mı? Çocuk mu? Sinirli mi? Huzurlu mu? Bunu bile sezerim. Niçin? İnsanım, bana eserden müessire intikal kabiliyeti verilmiş onun için. Niye böyle yapmış Rabbimiz? Önümüze bu kâinatı eser olarak koymuş. “Benim bu eserime bakın, Beni tanıyın. Size bu kabiliyeti onun için veriyorum!” buyurmuş. Bundan dolayıdır ki, bu kâinata baktığımız zaman Rabbimizi tanımamız lazım. Biz inancımız gereği Rabbimizi 99 muhterem ismiyle, Esmaül Hüsna ile tanırız. Demin söylediğim gibi, şuradan gökyüzüne baktığımız zaman sonsuz bir gökyüzü görüyoruz. Bu gökyüzü sonsuz olduğuna göre, bunu yaratan Rabbimiz de sonsuz büyüktür. Esmaül Hüsna’nın bir tanesi “El-Azim.”dir Ya Rabbi, Sen sonsuz büyüksün, çünkü eserin sonsuz büyük. Eserine bakıyorum, Senin hakkında bilgi sahibi oluyorum. Sen bu eseri hiç yoktan var ettin. Şu sonsuz kâinatı yoktan var eden kudret ve Zat olarak Sen her şeye kadirsin Ya Rabbi, “Kün” dersin, oluverir. Neden? E, bu kâinatı yarattığına göre elbette her şeyi kolaylıkla yaparsın. Her şeyi yapman mümkündür. “El-Kâdir” Esmaül Hüsna’dan diğer bir ismi şeriftir. Kâdir demek; her şeye kâdir olmak demektir. El-Kâdir, Rabbimiz onun için her şeye kâdirdir. Bu kâinata baktığımız zaman, Rabbimizin bu sıfatını görüyoruz. Bundan başka, şu sonsuz gökyüzünün içerisinde hiçbir kırık-çatlak var mı? “Sen de kardeşim şuraya bakma. Müteahhidin malzemesi yetmemiş, orayı da idare etmiş. Burada güzel yerler var, buraya bak” diyeceğimiz bir uyumsuzluk var mı? Hayır. Sonsuz bir kâinat, her taraf uyum, hak ölçüsü içerisinde, mükemmel, eksiksiz-noksansız olarak yaratılmış. Öyleyse “Ya Rabbi, Sen de mükemmelsin, Kemal sıfatıyla muttasıfsın, hiçbir eksiğin noksanın yoktur. Subhanallah” demeye mecburuz gökyüzüne baktığımız zaman. Böylece Rabbimizin Esmaül Hüsna’sını hatırlamak, görmek, idrak etmek imkânına sahip oluyoruz, eserden müessire intikal kabiliyeti sayesinde. Bizim gibi basit insanlar, gökyüzüne baktıkları zaman 99 Esmaül Hüsna’dan 3 tane, 4 tane, 5 tanesini görür idrak ederler. Arif olan insanlar ise, 99 Esmaül Hüsna’nın hepsini görürler. Onun için Cenab-ı Allah, kendisini görmeye dayanamadığımız için, eserini önümüze koymuş. “Buna bakın, bunun vasıtasıyla Beni tanıyın. Çünkü Beni görmeye dayanamazsınız.” Bundan dolayı bize, eserden müessire intikal kabiliyeti diye bir kabiliyet vermiş, bir.

İkincisi; bizi nebatlardan, hayvanlardan üstün yaratmış, 4 tane kabiliyet vermek suretiyle farklı ve faziletli kılmış. 1- Biz insanız, doğruyla yanlışı ayırabiliriz, hayvanlar doğruyla yanlışı ayıramazlar. Onun için bizim ilmimiz vardır, hayvanların ilmi olmaz. “Bak, şu geçen kediyi görüyor musun? Çok büyük âlimdir ha!” diyen çıkmaz. Neden? Hayvanların ilmi olmaz ki âlim olsun. 2- Biz, güzelle çirkini, iyiyle kötüyü ayırıyoruz. Havyanlar bunu ayıramaz. Nerden biliyoruz? Mesela parkta gezerken önümüze bir kedi çıktı, “Acaba ne yapacak” diye merak ettik. Şu karşıki köşeye kadar gitti, geri döndü, aradaki güzel güle baktı “Ne güzelmiş” dedi sonra yoluna devam etti.” Böyle bir olay yaşıyor muyuz? Yaşamıyoruz. Neden? Kedi parkta dolaşır ama güzellikleri ayıramaz. Güzelliklerle çirkinlikleri ayırma kabiliyeti insanoğluna verilmiş, hayvanlara verilmemiş. Bu sebepten dolayı insanoğlunun dini vardır, ahlakı vardır. Hayvanların dini ve ahlakı olmaz.“Şu kediyi görüyor musun? Çok dindardır. Bu gece de sabaha kadar namaz kılıp zikir yapmıştır” diyene rastlanmaz. Kedinin dini olmaz çünkü kedi güzelle çirkini, iyiyle kötüyü ayıramaz. Bunu ayıramayan bir mahlûkun da dini ve ahlakı olamaz. 3- Nebat ve hayvanlardan üstün olmamız için bize, faydalıyla zararlıyı ayırma kabiliyeti verilmiştir. Hayvanlar, faydalıyla zararlıyı ayıramazlar. Siz kedilerin hiçbir ormanın, bir parkın kenarında kendilerine bir mama fabrikası kurduğunu gördünüz mü? Niye kuramıyor? “Ne yaparsam benim için daha faydalı olur?” bilemiyor ki. Faydalıyla zararlıyı ayıramıyor. Faydalıyla zararlıyı ayıramayan mahlûkun, ekonomisi olmaz. Bu nimet, bize bahşedilmiştir. Onun için insanların ekonomisi vardır. 4- İnsanlar zulüm ve adaleti ayırırlar, hayvanlar zulüm ve adaleti ayıramazlar. Onun için insanların hukuku ve siyaseti vardır, hayvanların hukuku ve siyaseti olamaz. Buraya kadar anlattıklarımızı özetlersek: Eserden müessire intikal kabiliyeti, bir. Doğruyla yanlışı ayırma kabiliyeti, iki. Güzelle çirkini ayırma kabiliyeti, üç. Faydalıyla zararlıyı ayırma kabiliyeti, dört. Zulümle adaleti ayırma kabiliyeti, beş. Bundan başka, bize, bir başka nimet daha verilmiş, insan olmamız hasebiyle. Böylece de, meleklerden de üstün olmuşuz. Nedir bu kabiliyet? İrade-i Cüz’iye! Melekler robot gibidir; Cenab-ı Allah ne emrederse onu yaparlar. Hâlbuki insanoğluna gelince, “Bak kulum, Ben sana doğruyla yanlışı ayırma kabiliyeti verdim. Şu hayır, şu şer, ayırabiliyorsun değil mi? Şimdi seni serbest bırakıyorum. İstersen hayra hizmet et iyi insan ol, benim rızamı kazan, mükâfatını gör. İstersen şerre hizmet et, cezanı çek” denilmiş. Neden böyle yapmış Cenab-ı Allah? İnsanları şereflendirmek için. “Kulum, kendi iradesiyle hayrı seçti. Onun için sevap almaya, mükâfat almaya layık oldu” denilebilsin diye biz serbest bırakılmışız, irade-i cüz’iye ile donatılmışız. Şimdi ben sizinle konuşurken, şu karşı kapıdan içeriye Arçelik’in küçük robotunun yerine uzun boylu ve yakışıklısı, içindeki makineleri çalıştırarak takır takır takır yürüyüp şuraya gelse. Benim önüme bir bardak kahve koysa:“Efendim, ben sizin hizmetkârınızım, dışarıda oturuyorum. Şu zile bastığınız zaman koşar gelirim. Kahvenizi getirdim, afiyet olsun” dese, karnındaki teyp ile konuşuverse; ve terbiyesinden dolayı da geri geri yürüyerek çıkıp gitse.. Ben de bunu görsem. Bir robot gelmiş, takır takır, bunları koyuyor, terbiyesiyle geriye çıkıp gidiyor! Ne yaparım? Çok af edersiniz, derim ki: “Ulan, vay canına be. Şu Japonları görüyor musun yav? Adamlar amma robot yapmışlar!” Dikkat buyurun, ben robotu methetmiyorum. Ya? Japon’u, yani onu yapanı methediyorum. Bundan dolayı, robot olmak değil, irade-i cüz’iye sahibi olup hayrı seçmektedir marifet. İşte bu marifet insanlara bahşedilmiş. Böylece eşrefi mahlûkat olmuşuz. Nimetler bunlarla bitmiş mi? Hayır, bitmemiş. Asıl en büyük nimet olarak, yedinci bir nimet olarak Cenab-ı Hak bize İslam’ı göndermiş. “Bak kulum, Ben sana bu kabiliyetleri verdim ama sen sadece bu kabiliyetlerle ve kendi aklın sayesinde saadet yolunu kendin bulamazsın. Ben ise yaptığımı eksik bırakmam. Şimdi sana ayrıca saadet yolunu gösteriyorum.” demiş ve İslam nimetini göndermiştir, insanlara yedinci nimet olarak. 7 tane büyük nimet dolayısıyla, biz bu kâinattaki bütün mahlûkların içerisinde eşrefi mahlûkat, bunların en şereflisi, en mükemmeli olmuşuz. “E, iyi güzel, Rabbimize teşekkür ederiz. Bu nimetleri bize vermiş, memnun olduk... Hadi gel Fener-Galatasaray maçını konuşalım” diyemeyiz. Neden? Bana bak, bu nimetler için sen bir ücret ödedin mi? Hayır. Bu nimetler sana emaneten verildi. Sen bu nimetlere teşekkür borçlu değil misin? E, nasıl teşekkür edeceğiz Rabbimize? Onu biz bilemeyiz. Nasıl teşekkür edeceğimizi Kendisi, Kendi kitabında bildirmiş. “Şunları şunları yapacaksınız!” demiş, onları yaptığımız zaman Rabbimize teşekkür etmiş oluruz. En fazla bildirmiş olduğu: “İnsanların saadeti için çalışın” diyor. En fazla verdiği emir, teşekkür için: “Siz de başkalarının iyiliği için çalışın. Ben size bu iyilikleri yaptım, siz de başkalarının iyiliği için çalışın” buyuruyor. Biraz evvel bir film gösterildi, Afrika’daki aç insanlar. Biz Müslümanız, Afrika’daki insanın aç kalması dahi bizim yüreğimizi sızlatır, bizi mes’ul tutar; biz kendimizi bundan mes’ul sayarız. İşte Müslümanlık demek bu demektir. Müslümanlık iyiliktir ve bütün insanların saadetini istemektir. Bu da lafla olmaz, çalışmakla olur. Ben bunları niye konuşuyorum Allah aşkına? Bak, şu suallerin cevaplarını vermek için. Biz burada toplandık, biz neyiz? Yüceliğinden dolayı, yaratması lazım geldiği için yarattığı bu kâinat içerisindeki mahlukattan bir zerreyiz, bir hiçiz. Peki kimiz? Ama eşref-i mahlukatız. Bize verilen nimetler dolayısıyla mahlukların en şereflisiyiz. Peki, niye toplandık? Bir araya geldik, ne yapıyoruz biz? Rabbimizin verdiği bu nimetlere şükrediyoruz. Cenab-ı Hak bizi, toprağın içerisindeki bir yılan olarak da yaratabilirdi, bir solucan olarak da yaratabilirdi. Öyle yaratmamış, en şerefli mahluk olarak yaratmış. Elbette Rabbimize şükredeceğiz. Nasıl şükredeceğiz? Bir araya geleceğiz, el birliğiyle bütün insanlığın saadeti için çalışacağız! İşte, biz bu vazifeyi yapmak için, bir araya gelip çalışan insanlarız Elhamdülillah. Bizim diğer kuruluşlardan temeldeki farkımız budur. Onlar, milletvekili olmak için, ihale almak için, işini kotarmak için çalışırlar; biz Allah’ın rızasını kazanmak için çalışırız!

