Ekim 03 22:48

ERBAKAN’IN FARKLILIKLARI VE ŞEYTANİ ODAKLARIN FIRILDAKLARI

ERBAKAN’IN FARKLILIKLARI VE ŞEYTANİ ODAKLARIN FIRILDAKLARI

Bir insanın gerçek ayarı, Onun tarafıyla, yani sahip çıkıp savunduklarıyla doğrudan alakalıdır. Eğer bu şahıs, meşhur bir kimse ise, Siyonist ve emperyalist merkezlerin Ona bakış açısı ve yaklaşım tarzı da, Onu doğru tanımamız ve tartmamız bakımından çok önemli bir kriter olmaktadır. Siyonist Merkezlerce, kendi şeytani düzenleri açısından tehlikeli saydıkları, girişim ve projelerinden kuşku duydukları ve bu nedenle hakkında karalama kampanyaları başlattıkları, yetmezse ihtilal ve suikastlara başvurdukları böylesi şahsiyetlere yönelik nefret ve husumetlerini doğrudan açığa vurulmaktan sakınılmaktadır. Çünkü bu durumda iz’an ve vicdan ehli olanlar, o şahsiyete hürmet ve muhabbet duymaya başlayacaktır. Malum ve mel’un merkezler bunun yerine, o ülkedeki, kendi adamları ve elemanları olan, ama toplumda: “Bilge kişi, istihbarat analizcisi, iktisat teorisyeni ve terör stratejisti” diye öne çıkarılan ve saf insanlarca “Milli duruşlu insan” sanılan kimselerin diliyle, korktukları ve devre dışı bırakmaya çalıştıkları şahsiyetleri kötülemeye ve kösteklemeye çalışmaktadır.

İşte Mahir Kaynak da bu maksatla eğitilip donatılan ve küresel Siyonist sömürü düzeninin yerli figüranı gibi davranan insanlar arasındadır. Eski MİT müsteşarlarından Fuat Doğu’nun “Biz aslında MİT müsteşarı değil, CIA’nın şube başkanıydık!” itirafında olduğu gibi, Mahir Kaynak da Siyonist ve masonik merkezlerin bir elemanı ve borazanı gibi davranmış ve bu tavrını özellikle çok derin ve gizli Erbakan karşıtlığıyla açığa vurmuşlardır.

“Bizim kullandığımız doğruların, sınırlarımız dışında bir anlam taşımadıklarının farkında mısınız? Milli olmak, alt sıralardaki doğruları kabul etmekle mi mümkündür? Biz, bizden ileri oldukları söylenenlerin dogmalarını da aşan bir söyleme ulaşamaz mıyız?”(Komplo Yok Timaş yy. 1999 Önsöz) sözleriyle, Milli ve yerli değer ve doğruların, boş ve kof avuntular olduklarını, ülkemiz dışında hiçbir işe yaramadıklarını, bu nedenle küresel odakların “dogma”larını (yani Siyonizm’in dünyaya hâkimiyet amaçlarını ve araçlarını) kutsamak ve kullanmak gerektiğini savunmaktadır. 1995 Ağustos’unda CIA Başkanı’nın Türkiye ziyaretini yorumlayan şu yazı, onun gerçek ayarını ve yularını kimlerin tuttuklarını ortaya koymaktadır:

“CIA Başkanının gerçek misyonu, önümüzdeki dönemde, sıcak savaş da dahil birçok operasyonun merkezi konumunda olacak ülkemizi, tıpkı cepheyi teftiş eden bir komutan gibi, yakından görmektir. Yani Başkan bizimle görüşmek için değil, bizi görmek için gelmektedir. Belli başlı bütün istihbarat servislerinin at oynattığı ve oynatmaya devam edeceği ülkemizde, MİT’in tavrını, müdahale gücünü ve yönünü anlamaya çalışacaktır. Şüphesiz baktığı yer MİT’ten ibaret değildir. Amaçlanan, bütün siyasi yapının değerlendirilmesi ve buna uygun istihbarat stratejilerinin hazırlanmasıdır.”

