TSK’nın Barış Pınarı Harekâtı yarım kalsa da, önemli ve önleyici tedbirler açısından başarılı olmuştu. Çünkü bu kritik süreçte mutlaka o bölgede bulunmamız gerekiyordu.
Avrupa basınında, özellikle İngiliz medyası “YPG’lilerin oluşturduğu yarı devlet Rojava artık yok” şeklinde dikkat çekici manşetler atılmıştı. Avrupa basını, Türkiye ve ABD arasında Suriye'nin kuzeydoğusu için varılan anlaşmaya ilişkin, “Ankara'nın istediklerini aldığını, terör örgütü YPG'nin iç savaşın kaosu sırasında oluşturduğu Rojava'nın artık olmadığını” yazmışlardı. İngiltere, Almanya, Fransa gibi Avrupa ülkelerindeki gazeteler, "PKK/YPG'nin 120 saat içinde güvenli bölgeden çıkması için Barış Pınarı Harekatı'na ara verilmesi" konusunda vardığı anlaşmaya sayfalarında geniş yer ayırmışlardı.
Oysa PKK-YPG militanlarının Rakka ve Deyrizor yöresindeki petrol kuyularını koruma ve İran'ın karayolunu tıkama amacıyla ve tabi o bölgede özerk Kürdistan'ı yapılandırma hesaplarıyla geri çekildikleri gizlenmeye çalışılmaktaydı. Çünkü ABD Savunma Bakanlığı, Suriye’den çekilen ABD askerlerinin teröre karşı mücadeleye devam etmek için Irak’a gönderileceğini duyurmuşlardı.
ABD Savunma Bakanı Mark Esper’in, Suriye’nin kuzeyinde bulunan ABD askerlerinin Irak’a gideceğini belirterek, “Irak’ı savunmak ve terör örgütü DEAŞ ile mücadeleyi sürdürmek için yaklaşık bin asker Irak’ta görev yapacak” sözleri, Rakka ve Deyrizor bölgesindeki PYD Kürdistanı’nı kurma çabalarını gizleme kılıfıydı. ABD askerlerinin Suriye’nin kuzeyinden çekilmeye devam ettiğini kaydeden Esper, çekilmenin birkaç gün değil birkaç hafta süreceğini ifade ederek, “Şu anki plan askerlerimizin Irak’ın batısına ve Suriye sınırına yerleştirilmesidir” şeklinde konuşmuşlardı. ABD Başkanı Donald Trump’ın, daha önce Suriye’deki ABD askerlerini çekme kararı alması tam bir tuzaktı.
İsrail’in hem iç (Shin Bet), hem de dış (MOSSAD) istihbarat örgütlerinde çalışmış gazeteci kökenli ajanların kurdukları DEBKAfile adlı haber sitesinde ilginç bilgiler yer almıştı. Wikipedia da bu sitenin doğrudan İsrail askeri istihbaratıyla irtibatlı olduğunu yazmıştı. DEBKAfile 9 Ekim günü okurlarına Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesini ‘özel haber ve analiz’ başlığıyla şöyle aktarmıştı:
“Askeri kaynaklarımız, Tayyip Erdoğan’ın, 7 Ekim Cumartesi günü Donald Trump’la yaptıkları telefon konuşmasında: (TSK’nın) oluşmasını kararlaştırdıkları güvenlik bölgesi sınırlarını aşacağına ihtimal vermiyorlardı. Trump o konuşmadan sonra, Türklerin planı önünde engel kalmasın diye, Suriye’nin kuzeyindeki gözetleme noktalarında görev yapan 100 kadar askerini çekeceğini açıklamıştı. Trump’ın bu kararı hem kendi ülkesinde hem de dışarıda sert eleştirilere maruz kalmıştı. Trump Erdoğan’ı Kürtlere saldırıldığı takdirde Türk ekonomisini bitireceği konusunda da uyarmıştı.”
Dikkat, İsrail haber sitesi DEBKAfile, bu haberi ilk Türk askerinin sınırı geçtiği gün (9 Ekim’de) yayınlamıştı. Site aynı ‘özel haber-analiz’ içerisinde üç kısa bilgi daha aktarmıştı:
• İran Türkiye ile sınırında daha önce ilan etmediği geniş kapsamlı bir askeri tatbikat başlatmıştı.