Hak Davamız ve Cihat Anlayışımız

Bir kere daha tekrar ediyorum: Neyiz biz? Yüceliğinden dolayı bu kâinatı yaratması lazım geldiği için, Rabbimizin yarattığı kâinattaki mahlukattan bir zerreyiz. Ama nasıl bir zerreyiz? Eşref-i mahlukatız! Bir araya geldik, ne yapıyoruz? Rabbimize şükrediyoruz verdiği nimetlerden dolayı, kulluk vazifemizi yapıyoruz. Niçin yapıyoruz? Çünkü bu nimetlere şükür borcumuz var da onun için. Avans almış müteahhit konumundayız, avansın taahhüdünü yerine getirmeye mecburuz! Ondan dolayı bu çalışmaları yapmak mecburiyetindeyiz. Niçin çalışıyoruz biz? Allah’ın bütün kulları saadet bulsun, yeryüzünde Hakkın, adaletin hâkim olduğu bir düzen kurulsun, Allah’ın rızasını kazanalım ve mükâfatına nail olalım! Allah rızası için çalışıyoruz. İşte, Milli Görüş demek bu demek, bu inançla çalışmak demek, bu inançla bir araya gelmek demek. Ve illa, çalışıyoruz ama nasıl çalışacağız? Bu yaptığımız çalışmanın kıymeti nedir? Bu mübarek Ramazan gecesinde bir sohbet ediyoruz. Bundan dolayıdır ki bütün insanlığın saadeti için çalışmanın ne kadar kıymetli bir şey olduğunu size, İmam Mevdudi Hazretlerinin naklettiği bir Hadis-i Şerifle belirtmek istiyorum. İmam Mevdudi Hazretleri, Pakistan’daki Cemaati İslami hareketinin kurucusudur. 4 ciltlik cihat kitabı vardır. Bu cihat kitabının birinci cildinde şunu anlatıyor: Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam, bir bölgeyi ziyaret edip şereflendirdiler. Halk sokaklara döküldü, iğne atsan yere düşmüyor. Kalabalıklar koşuyor; Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın elini öpüp şefaatine nail olmak için. Bu kalabalıklar arasında bir de bir âlimler grubu vardı. Bu âlimler grubu, ziyarete giderken kendi aralarında konuşuyorlar, diyorlar ki: “Rastgele bir yere gitmiyoruz. Allah’ın Sevgilisi’nin huzuruna gidiyoruz. Biz, ilimle meşgul olan insanlarız. Bilmediğimiz pek çok şey var. Asıl bu fırsatı bulmuşken bilmediğimiz ne varsa soralım, öğrenelim. Ama fazla sual sorup rahatsız etmeyelim. O zaman da günaha gireriz. Bir tek sual soralım. Ne soralım? (İmam Mevdudi Hazretlerinin kitabından naklediyorum, Hadis-i Şerif olarak) Şunu soralım. Ya Resulullah Siz: “Namaz dinin direği, cihat da zirvesidir!” buyuruyorsunuz. “Bütün insanlığın saadeti için çalışmak dinin zirvesidir!” buyuruyorsunuz. Acaba bunun gibi dinimizde başka kıymetli hangi ibadetler var? Bunları da bize söyler misiniz? Bunu öğrenelim kâfi” diyorlar. Gidiyorlar, elini eteğini öpüyorlar, duasını alıyorlar. Ayrılırken alimlerin başkanı geri dönüyor: “Ya Resulullah Siz Hak Peygambersiniz. Bölgemize şeref verdiniz. Bizi kabul buyurdunuz, elinizi öptük, inşaallah şefaatinize nail olacağız. Bundan büyük nimet mi olur? Bize en büyük nimeti bahşettiniz. Allah Sizden razı olsun. Bir insan bir kimseden bu kadar büyük nimet alırsa artık buna ilaveten bir şey istemeye yüzü olmaz. Bunu biz biliyoruz ama Siz büyüksünüz biz küçüğüz. Yoldan geldiğimiz için, birbirimize söz verdiğimizden dolayı müsaade buyurur musunuz? Bütün bu nimetlere ilaveten Size bir sual soralım? “Buyurun” dedi Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam. Dediler ki, Siz: “Namaz dinin direği, cihat da zirvesidir!” buyuruyorsunuz. Acaba Cihat ibadeti gibi kıymetli daha başka hangi ibadet vardır?” Bunun üzerine Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam, bu suale bir başka sualle cevap verdiler. Dediler ki: “Siz bir kul olarak her gün sabahtan akşama kadar nafile namaz kılmaya ve oruçlu olmaya, akşamdan sabaha kadar da sürekli teheccüt namazı kılmaya ömrünüz boyunca kesintisiz olarak muktedir misiniz?” Bu sual üzerine Ashabı Kiram bir an durdu düşündü: “Ya Resulullah, bunu yapamayız. Dişimizi sıksak uğraşsak, bir saat iki saat ancak dayanırız” dediler. Bunun üzerine Efendimiz (SAV): “Eğer bunu yapabilseydiniz, işte bu ibadet ancak cihat ibadeti kadar kıymetli olurdu!” Şimdi siz bu akşam bu iftara cihat niyetiyle; bütün insanlığın saadetine hizmet için koştunuz geldiniz. Şu gelişiniz var ya, ömür boyu namaz kılıp oruç tutmak gibi size sevap kazandırıyor. Hele böyle mübarek Ramazan ayında. Deminki filmde gördüğümüz aç insanları kurtarmak, zulümleri ortadan kaldırmak ve bütün insanların insanca yaşamasını sağlamak için çalışmak ve iyi insan olmak için çırpınıyorsunuz. Böylece en kıymetli bir ibadet işliyorsunuz. İşte şimdi Cenab-ı Allah’a sonsuz şükürler ediyoruz ki bu şuuru bize vermiş ve bunu yapmak için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Ve de çok şükür, Rabbimizin lütfuyla içimizde pek çoğumuz tam 40 senedir bu inançla çalışıyor. Allah hepimize bu söylenen ecirleri, bu en büyük sevapları nasip buyursun inşaallah. Şimdi bu çalışma, bu kadar kıymetli bir çalışma ama, bu çalışmanın kaideleri var, kuralları var. Ben şimdi şurada, kulağımın üzerine yatıp kalksam gelsem, “Ne yaptınız Hocam orada?” deseniz. “Namaz kıldım” desem bana ne dersiniz?“Hocam, hiç kulağınızın üzerine yatarak namaz kılınır mı? (Haşa) Sen deli misin?” Desem ki: “Niye kılınmasın yav? Namazı, Rabbimizi tazim için kılmıyor muyuz?” Sen rüku, secde, kıraat okuyarak tazim ediyorsun, ben de kulağımın üzerine yatarak tazim ediyorum. Gaye tazim olduğuna göre şeklin ne kıymeti var. Sana ne, ben de böyle yapıyorum” desem ne diyeceğiz bu kimseye? “Bana bak arkadaş, sen bunu ne için yapıyorsun. Cenab-ı Allah’ın rızası için. Bak, Cenab-ı Allah namaz kılmayı bize emretmiş ama o namazı nasıl kılacağımızı da ayrıca bir, bir, bir şartlarıyla bildirmiş.” Bundan dolayı, biz insanlığın saadeti için çalışmaya mecburuz ama bu çalışmayı nasıl yapacağımızı da bilmek mecburiyetindeyiz. Bu çalışmayı, bu söylediğimiz şekilde insanlara faydalı olmak için yapabilmek için 10 tane şarta riayet edeceğiz:

Çalışma Esaslarımız:

1- Bu çalışmayı tek başına yapamayız. Hep beraber, toplum olarak olur. Kendi kendine çalışma olmaz. Her türlü tefrika, ayrılık, bu çalışmayı sekteye uğratır, bundan dolayı men edilmiştir. Hep beraber olacağız, bir arada olacağız. Allah’ın ipine hep beraber sarılacağız ve böylece bütün insanlığın saadeti için yeryüzünde hak ve adaleti tesis edeceğiz. Buna ittifak denir; bir araya geleceğiz. Topluma dâhil olacağız, kendi kendimize yapamayız.

2- Bu topluma katılırken ihlas sahibi olacağız, Allah rızası için katılacağız. Milletvekili olmak için değil, ihale almak için değil. Ya? “Bütün insanların hepsi saadet bulsun, yeryüzünde hak ve adalet hâkim olsun, ben bu iyiliği yapayım Allah’ın rızasını kazanayım” diye gelip bu topluluğa katılacağız.

3- İttika sahibi olacağız: Allah’tan korkacağız. Bu topluluğa katıldıktan sonra, Allah’tan korkan kimse gibi hareket edeceğiz. Ne demek bu? Dedikodu yapmayacağız, gıybet etmeyeceğiz, iftira atmayacağız. Güleryüz göstereceğiz, herkese iyilik yapacağız. Allah’tan korkan bir insan nasıl hareket ederse, bu toplumun içinde öyle hareket edeceğiz. İttika: Allah’tan korkmaktır.

4- İyi ahlak sahibi olacağız: Bu toplumun içerisinde iyi ahlak numunesi göstereceğiz. Edepli, terbiyeli olacağız, nazik olacağız. Yalan konuşmayacağız. Dürüst olacağız. İyi ahlakın bütün gereklerini yerine getireceğiz.

5- Vazifemizi dikkat ve itina ile yapacağız, bu ihsandır. İhsan demek ibadeti güzel yapmak demektir. Bütün herkes, bu toplumdaki görevini dikkat ve itina ile yapacak.

6- İşlerimizi istişare ile yapacağız. İstişarede bereket vardır. İstişare demek, vesayet demek değildir.

7- Emir ve kararlara itaatli davranacağız: İstişare yapıldı, başkanımız fikirlerimizi aldı, topladı. Değişik birçok fikirler çıktı. “Fikirlerin değişikliği rahmettir”buyuruyor Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam. Ama tefrika, ayrı ayrı ondan sonra hareket etmek yasaktır. O fikirler değişik olur, başkanımız onları dinler, kendisi Allah’tan korkan bir kimse olarak içtihat yapar, kararını verir. Yedinci şartımız o karara uymak, itaat etmektir.

8- Sadakatten ayrılmayacağız. Sadık olacağız. Sadakat, insanlar için çok mühim bir sıfattır. Es-Sadık, Cenab-ı Allah’ın Esmaül Hüsna’sındandır. O kadar mühim. Sadık, Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın mübarek isimlerinden biridir. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Azimüşşan’da “Sadıklarla beraber olun” diyor. Bundan başka sadıkları, hicret edenlerle beraber sayıyor, o kadar büyük mertebede gösteriyor. Tarihe baktığımız zaman, sadakatin önemini daha iyi anlıyoruz; Viyana’nın kuşatılmasında, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa geldi, Viyana’nın önündeki dağın tepesine çıktı. Şöyle bir baktı, dedi ki: “Burası bir muhasara ile alınabilecek bir şehir.” Bir kalenin içinde bulunuyor, etrafında da Tuna Nehri akıyor. Bir tane de köprü var. Bu köprü açılırsa içerideki halk dışarı çıkabiliyor. “Öyleyse biz, insan öldürmeyi istemeyiz. Biz Müslümanız, muhasara edelim, erzakları bittikleri zaman teslim olsunlar. Kendilerine bir kötülük yapmadan onlara yapacağımız iyiliği yapalım.” Kararını aldı ve muhasarayı başlattı. Ancak bu muhasara esnasında bu köprünün açılmaması lazımdı, eğer açılırsa Viyanalılar dışarı çıkarlar, onlar Osmanlı’yı kuşatırlardı. Onun için köprünün başına çok kuvvetli bir muhafız koymak lazımdı. En muharip birliklerini oraya koydu ve onların başkanına da tembih etti: “Bak, bu köprüyü açarsan bütün dünya mahvolur. Sana bu kadar önemli bir görev veriyorum. Sakın Viyanalıların rüşvetine aldanmayacaksın!” tembihini yaptı. Buna rağmen, o komutan Viyanalıların rüşvetine aldandı, köprüyü bir gece indirip açtı. Viyanalılar dışarı çıktılar, Osmanlı bir uyandı, baktılar ki kendileri Viyana’yı kuşattım derken Viyanalılar kendilerini kuşatmışlardı. 2.Viyana Kuşatması böylece hedefine ulaşamadı. Ulaşamayınca ne oldu? Avrupa, dalaletten ve zulümden kurtulamadı. O günden bu güne kadar Avrupa’daki bütün insanlar cehenneme gidiyor, o insanın sadakatsizliği yüzünden. Rüşvet alıp köprüyü indirmesi yüzünden. Ne büyük bir bedbahtlık, Allah muhafaza buyursun. Sadakatsizlik, en büyük bedbahtlıktır. Buna mukabil, Napolyon, bütün Avrupa’yı fethetti, Moskova’yı aldı. Artık dünyaya hâkim olması için, Osmanlı kalmıştı. Osmanlı’yı da gelip yenmesi, işgal etmesi lazımdı. Mısır’a çıkartma yaptı. İstanbul’a yürümeye başladı dünyaya hâkim olmak için. Padişah halk meclisini topladı, bütün paşalara vezirlere sordu, dedi ki: “Ne yapacağız?” Dediler ki:“Efendim, iki şart lazım. 1) Napolyon’un ordusunu yenecek bir askeri dahi lazım. 2) Napolyon, bütün Avrupa’yı aldığı için çok zengin. Ondan rüşvet almayacak, Viyana’daki gibi yapmayacak sağlam karakterli bir insan lazım. Biz Napolyon’u yenecek dahi askeri biliyoruz, Cezzar Ahmet Paşa. Fakat rüşveti alıp almayacağı manevi bir şeydir, karışamayız. Ona siz karar vereceksiniz.” Padişah, Cezzar Ahmet Paşa’yı çağırdı: “Gel bakalım buraya. Bak, bütün insanlığın saadeti söz konusu. Seni, Napolyon’a karşı orduların kumandanı yapacağım. Ancak, rüşvet almayacaksın. Her türlü altın, pırlanta bütün zenginlikler Napolyon’un elinde. Sana pek çok şey vadedebilir. Bunlara aldanmayacağına söz verirsen seni kumandan tayin edeceğim!” dedi. Cezzar Ahmet Paşa dedi ki: “Padişahım, ben Müslümanım. Ben, emirime ihanet etmem. Ondan dolayı bana güvenebilirsiniz. Bu görevi layık görüyorsanız emir buyurun, ben bu görevi yapayım!” Padişah, buna itimat etti, görevi verdi. Gitti, Napolyon’u denize döktü. İnsanlığı bir zalimden kurtardı. Ve böylece, sadakatinden dolayı, Allah’a şükürler olsun işte İslam bu günlere geldi ve bütün insanlığa saadet getirecek inşaallah. Size tarihten iki tane misal veriyorum. Birisi sadakatsizlik yaptığı için bütün Avrupalılar cehenneme gidiyor, ne büyük bedbahtlık. Öbürü sadakat gösterdiği için bütün insanlığın kurtuluşuna vesile olmanın sevabını kazanıyor, ne büyük şeref. Sadakat, sadakat, sadakat. “Bütün insanlığın saadeti için çalışırken, 10 tane şarta dikkat edeceğiz” dedim. 8 tane şartı saydım. Hepsi de “i” harfiyle başlıyor. 7 tanesini saydım, 8’inciyi söyledim. Bir diğeri de:

9- İnfaktır. Yani, bu çalışmalara para vermeye mecburuz. Fitre vereceğiz, zekât vereceğiz, sadaka vereceğiz ve bütün insanlığın kurtuluşu için yapılan bu çalışmalara para vereceğiz. İyi insan olmanın şartlarından bir tanesi de budur. Buna infak denir, infak. Bir diğer şart da:

10- Bütün diğer görevlerimizi de beraberce teşkilat şuuru ve ekip huzuruyla yapacağız. Saadet için lüzumlu olan görevleri beraberce yapacağız. Onları da ihmal etmeyeceğiz. Bunları yaptığımız zaman bu yaptığımız iş en büyük ibadet olur ve ömür boyu namaz kılıp oruç tutmak gibi her bir seferde sevap kazanılır. Bunlar yapılmayıp da şayet içinden pazarlık yaparsan, “Efendim, ben şöyle bir plan kurayım, şunları temizleyeyim. Şu şekilde bir şekil vereyim. Bunu istediğim şekle sokayım” der de mutlak gerçeklerden ayrılacak olursan, o zaman o yaptığın iş cihat olmaz, ifsat olur. İfsat, ifsat. Binaenaleyh, bütün çalışmalarımızda bunlara dikkat etmek mecburiyetindeyiz. Çünkü bütün insanlığın kurtuluşu bizi bekliyor. Neden bütün insanlığın kurtuluşu bizi bekliyor? Çünkü kısaca, bu mübarek Ramazan gecesinde kucaklaşırken, bir ikinci bölüm olarak buna temas etmek istiyorum.