Mahir Kaynak 1953’te Harp Okulunu bitirip orduya katıldı. 1967’de askerlikten ayrılıp İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde asistanlığa başladı. 1971’de Doç. olduğu süreçte MİT’e katılan Mahir Kaynak, 1980’de MİT’ten emekliye ayrıldı. 1971 askeri Müdahalesi öncesi oluşan cuntacı bir faaliyete “MİT Ajanı” olarak sızmıştı. Ama bu cunta mahkeme olunurken, yargılanıp cezalandırılmaktan kurtarılmak üzere, MİT onun kendi elemanları olduğunu bildiren bir resmi yazı gönderince deşifre olmuşlardı. Oysa cunta lideri Cemal Madanoğlu’nun en sadık elemanı konumundaydı. Hatta kendisi “Beni deşifre etmeselerdi, şimdi sol bir partinin lideri konumundaydım” itirafında bulunmuşlardı.

Ömer Lütfü Mete ile birlikte hazırladıkları “Erdoğan Operasyonu” (2008 Timaş yy.) kitabında, Sn. Erdoğan’ı kahramanlaştırmak amacıyla, “Onun önünün dış güçler tarafından kesilmeye çalışıldığı” imajını oluşturmaktaydı. Oysa daha önceki yazılarında “Milli Görüş tabanının, Erbakan’ın güdümünden çıkarılması ve yeni oluşan bu partinin Erdoğan gibilerle iktidara taşınması” gerektiğini defalarca vurgulamıştı. Yani kendisi de Sn. Erdoğan’ın bir dış proje olduğunu bilip durmaktaydı. Üstelik bu kitapta “Erdoğan’a karşı bir darbe hazırlığı yapıldığı” havası oluşturularak bir nevi 15 Temmuz FETÖ kalkışmasının şifreleri aktarılmaktaydı.

Mahir Kaynak’ın 1992’den itibaren yazmaya başladığı AKTÜEL dergisindeki makaleleri de; Rahmetli Erbakan Hoca’yla ilgili saptama ve saptırmaları, Siyonist bir tertip olan 28 Şubat tezgâhıyla ilgili çarptırma ve çamur atmaları, kendi ayarını açığa vurmaktan öte, birlikte katıldığımız ve yanlışlığını uyardığımız bazı konferanslarda da yaptığı gibi, sürekli inkâra ve olmadıklarını ispata çalıştığı ve komplo teorisi saydığı Siyonist ve masonik odakların Erbakan’la ilgili tavırlarını yansıtmaktaydı.

Bakınız Mahir Kaynak “Hikâye Bitti” başlıklı yazısında:

“RP, siyasi iktidara esir pazarına girer gibi girmiştir. Olabildiğince çok şey bilmek ve bütün bunları sadece siyasette kullanmak istemektedir. MİT Müsteşarı, Komisyon’da sohbet ederek ve muhatabın Başbakan olduğunu söyleyerek, sorumluluğu ve inisiyatifi ona bırakmıştır. Orgeneral Koman, kendisinin şahıs olarak muhatap alınamayacağını, muhatabın MİT’le ilgili konularda MİT Müsteşarı, ordu konusunda Genelkurmay Başkanlığı olduğunu ifade ederek, Başbakan’ın uzaktan seyretmeyi tercih ettiği oyunun aktörü olmayı kabul etmemiştir… Taraflar durumun farkındadır. Devlet, siyasi amaçla kullanılacak bilgileri (Erbakan’a) vermemekte kararlıdır. İktidar (Refah-Yol ise) sorumlu olmayacağı bir yoldan olan biteni öğrenmekte ısrarlıdır”[1] diyerek Erbakan iktidarına yönelik ABD derin devleti sayılan Yahudi Lobileri baskısını ve Teoman Koman gibi yerli maşalarını haklı gösterme küstahlığındaydı. “Final” başlıklı yazısında ise:

“28 Şubat muhtırasının önemi, yumuşak görüntüsü nedeniyle yeterince anlaşılamamış görünüyor. (Oysa) Gerçekte bugüne kadar yapılan darbelerden daha köklü bir biçimde siyasi değişiklikler öngörüyor. Bundan önce hiçbir siyasi akımın tasfiyesi söz konusu olmadı. Siyasi hayat çizgileri üzerinde, bazen yeni kadrolarla, çoğunlukla eskilerin yönetiminde sürüp gitti. Oysa bugün RP’nin ve benzeri bir partinin siyaset sahnesinde bulunamayacağı vurgulanıyor… RP’den istenen şey, ufak tefek kozmetik değişiklikler değildir. Din temeline dayalı bir siyasi faaliyete izin verilmeyeceği ve böyle bir akımı besleyen kurumların tasfiye edileceği söylenmektedir… Askerlere göre olay, sadece rejimi biçimsel olarak korumakla sınırlı değildir. RP’nin izlemek istediği politikalar devletin güvenliğini ve varlığını tehdit etmektedir.”[2] diyerek, açıkça ve alçakça Siyonist merkezlerin ve yerli masonik işbirlikçilerinin diliyle konuşmaktaydı.