• ABD’ye ait küçük bir komando gücü, muhtemel bir Türk saldırısından ilçeyi korumak için, 6 zırhlı araçla Suriye’nin kuzeyinde ve Halep yakınında bulunan Kobani’ye doğru yola çıkmıştı.
• Türk yanlısı Türkmen milisler de Tel Ebyad’a beklenen Türk saldırısına destek çıkmak için Suriye-Türkiye sınırına yığınak yapmıştı.
Üstelik çatışmasızlığı sağlayan ABD-Türkiye mutabakatı sonrasında oluşan bölgenin haritasıyla Debka’nın 9 Ekim tarihli haberinde sunduğu harita birebir aynıydı![1]
ABD’deki Halkbank davasında sanık koltuğuna Erdoğan’ı oturtma şantajları neyi amaçlıyordu?
Hayret bu anlaşmadan iki gün önce ABD’de Halkbank hakkında ‘dolandırıcılık’, ‘İran’a yönelik yaptırımların delinmesi’ ve ‘kara para aklama’ suçlamalarıyla yeni bir iddianame hazırlanmıştı. İddianamede “Halkbank’ın üst yönetimi yüksek düzeyli Türk hükümeti yetkilileri tarafından desteklendi ve korundu” ifadeleri yer almıştı. ABD'deki Halkbank davasında “sanık koltuğuna Erdoğan'ın oturtulmaya çalışılacağını” savunanlar vardı.
“Böylece Halkbank davasının 'ikinci bölümü' başlamıştı. Halkbank davasında çok büyük tuhaflıklar vardı. Savcılar bir noktaya kadar geliyor, sonra her nedense devam etmiyorlardı. 'Sanki bir şeyleri bir başka duruma ekliyorlardı. Bir başka duruma saklıyorlardı. İlk davada Rıza Sarraf tanık olmuş Hakan Atilla yargılanmış 32 ay ceza almıştı. Şimdi bu davada Halkbank yargılanacaktı. Rıza Sarraf tanık olacaktı. Çünkü Sarraf şu an elini kolunu sallayarak ABD'de geziyorsa, oranın Bodrum'u diyeceğimiz Hamptons'ta ev tutup rahatça hayatını sürdürüyorsa işte bugünü bekledikleri için bu fırsatlar ona sağlanmıştı. Bu davanın sanık koltuğuna da bence Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı oturtacaklardı. Çünkü bir önceki davada pek çok ilişkiyi mahkemeye aktarmışlar, ama daha çarpıcı bir kısmını gündeme taşımamışlardı. Oysa ellerinde öyle iddialar vardı ki nedense bunları Rıza Sarraf'a sormamışlardı ve üzerinde durmamışlardı!?” diyenlerin bir bildikleri varsa, Devletin bunlardan habersiz olması imkansızdı. ABD’nin Erdoğan’a şantajlarının ve Trump’un ahlaksız mektup ve mesajlarının altında bu şahsi malvarlığı edinme iddiaları mı yatmaktaydı? Ağız uçuklatan boyuttaki bu ithamları Sn. Erdoğan’a ve ülkemize karşı bir şantaj unsuru olarak kullanan odakların elinde belgeler mi vardı?
Bütün bu ağır itham ve iddialara rağmen Sn. Erdoğan’ın kendilerine küstahça mektup yazan Trump’la telefon görüşmesini nasıl okumak lazımdı. Bu tavırlar hangi milli haysiyet ve hassasiyetle bağdaşırdı? Sn. Erdoğan, "ABD Başkanı Sayın Trump ile gerçekleştirdiğimiz telefon görüşmesinde ikili meselelerin yanı sıra Fırat'ın doğusunda kurulması planlanan güvenli bölge hakkında fikir alışverişinde bulunduk.” şeklinde bir açıklama yapmıştı. ABD Başkanı Trump ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’la telefonla görüştüğünü belirterek, “Türkiye ile çok iyi iş çıkarıyoruz” ifadelerini kullanmıştı. Acaba Trump alçağını bu denli sevindiren hangi girişim ve gelişmeler olmaktaydı?