İslam’da ve Batı’da “Hak” Anlayışı

Niçin bütün insanlığın kurtuluşu bizi bekliyor? Napolyon dünyaya hâkim oldu, saadet getirebildi mi? Hayır. Hitler, bütün gücünü eline aldı. Saadet getirebildi mi? Hayır. Stalin getirebildi mi? Hayır. Getirebilir mi? Getiremez. Saadetin bir tek kaidesi vardır; o da bizim inancımızın ulvi prensipleridir. Bunlara bağlı olursanız saadeti bulursunuz, bağlı olmazsanız saadeti bulamazsınız. Bunları bilmeden saadet olmaz. Ondan dolayıdır ki asırlar boyu bizim ecdadımız saadet dünyasını kurmuşlardır. İnancıyla, inancının ulvi prensipleriyle bunu başarmışlardır. Bugün de yeryüzündeki zulüm karşısında yeniden bir saadet dünyasını kurma vazifesi, işte onların torunları olarak, aynı inanca sahip insanlar olarak, Milli Görüş’e bağlı insanlar olarak bizlere düşüyor. Bu, en büyük şereftir. Aynı zamanda da en büyük mes’uliyettir.

Nedir bizim inancımızın temel esaslarıyla diğer partilerin, diğer görüşlerin temel esasları arasındaki fark? Önce hak anlayışındadır. İki türlü hak anlayışı vardır. Bir tanesi, Peygamberlerin insanlara öğrettiği doğru hak anlayışıdır. Öbürü ise, Firavunların uyguladığı yanlış hak anlayışıdır. Doğru hak anlayışına göre hak, şu dört sebepten doğar:

1- İnsan olmak, hak sahibi olmak için yeterli bir sebep sayılır. Her insanın temel hakları vardır.

2- Emek de bir haktır. Ben senin külfetini azaltmışım, nimetini çoğaltmışım, işinde çalışmışım. Sen bana borçlu olursun.

3- Karşılıklı rızayla yapılan anlaşmalara da bağlı kalmalıdır. Bu anlaşmalardan dolayı karşılıklı ve haklı vecibelerimiz doğmaktadır.

4- “Adalet” de bir hak sebebi olmaktadır. Yani, üç tane adam çalıştırmışım. İkisine yevmiye 500 lira vermişim. Üçüncü de aynı işi yapmış, ona da 500 lira verme mecburiyetim vardır. Neden? Adalet bunu gerektirir de onun için. Hak ancak bu dört sebepten doğar. Bundan başka hiçbir sebepten doğmaz. O kadar mühim bir şey konuşuyoruz ki, Âdem Aleyhisselam’dan beri, yeryüzündeki bütün ıstırapların hepsinin temelinde bu yanlış hak anlayışı yatıyor. Firavunlar “Ben İlah’ım. Öldükten sonra dağ gibi mezar isterim. Vücudunuz büyüklüğünde taşları taşıyıp benim mezarımı yapacaksınız” derken, “Ben size işkence yapıyorum” diye yapmadı. Ya? “Benim hakkımdır, sizin de vazifenizdir” sandı. Hak anlayışı yanlış olduğu için bunları yaptı. Neden? Çünkü Firavunların bozuk ve batıl hak anlayışlarında şu 4 şey hak sebebi sayılmıştı:

1- Kuvvet: “Kuvvetim var, kafamın estiğini yaparım” Hayır! Kuvvet, hakkı koruduğu kadar kıymet taşır. Hakkı bozarsa, kuvvet o zaman zulüm olur. Zulüm aracı olur. Kuvvetin var diye istediğini yapamazsın. Hakka riayet edeceksin, Hakkı üstün tutacaksın, kuvveti değil.

2- Çoğunluk: “Çoğunluk bende, istediğimi yaparım.” Hayır, azınlığın da bir sürü insan hakları var. Bunları koruyacaksın. Çokluk hak sebebi olamaz.

3- İmtiyaz: “Efendim, ben beyazım sen siyahsın, ben arabaya bineceğim, sen iteceksin. Ben Romalıyım sen taşralısın, sen bana selam duracaksın.” Yani kendini imtiyazlı sayıyor, ayrımcılık yapıyor. Öyle hak sebebi olmaz, imtiyaz hak sebebi olamaz.

4- Menfaat: “Efendim, benim menfaatim var, öyleyse hakkımdır” düşüncesi batıldır, yanlıştır, haksızlıktır. Mesela, bundan önce Bush: “Irak petrollerinde menfaatim var, buraya asker çıkartırım. Bu benim hakkımdır” diyordu. Neden? Yanlış bir zihniyetle, Firavuni zihniyetle yetişmiş de ondan. Balıklar Güneş’i ve gökyüzünü tanımazlar. Onun gibi bu Batılılar da Hak anlayışını kavrayamazlar. Çünkü görmemişler, bilmiyorlar. Alıp okutmak, öğretmek mecburiyetindeyiz bunlara Hak anlayışını. Şu Bush, terbiye edilmemiş bir aygır gibi hep etrafını tekmeledi durdu. “Ben bunları hakkım olduğu için yapıyorum”zannediyordu. İşte zulümler bu yanlış Hak anlayışından çıkıyordu. Bu sebepten dolayıdır ki, insanlara saadet getirebilmek için doğru Hak anlayışına sahip olmak gerekiyor. Bu ancak Milli Görüş’tedir, bunun için saadet ancak Milli Görüş’le gelir.

Hak – Batıl Medeniyetlerinin Hâkimiyet Aşamaları

Şimdi insanlık tarihinin kısa bir tablosuna bakalım. Avrupalılar, “Tarih yazıyla başlar”diye kabul ederler, “Yazı da Mezopotamya’da bulunmuştur” derler. Milattan 2500 sene önce. Mezopotamya’da Nemrut’lar vardı, zulüm yapıyorlardı. Bu Nemrut’ların en kuvvetli olduğu bir anda, Cenab-ı Allah İbrahim Aleyhisselam’ı gönderdi, Hakkı üstün tutan bir medeniyet kuruldu. Bu medeniyetin en kuvvetli olduğu anda, Mısır kuvvetlendi, Kadeş Harbi yapıldı ve harbi Mısırlılar kazandı, teknik üstünlüklerinden dolayı. Çünkü arabaları demir tekerlekliydi, iki kişi arabaya biniyordu, biri sürüyor, diğeri ok atıyordu. Mezopotamyalılarınki ise taştan tekerlekliydi, çok ağırdı ve batıyordu. Sadece bir kişi binebiliyordu, hem kullanması hem de ok atması mümkün olmadığı için Mezopotamyalılar yenildiler ve Firavunlar, dünyaya hâkim oldular. Firavunların en kuvvetli olduğu anda Cenab-ı Allah Musa Aleyhisselam’ı gönderdi, tekrar insanlığa bir saadet medeniyeti kurdurdu. Musa Aleyhisselam’ın en kuvvetli olduğu anda bu sefer Yunanlılar yavaş yavaş kuvvetlendi. Yunan’ın en kuvvetli olduğu anda Cenab-ı Allah İsa Aleyhisselam’ı gönderdi, yeniden saadet medeniyetini kurdu. Ve İsa Aleyhisselam’ın medeniyeti devam ederken, Roma kuvvetlendi. Roma’nın en kuvvetli olduğu anda ise Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam geldi ve kıyamete kadar insanlara saadet yolunu gösterdi; İslam Medeniyeti devri başladı. İnsanlık böylece, saadet içerisinde yaşarken 1683’teki sadakatsizlik yüzünden, Viyana kuşatması hedefine ulaşılamayınca, maddi güç Irkçı Emperyalizm’in eline, Siyonizm’in eline geçti. 350 seneden beri kendi zulüm düzenlerini kurdular ve maalesef dünyamızı mahvettiler. Şimdi bugün, şu işaret edilmiş olan dönüm noktasındayız. Bundan dolayı, ya Siyonizm’in emrine girip hepimiz köle olacağız, Allah muhafaza buyursun, veya Milli Görüş’e sarılıp, ecdadımız gibi bütün insanlığı kurtaracağız. İnşaallah, mübarek Ramazan’dayız. Hem dua olarak, hem inanç olarak, Milli Görüş vasıtasıyla Türkiye’miz ve insanlık kurtulacaktır, buna inanıyoruz ve Allah’tan niyaz ediyoruz. Yakın tarihimize bir bakacak olursak, Asrı-ı Saadet’te İslam dünyaya hâkimdi, bir saadet dünyası yaşanıyordu. Hulefayı Raşidin’de öyle; Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar. Ama 1683’te fırsat ve güç Irkçı Emperyalizm’in eline geçti. 350 senede dünyayı mahvettiler. Şimdi dönüm noktasına geldik.