“Görülen Köy” başlıklı yazısında:

“RP’nin tek kişiye bağlı yönetimi, hem avantajı hem de açmazıdır. Almanya her iki dünya savaşında yenilmesine rağmen bugün bir süper güçtür. Bu halkın yeteneklerinin ürünüdür. Oysa Erbakan yenilirse, kitlesinin aynı performansı göstermesi zor görünüyor. Bu yüzden bütün manevralar, Onu kitlesi ile ters düşürecek yönde uygulanıyor.”[3] diyerek, hem Erbakan’ın yüksek liderlik yeteneğini hatırlatmakta, hem de Onu devre dışı bırakmadan Milli Görüş camiasının hıyanet odaklarının güdümüne alınamayacağını vurgulayarak bu yöndeki şeytani çabalara destek çıkmaktaydı.

“Sert Önlemler” başlıklı yazısında ise Mahir Kaynak:

“İdeolojik amaçlar (yani Adil Düzen, İslam Birliği gibi planlar) kimse için anlamlı değildir. Bir siyasi hareketi yürütenlerin belli bir inanç veya düşünce biçiminin fedaisi olduğu görüşü de yanlıştır. RP yönetiminin yüklendiği siyasi rol ile kullandıkları ideolojinin ayrılmazlığı, ancak kişiler planında geçerli olabilir. Daha açık ifadeyle aynı siyasi misyon, başka bir ideolojiye ve kadrolara yüklenebilir.”[4] diyerek, Milli Görüş’ün Erbakan’dan koparılarak, R. T. Erdoğan gibi kadrolarla yozlaştırılmasını ve sadece bir istismar aracı yapılmasını tavsiye buyurmaktaydı!?

Yine “Görülen Köy” makalesinde;

“Artık cepheler belli olmuştur. Bir yanda Silahlı Kuvvetler’in önderlik ettiği bir güç, karşı tarafta hükümet vardır. Zıtlığın temelinde, görünüşün aksine, din belirleyici rol oynamamaktadır. RP’nin, dini sloganlarla peşinde sürüklediği kitleler, gerçek çelişkinin farkına bile varamamıştır. Hükümete itiraz, özellikle RP kanadının Türkiye’ye biçtiği rolden kaynaklanmaktadır ve bunun ülke güvenliğini tehdit ettiği düşüncesi, kaçınılmaz bir biçimde iç ve dış çatışmaların içine sürükleneceğimiz kanaati kemikleşmiş durumdadır. Böyle bir durum uzlaşma kapılarını aralık bile bırakmaz. Ya RP bugüne kadar ileri sürdüğü, iktidara geldiğinde ürkek bir biçimde de olsa uygulamaya çalıştığı, dış politika ve güvenlik anlayışını terk edecek, ya da iktidardan uzaklaştırılacaktır.” diyerek, dış güçler ve işbirlikçiler adına Refah-yol iktidarına ve Erbakan’a saldırmaktaydı.

Masonların ve Siyonist odakların borazanı Mahir Kaynak “Öldüren Sürüklesin” yazısında ise:

“Yapılacak şey bellidir: Eğer DYP halinden memnunsa, hepimiz memnunuz. Ordu’nun telaşa kapılmasına gerek yoktur ve RP, Erbakan’dan ibaret değildir. Eğer günün birinde ülkemiz gerçekten bir sıkıntının içine girerse, RP’lilere, Çiller ve ekibinden daha fazla güvenebilirsiniz. Büyük çoğunluğu ülkesinin geleceğini her şeyin üstünde tutan RP tabanını, sırtlarında taşımak zorunda oldukları Erbakan kamburu yüzündenkarşıya almak haksızlıktır. Bir avuç siyaset oyuncusunun sahnelediği bu çirkin bunalım senaryosunun heyecanına kapılıp halkın herhangi bir kesimini iç düşman saymak aymazlıktır.”[5] diyerek, Erbakan’ı Milli Görüş camiasının kamburu” saymaktan utanmamakta ve Hoca’dan kurtarılan RP tabanının rahatlıkla hizaya sokulacağını anlatmaktaydı.