Gerçeklerine hasret çekildiği veya değerlerinin fark edilemediği dönemlerde, sahte kahramanlar reklam edilip öne çıkarılıyordu. Gerçek kahramanlar; vatanımızı ve bağımsızlığımızı hedef alan düşmanlarımızı çok iyi tanıyor, bunları tesir ve tehlike sırasına koyup, piyonlarına değil asıl patronlarına savaş açıyordu. İşte Erbakan böyle davranıyordu. O, İslam dünyasının ve insanlığın baş belası Siyonist-Emperyalist odakların fikir ve eylem babalarını hedef alıyor, ülkemizdeki ve bölgemizdeki 5’inci sınıf işbirlikçi figüranlarıyla fazla uğraşmıyordu. Çünkü enerjisini ve cesaretini gereksiz ve neticesiz kof çekişmelerle tüketmenin yanlışlığını biliyordu. O, Siyonist yılanın kuyruğunu değil, başını etkisiz kılmaya çalışıyordu. O, sorunları ve sorumluluklarını önem ve öncelik sırasına göre ele alıyordu.
Ana hatlarıyla bazılarını hatırlatalım:
Refah-Yol iktidarında bir MGK toplantısında, edepsiz ve erdemsiz bir Paşa, meşrubat yerine RAKI isteyecek kadar bayağılaşıyor, Başbakan Erbakan ise bu huysuzluğa katlanıyordu. Elbette daralıyor, darılıyor ama “Kol kırılır, yen içinde kalır” hikmetini uyguluyordu.
Yine Osman Özbek isimli bir Tuğgeneral, sahiplerinin sesi konumunda, Başbakan Erbakan’a ancak bir gavur kabadayısı tarzıyla küfür ve hakaretler yağdırıyor, ama maalesef dönemin Kuvvet Komutanı ve GK Başkanı da bu küstahlığa sessiz ve tepkisiz kalıyordu. Erbakan'ın partisinde Milletvekili, Bakan ve Belediye Başkanı olmuş gayretsiz insanlardan bile tıs çıkmıyordu. (Dikkat! Bazı itirazlar için hatırlatayım; Evet, fos ve kof “FIS”lar çıkmıştı, ama oturaklı ve adam akıllı bir “TIS” çıkmıyordu..)
Ve yine küresel çetenin ve Siyonist merkezlerin tertiplediği, D-8’leri kuran ve havuz sistemiyle ülkeyi faizli borç sarmalından kurtaran Erbakan'ı düşürmenin hedeflendiği o malum ve mel’un 28 Şubat sürecinde, asker ve sivil kanadının, sağcı ve solcu takımının, hatta din istismarcılarının ve Fetullah Gülen kiralığının saldırı ve sataşmaları karşısında bile, Erbakan bir kere olsun Askerini ve Devletini suçlayıcı bir tavır takınmıyor, o yine küresel baronların sinsi planlarını açıklıyor ve bozmak için çırpınıyordu. Erbakan bunları yaparken asla Asker’den korkmuyordu, makam ve çıkar için de bunlara katlanmıyordu… Tam aksine, kendi yurdumuzun ve yuvamızın bu şımarık evlatlarına acıyıp şefkatle yaklaşıyordu, ülkenin ve milletin onurunu ve huzurunu korumaya çalışıyordu.
Ama aynı Erbakan, o yıllarda gittiği Amerika'daki bir Konferansında ve ABD'li yüksek bürokrat ve komutanların da bulunduğu bir ortamda, hepsinin yüzüne karşı, ABD derin Devleti olan Yahudi Lobilerinin ve Siyonist emperyalizmin şeytani projelerini anlatıyor ve “Ey terbiye edilmemiş aygır!.. Ey çevresine tekme savurup duran azgın katır!” sözleriyle şeytanları sarsıyor ve onların kiralık şarlatanlarını şaşkınlığa uğratıyordu.
Devamını okumak için tıklayınız.