Siyonizm’in Teşkilat Yapısı, Zulüm ve Sömürü Çarkı

Burada da tarih itibarıyla, bir kere daha grafik olarak 1000 yıllık tarihi gözden geçirmiş oluyoruz. Maddi güç, Irkçı Emperyalizm’in eline geçti de ne oldu? Siyonizm, faizci kapitalist nizam vasıtasıyla bütün insanları sömürdü. Doları dünya parası yaptı. İşbirlikçiler Teşkilatını kurdu ve insanlığı mahvetti. Bugün insanlığın hangi noktaya geldiğini Birleşmiş Milletler raporundan öğreniyoruz. Bu raporu size madde madde okuyacak değilim. Sadece, şu mustaz’aflar kısmında, ikinci sayfada; bugün dünya nüfusunun üçte biri, 2 milyar insan, açlık, hastalık, kötü beslenme, ihtiyaç içinde yaşıyor. Her gün 150 bin insan yetersiz beslenmeden ölüyor, bunların 40 bini çocuktur. 800 milyon insan her gün aç yatıyor. Yaklaşık 500 milyon insan kötü beslenmeden dolayı hastadır. Demin Afrika’daki sefaleti, film halinde gördünüz. 1 buçuk milyar insan, içilebilecek derecede temiz suya sahip değildir. İşte, bunların sonucu olarak; Zimbabve’de insanların bundan 20 sene evvel ortalama yaşamları 59 yıl idi, şimdi 20 senede 32’ye düştü. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre, 20 sene sonra 20’ye düşecek. 5 buçuk milyon nüfuslu bir ülke yavaş yavaş yok oluyor. Irkçı Emperyalizm hala “Ben Zimbabve’nin elmasını, kömürünü nasıl alacağım ve bu aç insanları nasıl sömüreceğim?” diye çalışıyor. Bundan dolayıdır ki, insanlığın hepsini kurtarmak isteyen, bilmelidir ki, bizim inancımızdan başka kurtuluş yoktur. İşin kötüsü Birleşmiş Milletler: “Gelecek karanlık gözüküyor” diyor. Yani bu şartlar, gün geçtikçe daha da kötü oluyor. Böylece insanlar, bir felakete doğru sürükleniyorlar. Nasıl komünizm 80 senede insanlara zulmedip yok olduysa, Siyonizm’in faizci kapitalist nizamı da yok olmaya mahkûmdur, bu nizamla yaşamak mümkün değildir. Peki, komünizm gitti, faizcilik de gitti, ne kalacak geriye? Adil Düzen! Onun için Adil Düzen bir tercih değil; bir zaruret, bir kurtuluş ilacı, kurtuluşun tek çaresidir; başka hiçbir çare yoktur! 350 senede Siyonizm, dünyayı nasıl mahvetti? Önce bir defa Siyonizm, doları dünya parası yaptı. Dolar, Siyonizm’in parasıdır, Amerikan parası değildir. Şu gördüğünüz mühür, Siyonizm’in mührüdür. Üzerinde Latince: “Annuıt Coeptis” yazıyor. “Dünya Hâkimiyetine Ulaşıldı”Neyle? Dolarla. Nasıl kurulmuş bu dolar hâkimiyeti? Altta yazıyor: “Novus Ordo Seclorum” ”Yeni Dünya Düzeni”yle. Neymiş bu Yeni Dünya Düzeni? Şu piramitmiş. Bu piramit neymiş? Bu piramitte 13 kademeli bir işbirlikçiler tablosu, Siyonizm dünyayı böylece yönetiyor. Bakınız, 13 rakamı Siyonistlerce uğurludur. Çünkü “13. Apostol, Havariyun, İsa Aleyhisselama iyi ki ihanet etti” diye onlar seviniyorlar. Avrupa’da 13 numaralı daire yoktur, oda yoktur, asansörün katı yoktur; onlar uğursuz sayarlar Siyonistler ise uğurlu sayarlar.Onun için Siyonistler 13 katlı bir organizasyon kurmuşlar. En altta, halkın gördüğü organizasyon, Rotary Kulüpler, Lions Kulüpler. Bunlar, Türkiye’mizin her tarafını kaplamıştır. Bu kuruluşlara sorarsanız: “Siz kimsiniz, işiniz nedir?” “Biz ağaç dikeriz, burs veririz, talebe yetiştiririz. Hayır cemiyetiyiz” derler. Aslında bunlar nedir? Acemi Erat Muayene İstasyonudur. Yani Anadolu’da bir şehirde herhangi bir insan yavaş yavaş palazlanmaya başladığı zaman, iş görüyor, çalışıyor, kazanıyor, zenginleşiyor, daha da zenginleşmek istiyor. Hemen oradaki Lionsçular, bu zatı tespit ederler. Derler ki:“Sana kredi lazım, kredi verelim” iş böyle başlar. “Biz her hafta Salı günü şehrin en büyük otelinde yemek yaparız. Buyur gel, yemekte konuşmayı dinle” derler. Getirirler, konuşmaları dinletirler. Ondan sonra da: “Bu hafta da sen konuşacaksın” derler, onure ederler. Onu konuştururken, o orada kürsüde konuşurken, buradaki masanın kenarındaki anaç Siyonistler “Biz bu adamı, Siyonizm’e hizmet ettirebilir miyiz?” diye ölçer, biçerler. Hizmet ettirebileceklerine kanaat getirdiler mi, onu üst kattaki mason localarına kaydederler. Onun için acemi erat, bu kuruluşlarda muayene edilir, ondan sonra uygun görülürse üst kattaki localara geçirilir. Bu localar Binai Brit ve Bilderberg adlı iki kuruluş tarafından tanzim edilirler, yürütülürler, kontrol edilirler. Bunların üstü gözükür, altı gözükmez. En üstteyse asıl karar mercii, 300'ler Meclisi vardır.Dünyayı bunlar yönetirler. Bunların üzerinde 33’ler, Haham Meclisi vardır. 13 tane hahamdan müteşekkil Bakanlar Kurulu vardır. 3RT Başkanlık divanı, baş haham ve iki tane yardımcısı vardır. 300’ler kulübü dünyayı idare eder. Bu kulübün başkanı Rockefeller’dir. İngiltere’deki temsilcisi Rothschild’dir. Bunlar tanınmış Yahudi aileleridir. Fransa’daki temsilcisi diğer bir Rothschild’dir. İtalya’daki Agnelli’dir. Japonya’daki temsilcisi Mitsubishi'dir. Böylece, bütün ülkelerdeki 300 tane seçilmiş olan Siyonist, her gün şifreli internetle birbirleriyle konferans yaparlar ve dünya meselelerini görüşüp karar verirler. “Acaba, Türkiye’de AKP’yi devam ettirelim mi? Tayyip’le mi yürüyelim, başkasını mı getirelim?” Buna 300’ler Meclisi karar verir. Dünya böyle idare ediliyor. Ellerinde sonsuz para var ve işbirlikçiler teşkilatı var. Böylece, insanları aldatıp, insanlara istediklerini yaptıracak bir konumda bulunmaktadırlar. 350 senede bir yandan doları dünya parası yapmış, ayrıca kapitalist nizamla bütün parayı toplamış, öbür yandan da işbirlikçiler teşkilatını kurmuş böylece, dünyayı yönetmektedirler. Yönetip de ne yapıyorlar? İnsanları sömürüyor, aç bırakıyorlar: “Siz benim kulum, kölem olacaksınız, ben de Büyük İsrail’i kuracağım, dünyaya hâkim olacağım” diyorlar. Nasıl 6 milyar insanı soyuyor?

Siyonizm’in “karşılıksız para” politikası ve Dolar saltanatı!