Mahir Kaynak “Final” başlıklı yazısında da:

“Şu anda söz konusu olan duruma, RP’nin uyum sağlaması imkânsız görünmektedir. Eğer RP açısından bu durumdan nasıl kurtulabileceği düşünülürse, teorik çözüm bulunabilir. Erbakan’ın liderliği bırakması halinde, yeni birinin önderliğinde RP, İslamcı kimliğini koruyabilir. Bu değişimle birlikte, yeni yönetimin akılcı ve gerçekçi politikalar izlemesi halinde, İslamcı kimlik kimse için sorun teşkil etmez. Ancak RP’nin bunu yapması imkânsız denecek kadar uzak bir ihtimaldir ve sürecin dağılma yönünde işlemesi beklenir.

Şimdi de İslamcılar Erbakan’ın kavalının sihirli nağmelerinin peşine düşerek mukadder akıbetlerine düzgün adımlarla ilerliyorlar. Bugüne kadar kulaklarına fısıldanan bütün aşırı hedefler, anlamsız düşmanlıklar, yanlış ekonomik ve siyasal çözümler sadece onları bir arada tutmak içindi. Bunlar gerçekleşemezdi. ‘Şimdi ayakları suya erdi, akılcı yolda yürüyecekler’ demek fazla iyimserlik olur. Nehre gidiyorlar. Boğulacaklar ve sağ kalanlar hasım saydıklarının hizmetine girecekler.”[6] diyerek, “Erbakan’ın RP Liderliğini mutlaka bırakması gerektiğini ve bunun gerçekleşmesi halinde Hak davasından kopan eski Milli Görüşçülerin, şimdi AKP’liler gibi önceden hasım saydıkları ABD ve AB gibi güçlerin hizmetine gireceklerini” belirtip kerametlerini ortaya koymuşlardı. Neden “Mahir Kaynak gibiler, Siyonist merkezlerin borazanıdır?” tespitinde bulunduğumuzu, artık okurlarımızın daha iyi anlaması lazımdı.

Mahir Kaynak “Tülün Ardındaki” yazısında ise:

“(28 Şubat sürecinde) Siyasetin ve siyaseti oluşturduğu varsayılan kurumların günlük kavgaları arasında geleceğimizi şekillendirecek oluşumlar, hemen hemen hiç tartışılmadan gerçekleştiriliyor… RP’nin devre dışına çıkarılmak istenmesi, bu yeni şekillenmeye karşı oluşuna bağlanabilir. Kuruluşlarında hiçbir rolü olmadığı imam hatip liselerinin Ona kapattırılmak istenmesi, bu okulların sorun olmasından kaynaklanmıyor. Sorun buradan yetişenlerin, siyasal İslam tarafından belli bir dış politika ve güvenlik anlayışına göre yönlendirilmesi. Eğer bu kişilerin talepleri sadece yaşam biçimleri ile sınırlı kalsa, herhangi bir çatışmanın olmayacağı çok açık.”[7] sözleriyle, İmam Hatiplilere ve onların beslendiği Kur’an-ı Kerim’e ve İslami prensiplere ve özellikle DİNİ HÜKÜM’lere ne denli karşı olduklarını vurgulaması, tam bir marazlı münafık mantığıydı.

“İki Tez” başlıklı yazısındaki:

“RP’nin kapatılması halinde muhtemelen iki kampa ayrılacak RP’lilerin ana gövdesinin, ABD karşıtı cephede yer alacağı umuluyor.” sözleri ise; RP’nin kapatılmasının ve Erbakan’ın yasaklanmasının, Sn. Erdoğan’ın önünün açılması ve iktidara taşınması için hazırlanan bir dış senaryo olduğunun itirafıydı.

Bu Siyonizm’e hizmette “Mahir” Kaynak “Dışarıya Bakın” yazısını:

“Özellikle askerlerin, adı Atatürkçülük bile olsa, ideolojileri bir yana bırakıp strateji konuşmaları, dünyaya bakmaları gerekirken RP’nin dalgalandırdığı sularda boğuşmaları hüzün veriyor.”[8] şeklinde bitirerek, 28 Şubat sürecinde Milli ve vicdani tavır takınan ve Erbakan’ın yanında duran askerleri (Komutan ve kurmayları): “Milli Görüş dalgalarında boğulmakla” suçlayıp saçmalamaktaydı. Oysa siyaset ve strateji dehası olan Erbakan Hoca, “TSK içindeki Milli düşüncelilerle, kirli güdümlüleri kapıştırma ve Kahraman Ordumuzu yıpratıp devletimizi kolay yıkma hesaplarını boşa çıkarmak üzere; partisini, hükümetini ve şahsi menfaatlerini feda edip, 28 Şubat’ın daha yumuşak atlatılmasını sağlamıştı!..

Zaten “Kim Yapıyor?” başlıklı makalesinde:

“RP yönetiminin, (28 Şubat sürecinde) sonuçları bilinmesine rağmen yangına körükle gider gibi İslami sloganları öne çıkarması, bir inadın veya kararlılığın ifadesi midir? Bunun bilinçli bir politikanın eseri olması ihtimali hiç mi yoktur?”[9] diye soran Mahir Kaynak, Erbakan Hoca’nın bu stratejik tavrının farkına vardığı, en azından malum ve mel’un odakların bunları kulağına fısıldadığı anlaşılmaktaydı.

Mahir Kaynak, ne kadar demokrat ve ne denli Milli tavırlı olduğunu ise;

“Refahyol’un devrilmesi ve RP’nin kapatılması, sivil siyasetin etkinliğinden ve bunların yönetimi belirlemesinden kaynaklanmadı. Siyasetin kalın çizgileri ve ana yönleri zaten siyasi iktidarların yetki alanının dışındaydı. (Ancak) RP’nin, ülkedeki yönetici çekirdeği belirleyecek kadar oy alması beklenmiyordu. (Yani dış güçler ve masonik merkezler aldanmışlardı.) Zaten oy, tek başına ülkeyi yönetmeye yetmezdi. (Siyonist odakların müsaadesi lazımdı.)[10] ifadeleriyle açığa vurmaktaydı.

Hatta, RP’nin kapatılmasından sonra kurulan Fazilet Partisinin de“Erbakan’ın güdümünde kalırsa kapatılacağını” şu sözlerle hatırlatmıştı:

“Bu yüzden Fazilet Partisi’nin Refah’ın devamı olup olmadığına, kadrolarına veya ideolojisine bakarak değil, Türkiye’nin rotasını nasıl çizmek istediğine göre karar verilecektir. Ordu’da etkin kanat, kendisiyle aynı düşünceleri paylaşsa bile sivil siyasetin mutlak egemenliğine izin vermez. Bu alandaki örgütlenmelerin dar bir kadronun elinde bulunması, manipülasyonlara açık olması güvensizlik nedenidir. İtiraz istikamete değil, gücün yapısınadır.”[11]

Yani, Türkiye’yi küresel sistemin (ABD, AB ve İsrail’in) güdümünden çıkarıp, Erbakan’ın tarihi projeleri istikametine yönelecek bir Fazilet Partisinin de kapatılacağını; ama Milli Görüş’ün, Numan Kurtulmuş ve Abdullah Gül gibilerin güdümüne bırakılması halinde ise kapatılmaktan kurtulacağını, ordu içindeki etkin kanadın (NATO’ya ve masonluğa bağlı olanların), halkın iradesini ve seçim neticelerini hiçe sayacaklarını vurgulamaktan hiç sakınmaması ve sıkılmaması da, hem kendi ayarını, hem de tüm şer odaklarının ve şeytani yapılanmaların çok derin Erbakan kuşkularını ortaya koymaktaydı…

Erbakan Hocamızın; Hz. Âdem’den (as) günümüze kadar insanlık tarihinde hiçbir şahısta görülmeyen farklılıkları.

Peygamberlik (Nübüvvet ve Risalet) Allah’ın özel tayin ve takdiridir, en yüce mertebedir. Peygamberlik makamına çalışarak ulaşmak mümkün değildir. Ancak aşağıdaki gibi farklı bir özellik olarak şu tespitlerin yapılması münasiptir:

1- Hz. Adem (as)’dan bizim Peygamberimize (SAV) ve Efendimizden bugüne kadar Erbakan dışında hiçbir zatın karşısında; Hristiyan’ından Yahudi’sine, putperestinden ateistine tüm kafirlerin ve din istismarcısı münafık kesimlerin böylesine ortaklaşa düşman olarak birleştikleri görülmemiştir.

2- Tarih boyunca hiçbir zatın düşmanlarının; ekonomik, siyasi, teknolojik ve askeri yönden Erbakan Hocamızın düşmanları kadar güçlü oldukları tespit edilmemiştir.