Siyonizm, üçkâğıt oyunu oynuyor. Yeşil doları matbaada basıyor, bu kâğıtları getiriyor, petrol şeyhine veriyor, elinden petrolünü alıyor, Türkiye’den pamuğunu alıyor. Amerika’nın içinde 5 trilyon dolar bulunuyor, Amerika’nın dışında ise 5 trilyon dolar dolaşıyor. 10 trilyon kâğıt veriyor, herkesin alın terini sömürüyor. Şimdi o petrol şeyhine arkadan geliyor, diyor ki: “Sana yeşil kâğıt verdim petrolü aldım ya, o yeşil doları bana vereceksin, sana bu sefer sarı bir kâğıt vereceğim. Niye vereceğim? Amerikan dolarına endeksli tahvil vereceğim sana. %5 faizli” diyor. 5 trilyon dolar Amerika’nın dışında, 5 trilyon dolar da Amerika’nın içinde tahvil dolaşıyor. 10 trilyon dolar da, bu sarı tahvil kâğıdıyla insanlığı sömürüyor. Bu almış olduğu yeşil paraları bir kere daha kullanıyor. Bunlar, merkez bankalarında toplanıyor. Bu sefer merkez bankası başkanına geliyor: “Rezervini bana vereceksin” diyor, ona bir beyaz kâğıt veriyor. Türkiye’nin 60 milyar dolar rezervi olduğu söyleniyor. Peki bu para nerde? Rockefeller’in ticaretinde. E, bizde ne var? Merkez Bankasının başkanının masasında “Amerikan Ekspres Bank’ta sizin 20 milyar dolar rezerviniz vardır” yazan bir beyaz kâğıt var. Parayı o kullanıyor ama bir kâğıtla gelip bizi aldatıyor. Böylece Siyonizm, bütün insanlığın üçkâğıt oyunuyla kanını emiyor. Diğer taraftan, nerede para varsa oraya bir pompa koymuş, hortum koymuş, vanasını koymuş sömürüyor. Yani, sen şimdi hacca gideceksin: “Türk Hava Yolları’yla gideyim, param Türkiye’ye gitsin” diyorsun. Hâlbuki Türk Hava Yolları’nın serbest hava yolunda uçması için İATA üyesi olması lazım. İATA Rockefeller’in kuruluşudur. Bilet parasının %9’u Yahudi’ye gidiyor. Buradan sen bir Müslüman ülkeye para gönderemezsin. Bir Siyonist bankayla göndereceksin, %1’ini ona vereceksin. Mal alacaksın, akreditif açamazsın, akreditif için %5 vereceksin. Devletlere borç para vermiş, onlardan faiz alıyor. İnsanlığın elinde nesi varsa, kapıp alıyor. Tüm kıymetli yatırımları satın alıp bunların kârlarını topluyor. Teknolojik ürünleri yüksek fiyatla satıyor. Dünyadaki alışverişlerin bedelinin yarısı yine kendilerine gidiyor. Ne demek bu biliyor musun? Sen buradan gittin, bir fırından ekmek aldım. Ekmek için 300 lira para verdin diyelim. “Efendim, ekmek 300 liraydı, ben de 300 lira verdim ekmeği aldım” deyip evine geliyorsun. Hiç farkında değilsin ki, o verdiğin 300 liranın üçte biri haksız faizdir, bu toplanıp Yahudi’ye gidiyor. Üçte biri haksız vergidir, devlet alıyor, o da yarısını Siyonistlere veriyor faiz olarak, toptan. Böylece dünyada, 6 milyar insan, bir senede 75 trilyon dolarlık alışveriş yapıyor. Bunun 37,5 trilyon doları Yahudi’ye gidiyor. Müslüman ülkelerin bütün petrol üretimleri onların kontrolündedir. Suudi Arabistan bu sene ne kadar petrol çıkaracak? Kaça satacak? Kime satacak? Aldığı parayı nerede kullanacak? Yatırım için ayırdığı parayı hangi müteahhide aktaracak? Hepsi onların kontrolündedir. Ben size şimdi ne anlatıyorum? Size bakıyorum karşıdan, sadece yüzünüzü görüyorum. Yüzünüzün derisini kaldırırsam, altından kemik çıkar, adale çıkar, sinir çıkar, damar çıkar. Şimdi ben size dünyanın anatomisini anlatıyorum. Şu 200 farklı boyaya boyanmış dünya haritası var ya, o haritanın boyalı kâğıdını kaldırdın mı altına bir de bakıyorsun ki; Aaa! Yahudi’nin hortumları, havuzları, pompaları, bunlar döşenmiş ve böylece 6 milyar insanlık olarak, Yahudi kölesi olarak adım adım mahvolmaya götürülüyoruz. Bu böyle gitmez! E, ne olacak? Ecdadımız asırlar boyu, deminki haritadan da gördüğümüz gibi; Moğolların istilası oldu, dünya hercümerce döndü, ecdadımız Adil Düzeni yeniden kurdu, saadet dünyasını yeniden oluşturdu. Timur istilası oldu 1402’de, her şey yakıldı, yıkıldı, yok oldu. Yeniden Adil Düzeni kurdu. Cihan Harbi oldu, “her şey bitti” zannedildi, yeniden Türkiye kuruldu Allah’ın lütfuyla. Şimdi de, bütün Müslüman ülkelerin hepsinde zulüm yapılıyor, adım adım hepsi işgal ediliyor, ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. İşte bu felaket karşısında, tıpkı ecdadımızın yaptığı gibi, yeniden Milli Görüş’e sarılmak suretiyle ancak kurtuluş mümkündür. Neden Milli Görüş’e sarılmak suretiyle ancak kurtuluş mümkündür? Çünkü Milli Görüş’ten başka kurtuluş çaresi yoktur da onun için.

Milli Görüş, Milli Çözüm olmadan kurtuluş imkânsızdır!