3- Tarih boyunca Erbakan Hocamız dışında; hiç kimse; İslam Birliği Teşkilatı, İslam Ortak Pazarı, İslam Kültür İşbirliği Teşkilatı, İslam Dinarı, İslam Savunma Paktı gibi evrensel kurumları ve bunlarla ilgili kuralları hazırlayabilmiş değildir. “Adil Düzen” projeleri de Hocamızın bir eseridir.

4- Hz. Adem (as)’dan günümüze kadar; kendi içinden ve çevresinden; makam ve imkân sağladığı, bakan ve belediye başkanı yaptığı, meşhur edip öne çıkardığı kimselerce, Erbakan Hocamız kadar hıyanete uğrayan başka bir zat bilinmemektedir.

5- Tarihin hiçbir döneminde, Erbakan Hocama yaptıkları düşmanlık karşılığı hıyanet edenler böylesine yüksek makam ve imkânlarla ödüllendirilmemiştir. Ona hıyanetin; nicelerine Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlık ve Belediye Başkanlığı kazandırdığı inkâr edilemez bir gerçektir.    

6- Siyonist şer cephesinin yüzyıllardır hazırladıkları ve bütün dünyayı hegemonyaları altına soktukları askeri silah sistemlerini boşa çıkartacak, ama çok ucuza mal olacak ve toplu tahribat ve katliamlara yol açmayacak teknolojik bilgi ve projelere sahip ve bunların önemini ve gereğini müdrik Erbakan dışında hiç kimse görülmemiştir.

7- Efendimizden sonra gelen İslam Âlimlerinin pek çoğunun sözleri, eserleri ve isimleri şer cepheleri ve Siyonist merkezler tarafından istismar edilebilmiş, onlarla ilgili konferans seminer ve anma etkinlikleri düzenlenip kendi şeytani hedefleri yolunda yararlanmaktan çekinmemişlerdir. Ancak ERBAKAN Hocamızın hiçbir sözünü ve projesini istismar edip, kendi hesapları ve çıkarları doğrultusunda kullanmaya girişememişlerdir.

İşte Erbakan gibi, Rahmanilerin umut yıldızı, şeytanilerin ise korkulu rüyaları olan; İslam dünyasının ve mazlum insanlığın kurtuluşu adına, ne ondan önce, ne ondan sonra, ciddi, gerçekçi ve cesaretli plan ve programlar ortaya koyabilen hiç kimse -ne ülkemizde, ne yeryüzünde- çıkmamış bulunan bir Zat’ın, şuurlu ve sorumlu talebesi ve takipçisi olmak Milli Çözüm Ekibinin en büyük şansı ve şerefi sayılmalıdır.

Dış odakların ve içerideki adamlarının, halâ her fırsatta Erbakan’ın aziz hatırasına ve tarihi programlarına sataşmaları ve bunları gözden düşürmeye ve gizlemeye çalışmaları, bunlar yetmezmiş gibi Fehmi Çalmuk gibi bazı eski Milli Gazete yazarlarının: “Erbakan, Şeyhlerinin ve M. Zahit Kotku Hz.lerinin sayesinde ve yönlendirmesiyle tarihi girişimlerine başlamış ve başarmıştır…” (Yani asıl marifet ve meziyet onlarındır.)“Tayyip Erdoğan da Erbakan’ın devamıdır ve Onun yolundadır…” veya “Tayyip Erdoğan’ın karşı çıkılan bazı irtibat ve icraatlarını Erbakan da yapmıştır…”kanaati oluşturmak için yazıldığı sırıtan kitapları da (ki bunlar yanlış yorumlanan ve çarpıtılan bazı doğrulardır.), Ondan halâ ne denli korktuklarının ve kurtulmaya çalıştıklarının bir kanıtıdır. Bu mel’anet ve hıyanet odaklarının “Erbakan’ı öldürmek yeterli değildir, üzerine beton dökmemiz gerekir” itirafları da bu derin kuşkularını yansıtmaktadır. Erbakan Hocamızın, Adil Düzen ve İslam Birliği Projelerine; Irkçı emperyalizmin üstün silah sistemlerini geçersiz kılacak harika teknolojik girişim ve müjdelerine, asıl sahip çıkması, tabana ve topluma anlatması gereken Partinin ve Vakfın, bu konulara hiç değinmiyor olması veya üstünkörü geçiştirmeye çalışması da, üzerinde dikkatle ve ibretle durulması gereken bir yaklaşımdır.

Şimdi bu konuyu “Erbakan Devrimi” kitabımızla ilgili bulduğum önemli bir anımı değerli okurlarımızla paylaşarak tamamlayalım:

1998 senesiydi. Planlanan seminer ve sohbetlere katılmak ve bazı araştırmalar yapmak üzere ve uzunca bir süre Mısır’da kalmak niyetiyle Kahire’ye gitmiştim. Orada iken, Türkiye’de 312’ye muhalefet gerekçesiyle hakkımda açılan mahkeme neticelenmiş, 1 yıl kadar ceza aldığım bana haber verilmişti. Hapse girmemek için Mısır’da kalmam teklif edilse de; “Ülkemin zindanlarını başka yerlerin saraylarına tercih ederim.” diyerek Türkiye’ye gelmiş ve Keban Cezaevinde infazımı çekmiştim. Cezaevinden çıktıktan sonra Erbakan Hocamın koruma polislerinden ve özel hizmet görevlilerinden Osman Akgün Bey’i arayarak, “Hocamı çok özlediğimi, izin verirlerse Ankara’ya gelip ziyaret etmek istediğimi”kendilerine iletmesini söylemiştim. Birkaç gün sonra bize dönen Osman Akgün; “Erbakan Hocamızın bu talebimizi kabul ettiklerini, ancak kendilerinden önce Şevket Kazan Bey’le görüşmem gerektiğini” belirtmişti. Oysa Şevket Kazan’la birbirimizi sevmezdik ve uzun zamandır da görüşmezdik. Ama Hocamın emri üzerine “Bu durumu Şevket Bey’e bildirmesini” Osman Akgün’den rica etmiştik. O da kendisiyle görüştükten sonra bunu kabul etmediğini ve benimle görüşmeyeceğini bildirmişti ve zaten bu habere de özellikle sevinmiştim. Ama birkaç gün sonra her ne düşündü ise, o zaman il başkanımız olan Av. (Prof.) Hasan Tahsin Fendoğlu’nu arayan Şevket Kazan, bizimle görüşebileceği haberini göndermişti. Mecburen kalkıp Ankara’ya gittim. Balgat’taki Genel Merkezde Şevket Kazan Bey’in odasında bir araya geldik. Şevket Bey, “Bazı fevri ve yersiz söylemlerim nedeniyle bize gücendiğini, ama samimiyetimi, dürüstlüğümü ve bilgi birikimimi sevip sahiplendiğini ve artık geçmişte olup biteni unutmamız gerektiğini” ifade etti. O sırada farklı illerden gelen parti temsilcileriyle, Sn. Recep T. Erdoğan’ı partimize Genel Başkan yapma kulislerine hayret edip kendisine “bugün yarın ayrılıp gitme hazırlığındaki bu kişiyi yersiz ve gereksiz şekilde önemseyip öne sürmelerinin” çok yanlış olacağı ve yıkıcı sonuçlar doğuracağı konusundaki kanaatlerimi belirtince, bana: “Hayır! O çok sadık ve sağlam birisidir ve partimizin başına geçecek yetenektedir.” deyince doğrusu hayret etmemiştim. Çünkü amaçlarını ve ayarlarını bilmekteydim ve Milli Görüş’ü olduğu gibi Tayyip Erdoğan’a teslim edip tesirsiz hale getirme gayretlerini de çoktan sezmişim. Hatta Şevket Bey bana: “Ben defalarca uçakla Ankara’dan İstanbul’a, oradan Pınarhisar Cezaevinde Tayyib’i görmeye ve ona taktikler vermeye gittim. Hatta Erol Toy’un yazdığı “imparator” kitabını kendisine hediye ettim.” deyince “Beyim, sizin ziyaret edip teselli ve öğüt vermeniz için ille de belediye başkanı mı olması gerekir. Biz ondan iki misli fazla ceza çektik, hem bu davada ondan kıdemliyiz. Haydi bizi ziyarete gelmediniz, hiç değilse telefon açıp bir geçmiş olsun diyebilirdiniz!” demiştim. Bu bahsettiği Erol Toy’un imparator kitabında ise, Türkiye gibi ülkelerde Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmak ve iktidarda kalmak için, kesinlikle Siyonist dış güçlere ve masonik merkezlere yaranmak ve yanaşmak gerektiği öğütlenmekteydi.