Acaba neden Milli Görüş kurtarır, başkası kurtaramaz? 7 tane temel sebep görürüz. Birincisi: Milli Görüş “Maneviyatsız saadet olmaz” diyor. Milli Görüş maneviyatçıdır, önce ahlak ve maneviyat bayrağı vardır. Ahiret korkusu olmadan saadet olmaz. Çünkü ahiretten bahsetmezsen, şehitliği anlatamazsın, şehitliğin manası kalmaz. Şehitliğin manası kalmayınca vatanın savunması olmaz, vatansız kalırsın, yok olursun. Bundan dolayı, ahiretsiz saadet olmaz. Türkiye’de 60 tane parti var. Bu partilerin içerisinde Milli Görüş’ün temsilcisi Saadet Partisi’dir. Saadet Partisi, maneviyatçı olduğu için kurtuluşun tek çaresidir. Diğer partilerin hepsi materyalisttir, hiçbirisinde kurtuluş imkânı yoktur. Adil Düzen, yani faiz kalkmadıkça insanlar saadet bulamaz. Bu da Milli Görüş’ün temel prensiplerinden birisidir. Bizim medeniyetimiz, diğer medeniyetlerden üstündür.Taklitçi görüşler, Avrupa medeniyetini bizden üstün zannediyor. Mesela, AKP: “Efendim, biz yenilmiş bir medeniyetin mensuplarıyız. Avrupa Birliği’ne gireceğiz, terakki edeceğiz”diyor. Ne zavallıca bir düşünce! “Hocam, bunları niye doğru dürüst yetiştirmediniz?”diyorlar. Arka kapıdan kaçıp bahçede top oynadılar da onun için. Yav, İslam Dininin her noktası bir mucizedir. Deli misin sen be? Deli misin? Bizim medeniyetimizin temeli İslam’dır. İslam medeniyetini bırakıp da Hristiyan medeniyetine gireceksin de eline ne geçecek? Senin Avrupalı dediğin adam yüzünü yıkamasını bilmez ya! Tuvalete girdiği gibi çıkar. Onun insanlık namına elinde ne varsa hepsi ecdadımızın eseridir. İslam Medeniyetinin eseridir. İlimleri Müslümanlar kurmuştur. Temizliği Müslümanlar öğretmiştir. Akla uygun inancı Müslümanlar öğretmiştir. İyi ahlakı Müslümanlar öğretmiştir. Saadetin bütün unsurlarının sahibi Müslümanlardır. Bu sebepten dolayıdır ki, hiç mübarek dinimizin ulvi prensipleri bırakılıp da gidilip “Ben Avrupa Birliği’ne gireceğim” denilir mi? Ne büyük şaşkınlık, ne büyük hata. “Bugünkü zulüm dünyasının yerine bir saadet dünyası kurulması lazımdır” diyen sadece Milli Görüş’tür. Diğer partilerin hiçbirinin yeni dünya kuruluşundan bahsettiklerini gördünüz mü? Onların “Faizi kaldıracağız” dediğini duydunuz mu? Bulunduğumuz tarihi dönüm noktasında, onlar diyorlar ki: “Biz Türkiye’yi götürüp Avrupa’nın kapısına bir zincirle bağlayacağız” Biz ne diyoruz? “Hayır, Türkiye tarihteki şerefli yerini alacak!” Ve biz, bu istatistiki aldatmacalara inanmıyoruz. Efendim, milli gelir 10 bin dolara çıkmışmış.. Hadi oradan. Sen borcu gelir sayıyorsun, adam mı aldatıyorsun, çocuk mu kandırıyorsun? Herkes faizi nasıl ödeyecek, aybaşını nasıl getirecek? Bununla çırpınıp dururken, tarım-hayvancılık yok olmuşken, hikâyeyle, macunla yara tedavi olur mu? Adam mı aldatıyorsun? Milli Görüşçüler bunlara inanmazlar ve insanlara kurtuluş yolunu göstermek için çalışırlar. Bu 7 özelliğinden dolayı, kurtuluş ancak Milli Görüş’tedir. Milli Görüş olarak sizler, 40 seneden beri 5 tane büyük hizmet yaptınız. 40 yıldır milletimizi siz temsil ediyorsunuz. Milletimizin kurtuluş ilacını siz temsil ediyorsunuz. Uygulamadaki gayri milli tahribatı siz engelliyorsunuz. Haim Nahum doktriniyle Türkiye’nin İsrail’e vilayet yapılmasını siz engelliyorsunuz. Türkiye’yi aslına çekiyorsunuz ve özüne, ruh köküne döndürüyorsunuz. Bugün başörtülü bir hanımefendinin beyi Cumhurbaşkanı olabiliyorsa, bu sizin eserinizdir, olanların eseri değildir. Milli Görüş’ün gerçeği gelmesin diye bu sahtelerine imkân ve iktidar verilmektedir. Milli Görüş, 40 yıldır bu büyük hizmetlerin yanında, aynı zamanda, Büyük Kıbrıs Zaferi, Milli Görüş’ün eseridir. Manevi kalkınmanın plana bağlanması Milli Görüş’ün eseridir. İmam Hatip okulları üç defa kapatılmış, üç defa Milli Görüş gelip açmıştır. Sayılarını 600’e çıkartmış, 600 bin evladımıza dinini öğretmiştir. Kur’an Kurslarını 5 bine çıkartmış, 1 milyon çocuğumuza Kur’an-ı Kerim öğretmiştir, Milli Görüş. Bütün okullara din ve Ahlak derslerini Milli Görüş koymuştur.Türkiye’yi İslam Konferansına tam üye yapmıştır. İslam Bankası’na kurucu ortak olmuştur. D-8’leri kurmuştur ve Yeni Bir Dünyayı kurmaya başlamıştır. Ticarette doları kaldırmaya teşebbüs etmiştir. Müslüman ülkelerle münasebetleri geliştirmiştir. İran’la, Amerika’nın bütün tazyiğine rağmen, Doğalgaz Anlaşması yapmıştır. Irak’ın Petrol Boru Hattını yeniden açmıştır. Ve aynı zamanda, memura, işçiye, köylüye en büyük ücreti Milli Görüş vermiştir. Denk bütçe yapmıştır. Havuz Sistemini kurmuştur. Devletin parasını yüksek faizle geri alıp kullanma sistemine son vermiştir. Yeni zam, vergi koymamış, borç almamıştır. Kaynak paketleriyle ve faizden milleti kurtarmak suretiyle 50 milyar dolarlık bütçeye, bir senede 70 milyar dolar ilave etmiştir. Talebe burslarının miktarını 10 misline çıkarttığı gibi, 1 milyon talebeye burs vermiştir. Bütün Türkiye’de, hiçbir ayrım yapmadan 800 bin fakiri tespit etmiş, bunların karınlarını doyurmuştur. Çekiç Güç’ü, terörü desteklediği için hudut dışına kovan Milli Görüş’tür. Ağır Sanayi Hamlesi, milli, süratli yaygın kalkınma Milli Görüş’ün eseridir. Coğrafi ve zümrevi dengesizliklerin giderilmesi Milli Görüş’ün eseridir. Otoyol hamlesi, Yeniden Büyük Türkiye projesinin hazırlanması Milli Görüş’ün eseridir. Bunları bir bir sayacak değilim. Böylece, çığır açan büyük hizmetleriyle, Milli Görüş 40 senelik çalışmasıyla milletimize hizmet etmenin bahtiyarlığı içindedir. Fakat Mimar Sinan’ın dediği gibi: “Ben, Şehzade Camiini çıraklık dönemimde yaptım, Süleymaniye’yi kalfalık dönemimde yaptım, Selimiye’yi ustalık dönemimde yaptım” şimdi Milli Görüş de çıraklık, kalfalık döneminde bu hizmetleri yaptı. Artık ustalık döneminin Selimiye’sine sıra geldi. Bu Selimiye iki büyük hizmettir. Birisi; Yeniden Büyük Türkiye’nin kurulması, öbürü de; Yeni Bir Dünyanın kurulmasıdır. İşte şimdi, hep beraber canla-başla mübarek Ramazan’da kucaklaşıyoruz, aşkımızı, azmimizi biliyoruz. Bunun arkasından bir sene özel projelerimiz var, bunları tatbik edeceğiz, iktidara geleceğiz ve inşaallah, Yeniden Büyük Türkiye’yi ve Yeni Bir Dünya’yı kurarak, Türkiye’yi de tüm insanlığı da kurtaracağız. Bu nasıl olacak? Bunun için, önce bir defa, Irkçı Emperyalizm ne yapıyor? Buna göz atıp bir krokisine bakmamızda fayda var. Bu tabloda gördüğümüz, kırmızıyla gösterilen Siyonizm’in, Milli Görüş Türkiye’de iktidara gelmesin diye yaptığı çalışmalar gözüküyor. 5 mühim çalışma ve hazırlık yapıyor önümüzdeki seçimi Milli Görüş kazanmasın diye. Nedir bu hazırlıklar? Önce bütün basını satın almıştır. Hepsinin gizli ortakları vardır. Bunlar vasıtasıyla, Milli Görüş’ü milletin gözünden düşürmek için medyayı kullanmaktadır. Demokrasi demek: Milletin kendisini idare etmesi demektir. Demokratur ise, Milletin idareye alet edilmesi demektir. Siyonizm, Demokratur sistemini uygulamak için, milleti oyuncak yapmak için bu basını satın aldı, bir. Bütün bankaları satın aldı. Bankayı satın almak demek binasını almak değil. Bu bankadan kredi alan adamların hepsine “Eğer AKP’ye oy vermezseniz bu takdirde sizi iflas ettiririm” demektir bunun manası. Bu, ikinci taarruzudur. Üçüncü taarruzu; bütün milli müesseseleri satın almıştır. Demir-çelik Tesisleri, PETKİM, vesaire olmak üzere. Dördüncü taarruzu ise; halkı aldatıyor. “Efendim, Bu AKP de, inancımıza hizmet ediyor.” Neden? “Ee, bak Suriye’yle vizeyi kaldırdı, ticareti geliştirmeye çalışıyor, Suudi Arabistan Kralı madalya taktı.” Bunlar hep planlı hareketlerdir, halkımızı aldatmak içindir. Oysa daha sonra, Irkçı Emperyalizm’in Suriye’yi parçalama planlarına bunları hizmet ettirecektir. Şimdiye kadar hiç böyle şeyler yaptırmıyordu Siyonizm. Şimdiyse halk, Milli Görüş’e gitmesin diye özel olarak bunları planlayıp tatbik ettiriyor. Sınırlı ve göz boyamacı tavizler verdiriyor halkı aldatmak için, “Bunlara gelin Milli Görüş’e gitmeyin” demek için. Bir diğer tatbik ettiği metot da okşayarak yutmak metodudur. Avrupa Birliği’ne almıyor, Avrupa Parlamentosuna başkan seçiyor. Amerika’daki G-7’lerin içerisine G-20’leri çıkartıp Türkiye’yi alıyor. “Sen aslansın, sen kaplansın” diyerek, okşayarak Türkiye’yi yutma metodu tatbik ediyor. 5 koldan halkımızı aldatıyor. Buna mukabil, siz Milli Görüşçü kardeşlerim 5 koldan, bunların taarruzlarını püskürtüp, inşaallah, burca bayrağı dikeceksiniz. Bizim 5 koldan yapacağımız taarruz nedir? 1- Bütün Türkiye’deki Milli Görüşçü kardeşlerimizi şuurlandıracağız. Kurtuluşun Milli Görüş’te olduğunu anlatacağız. Taklitçilerin hiçbirisinden hayır gelmeyeceğini öğreteceğiz ve böylece Milli Görüş etrafında toplanmalarını temin edeceğiz. 2- Çelikleşip sağlamlaşacağız. Bütün kuruluşlarımızın hepsi çelik gibi olacak. Her türlü vazife taksimatındaki noksanları tamamlayacak ve böylece programımızı muntazaman tatbik edecek. 3- Üretime odaklanacağız: Hedeflerimizi gerçekleştirmeye bakacağız. 4- 40 tane Milli Görüşçü kuruluşumuzun hepsiyle beraber kalkınacağız. Ve en mühimi; 5- Heyecan ile şahlanacağız ve tekrar iktidara gelmiş olacağız.

İman varsa, imkân da vardır!