Neyse, işte o görüşme sırasında Şevket Kazan Bey bana: “Hazır gelmişken, bir konudan da seni haberdar edeyim. Ben Erbakan Hocamızın hayatını ve icraatlarını anlatan bir kitap hazırlığı içindeyim. Sizin Erbakan Devrimi kitabınızdan da oldukça istifade ettim. Bunları bilginiz ve izniniz olsun diye söyledim.” demişlerdi. Biz ise Şevket Bey’in ve Oğuzhan Asiltürk ekibinin niyetini ve tıynetini bildiğimiz için, Erbakan Hocamızın kendi hayatını ve hatırasını bu kişilerin yazmasına, Milletimizi ve gelecek nesillerimizi yanıltmasına asla müsaade etmeyeceğini düşünmekteydik.

Oradan ayrılıp Erbakan Hocamızla görüşmek üzere Balgat’taki konutuna gittim. Benim ve oradaki görevlilerin tahmin ve beklentilerimizin tam aksine, Aziz Hocam hemen içeri alınmam konusunda talimat vermişti. Oysa saatlerdir görüşme fırsatı için Parti üst yönetiminden, yurt içinden, dış ülkelerden çok önemli şahsiyetler salonda beklemekteydi. Hocamın huzuruna kabul edildiğimde, hal hatır sorma faslı bitince, ilk olarak, biraz önce ve kendi talimatları gereğince görüştüğümüz Şevket Kazan’la ilgili, bana nasıl davrandığını ve Tayyip Erdoğan’la ilgili tavrını içeren bir soru yöneltmiş, ancak sesini, mimiklerini ve vücut hareketlerini acayip şekilde değiştirmek suretiyle, benim sezdiklerimle kendi bildiklerinin aynı olduğunu açıkça ve çok şaşırdığım bir tarzda göstermişlerdi. O görüşmemiz yaklaşık 40 dakika devam etmiş, Aziz Hocamız, yazılarımızın, kitaplarımızın, konferanslarımızın ve hele özel sohbet konularımızın; hem doğruluğunu ve uygunluğunu, hem de bunlara ihtiyaç duyulduğunu ima ve ifade etmişler, daha başka taktik ve tavsiyeler de öğütlemişlerdi.

Konuttan ayrıldıktan sonra, Genel Merkezdeki ve yan birimlerdeki bazı arkadaşlara;“Şevket Kazan Bey’in Erbakan Hocamızı tanıtan bir kitap hazırlığına giriştiğini, neredeyse basım aşamasına gelindiğini, her halde yakında izin almak ve bir takdim yazdırmak üzere yanına gideceğini… Fakat, deneyimlerime ve önsezilerime göre, Erbakan Hocamızın bu girişime asla müsaade etmeyeceğini… Çünkü Onunla ilgili kitabın, ancak Ona inanan, Onu anlayan ve tam bir sadakatle bağlanan birilerince yazılabileceğini ve işte “Dünyanın Değişimi ve Erbakan Devrimi”nin bu hedef ve hikmetlere hizmet etmeye yettiğini”hatırlatınca bana: “Yine hayal aleminde gezdiğimi ve Hocamızın Şevket Beyi reddetmeyeceğini” söylemişlerdi.

O günden sonra merakla ve dikkatle takip etmiştim. Şevket Beyin bir kısmını bizim kitabımızdan alarak aylar boyunca emek verdiği ve basım aşamasına geldiği o kitabı bir türlü gerçekleşmemişti. Öyle anlaşılıyor ki, Hocamız bunu kesinlikle engellemiş ve hayatta olduğu süreçte de asla izin vermemişti.

Aziz Hocamızın, “Dünyanın Değişimi ve Erbakan Devrimi” kitabımızı Altınoluk’ta ve başka ortamlarda kendilerine imzalatmak isteyenleri asla reddetmediğine ve bunu memnuniyetle yerine getirdiğine bizzat şahidizdir. Ayrıca Hanım komisyonlarının seminer ve sohbetlerinde bu kitapla birlikte “Mesaj ve Metot-Teşkilatçılık” kitabımızı tavsiye ettiklerini de o dönemde gelip bize haber vermişlerdi.


[1] Mart 1997

[2] Mart 1997

[3] Mayıs 1997

[4] Ocak 1998

[5] Mayıs 1997

[6] Mart 1997

[7] Mayıs 1997

[8] Kasım 1997

[9] Nisan 1998

[10] Mart 1998 / Ara Rejim

[11] Mart 1998 / Disiplinli Demokrasi

Yorum Yaz