Kimse, “Nasıl olacak da geleceğiz” diye tereddüte düşmesin. Çanakkale Savaşı’nda bütün Avrupalılar hep beraber üzerimize geldiler, Büyük İsrail’i kurmak için. Buna mukabil Seyit Çavuşlarımız, imanlı evlatlarımız 250 bin şehit vererek, bütün insanlığı ve vatanı kurtardılar. Allah, onların şefaatlerinden bizleri ayırmasın. Şimdi bu kahraman evlatlarımız bu çalışmaları yaparken, Avrupa’dan bir gazeteci grubu, 30 kişilik bir grup “Şu savaştığımız insanları tanıyalım” diye Çanakkale’ye gelmişler. Bir İngiliz Hanım gazeteci de bunların arasında. Diyor ki “Gelen gazetecilerin hepsi, bu milleti tanımak yerine cepheye gitmeyi tercih ettiler. Ben ise Çanakkale’de kaldım. Bu harbi yapan, bu bütün dünyaya karşı 4 seneden beri dayanan bu milleti tanımak için ben Çanakkale’nin içinde kaldım. Çanakkale o zaman bir köy kadardı. Yıkık bir takım gecekondulardan ibaret idi. Sokakta iki tane çocuk oynuyordu. Bu çocuklara “Adınız ne?” diye sordum. Cihat ve Gazanfer’miş. “Anneniz nerede?” diye sordum. “Efendim, cepheye mermi taşırken şehit oldu” “Babanız nerede?” “Cephede şehit oldu” “E, size kim bakıyor?” “Büyükannemiz bakıyor” dediler. Biraz sonra karşıdaki gecekondudan 80 yaşlarında bir hanım çıktı, meğer bunların büyükannesiymiş. “Oğlum, Cihat, Gazanfer koşup gelin, size içecek hazırladım!” dedi. Çocuklar koştular gittiler. Kendi kendime düşündüm: “Yav, bunlar nasıl bir millet ki Annesi şehit olmuş, babası şehit olmuş. Kendisinin adı hala Cihat, hala Gazanfer, hala fütur getirmiyorlar, korkmuyorlar, yılmıyorlar!” Bu durumu görünce anladım ki, bu İslam öyle bir güçtür ki, bunu toprağa gömseniz üzerine beton dökseniz değil, arzın mağmasının ortasına gömseniz oradan dahi fışkırır ve dünyaya hâkim olur.” İspat mı istiyorsunuz? İşte grafiği: Milli Görüş 1969’da Besmeleyi çekmiş ve bu milletin aslını, özünü “Önce ahlak ve maneviyat” bayrağıyla açmış. Açar açmaz bütün milletin teveccühünü toplamış. Birinci şahlanış yapılmış, kısa bir zamanda iktidar ortağı olunmuş. Bir iki sene içerisinde iktidara gelmiş ve büyük hizmetler yapmış. İktidarı esnasında Kıbrıs Zaferi’ni kazanmış, İmam Hatip okullarını yeniden açmış, İslam Bankası’nı kurmuş, bütün faizleri önlemiş. Bu hizmetleri yaptığı içindir ki ve “Bu Kıbrıs Zaferi’ni, şimdi iktidardayız ve zaferlerle devam ettireceğiz” diye ilan edince, bu sefer Siyonizm, bunun ne olduğunu anladığı için “Ooo, bu rasgele Türkiye’de bir parti kuruluş değil. Bunlar bütün dünyayı değiştirmek istiyor. Tekrar, ecdatları gibi, dünyayı kurtarmak istiyorlar. Bizim hâkimiyetimizi elimizden almak istiyorlar. Bunlara nasıl müsaade ederiz? E, ne yapacağız? Clifford, CIA Başkanını Ankara’ya gönderdiler. Sabah kahvaltısını Ecevit’le, öğlen yemeğini Demirel’le yaptı. Demirel bizim hükümet ortağımız olduğu halde, bizimle konuşmadan, 1977 senesinin seçimlerini 6 ay önce aldılar, bir. Clifford’un etkisiyle ve planlamasıyla. Dong sistemini (alınan oylara göre milletvekili çıkarma sistemini) değiştirdiler. Suudi Arabistan İslam Bankası’nda çalışan bir gencimiz, bir ara bendenize geldi: “Hocam, verin ellerinizi öpeceğim. Günah çıkartmaya geldim” dedi. Neden? Çünkü o zamanki hükümettekiler beni uzman olarak çağırdılar. Dediler ki: “Selamet Partisi’nin en az milletvekili çıkartması için Dong sisteminin nasıl olması lazım? Bu bilgisayar araştırmasını, hesaplamasını bana yaptırdılar. Bu günahı ben işledim. Bir şey yapıyorum zannetmiştim. Şimdi zaman geçti. Bin bir pişmanım, önce siz beni affedin sonra da Cenab-ı Allah beni affetsin. Rica etmeye, yalvarmaya geldim” dedi bu sistemi hazırlayan çocuk. Ta Suudi Arabistan’da bulmuşlar uzmanını, getirmişler. Selamet Partisi’nin daha az milletvekili çıkartması için bunları yaptırmışlar. Nitekim seçimler 6 ay öne alındı. 3 ay gazetelerin manşeti Milli Selamet’siz Hükümet diye atıldı. Buna rağmen bizim oylarımız arttı ama milletvekili sayımız yarı yarıya azaldı. Biz yeniden meclise girdik ve böylece tekrar Türkiye’yi yönlendirmeye başladık. Ecevit de, Demirel de: “Efendim, hükümetlerimizde hep Milli Selamet’in dediği olmuştur” diyerek sızlanmışlardı. Yeniden bıraktığımız noktadan başladık. Ağır Sanayinin parasını tekrar topladık, kendi imkânlarımızla. Afyon Şeker Fabrikasını 29 Ekim 1977’de işletmeye açarak yeniden Ağır Sanayi Hamlesini başlattık. Baktılar ki, biz hükümette bulunduğumuz müddetçe bizi önlemek mümkün değil. E, ne yapalım? Güneş Motel oyunu oynandı. Ortağımızdan 12 kişi bakanlık vaadiyle kandırıldı, alınıp karşı tarafa geçirildi. Biz hükümetten ayrılmak mecburiyetinde kaldık. 24 kişiyle 450 kişilik parlamentoda bunları başardık. Hangi ülkenin parlamentosu tarihinde var? Dışişleri Bakanı Kudüs’ü İsrail başkenti ilan ettiği için, “Neden ilişkiyi kesmediniz?” diye 24 kişiyle biz iskat ettik, biz Gensoru verip bakanlıktan aşağı aldık. İngiliz Gazeteci haklı. Hükümetten çıkartıyorsun, bu sefer parlamentoyu kilitliyor. İstediklerini yapamıyorlar. Tek çare ne? Askeri bir ihtilal. İşte bunun için, 1980 ihtilali, 12 Eylül ihtilali yapılmıştır. Partiyi kapatmak, meclisten de uzaklaştırmak, askeri bir idareyle Türkiye’de istediklerini yapabilmek için. Bunlar hep dış güçlerin planıdır. Bu esnada, bu hareketler karşısında bizim oyumuz 11,2’den 4,4’e düşmüştür. Düştü de ne oldu? Yeniden “Ya Allah” dedik, Besmeleyi çektik, ikinci şahlanışımızı yaptık. Bu sefer Allah’ın lütfuyla Türkiye’nin en büyük partisi olduk, hükümeti kurduk ve böylece, Yeni Bir Dünya kurmaya başladık. Buna hiçbir zaman tahammül edemezler idi. Bizim denk bütçe yaptığımızı, D-8’leri kurduğumuzu, faizi kaldıracağımızı, İslam Birliği’ni kuracağımız bildikleri için, bu sefer 28 Şubat oyunu oynadılar. 28 Şubat’ta bu sefer oyumuz 2,5’e düştü ama Allah’ın lütfuyla, ne yaparlarsa yapsınlar şimdi yeni şahlanışımızı yapıyoruz, tekrar iktidara geliyoruz. Bunda şaşıracak bir şey yok. İspatı burada, Allah’ın yardımıyla. “Nasıl olacak da siz iktidara geleceksiniz yav?”Çünkü biz milletin kendisiyiz, bizden başka iktidar olmaz be adam! Hala bunu idrak edemedin mi? Olmaz, tutmaz, yürümez; ıspanaktan yağ çıkmaz. Hiç çaresi yok, anahtarlar Milli Görüş’e teslim edilecek! Başka çaresi yoktur, kurtuluş yolu yoktur, başka kurtuluş ilacı yoktur. Evet, tarihin bunu ispat ettiği gibi, işte yaşadığımız olaylar da bunu gösteriyor. Şimdi Türkiye, ister istemez aslına dönüyor. Halk Partisi viyak viyak viyaklıyor: “Efendim, bütün kalelerimizi bir bir kaybettik” diyor. Niçin kaybediyorsun? Millet aslına dönüyor da onun için! Her şey aslına döner, millet aslına dönüyor, kendine geliyor, Milli Görüş’e dönüyor. Şimdi projelerimiz var. Seçime kadar bir sene, bunları Allah’ın lütfuyla uygulayacağız inşaallah, ve mutlaka sonunda zafer inananların olacaktır. Bundan dolayıdır ki, biz, Cenab-ı Hakkın şu vaadlerine dayanıyoruz. Cenab-ı Hak, İbrahim Suresi’nin 46. ayeti kerimesinde buyuruyor ki: “Onların, dağları yerinden oynatacak kadar kuvvetli organizasyonları ve hileli tuzakları olsa bile, biliniz ki Allah’ın dediği olur.” “Siz, Levm edenin kınamasına (kötüleyip kösteklemesine) bakmayın. Bütün insanlığın saadeti için, iyi insan olmak için elinizden gelen gayretle çalışın. O takdirde Ben size yardım ederim. Ben size yardım ettiğim zaman ancak siz galip gelirsiniz, kimse size galip gelemez” diyor. Bizim dayanağımız, kuvvet kaynağımız, inancımız budur Elhamdülillah. Cenab-ı Allah bizi, sıratı müstakimden, doğru yoldan, kendi rızası yolundan ayırmasın ve bütün gücümüzle O’nun rızası yolunda Türkiye’yi ve insanlığı kurtarmayı ve huzura kavuşturmayı nasip buyursun. Son söz olarak bu mübarek Ramazan’da, hepinizi bir kere daha bağrıma basarak gelecek Ramazan’ı, en büyük zaferler içinde kutlamamızı Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. Ve inanarak ifade ediyorum ki, Zafer inananlarındır ve zafer yakındır! El Akıbetü lil müttakin! (Kutlu akıbet müttaki mücahitlerin olacaktır!) Allah’a emanet olun. Esselamü Aleyküm. (https://www.youtube.com/watch?v=VLnggENu1_o&feature=youtu.be)

 

Yorum Yaz