Nisan 18 20:46

ERDOĞAN’IN KUŞKULARI VE BARIŞ KORİDORU PALAVRALARI

ERDOĞAN’IN KUŞKULARI VE BARIŞ KORİDORU PALAVRALARI

“Fırat’ın Doğusu Türkiye için en ciddi mücadele alanıdır. Ülkemizin siyasi geleceği, 21. yüzyıl varlığı büyük oranda buraya yapılması gereken jeopolitik müdahaleye bağlıdır. Türkiye’nin sadece bir terör tehdidi altında olduğu sanılmasındı, aslında çokuluslu bir kuşatma altındaydı. Mücadele biçimi de terörle mücadelenin çok ötesinde, çokuluslu ve çok yakın bir tehditle yüzleşmeyi gerekli kılmaktadır. Bu bir harita planlamasıdır. Irak ve Suriye’den sonra, “harita”nın Türkiye ayağının masaya sürüleceğinden kimsenin şüphesi olmasındı. Eğer bu harita engellenecekse, bugün Suriye’de engellenmesi lazımdı. Sanıldığı gibi bu “harita” sadece PKK ile sınırlı bir harita değil, bir küresel hesaplaşmaydı.

1. Dünya Savaşı sonrası bölge haritalarını kimler hazırlamışsa, bugün yine onlar karşımızdaydı. 1. Dünya Savaşı sonrası bütün haritalar nasıl Türkiye’ye karşı hazırlanmışsa, bugün de Türkiye’ye karşı hazırlanmaktaydı. Eğer Fırat Kalkanı, Afrin operasyonu ve bugün Irak’ın kuzeyinde devam eden operasyonlar yapılmasaydı, bugün hiç şansımız ve imkânımız olmayacaktı. Çünkü İran sınırından Akdeniz’e kadar olan kuşak, tamamen bir Batılı işgal kuşağı olarak tamamlanmış olacaktı. İşte şimdi, bu hesabı tamamen kapatmak için Fırat’ın doğusuna müdahale acil bir ihtiyaçtır. Bunun başka da hiçbir yolu yoktur, olmadığı daha sonra da anlaşılacaktır. ABD ile yapılan anlaşmaların tamamı Türkiye’yi oyalama ve Siyonist projeye zaman kazandırma amaçlıdır. Münbiç dahil, bugüne kadar verdikleri hiçbir sözü tutmamalarının nedeni bu noktada aranmalıdır. ABD ile yapılan son anlaşmadan da sonuç çıkmayacak, zaman geçtikçe Türkiye’nin hayati güvenlik sorunu çok daha artacak, belli bir noktadan sonra “müdahale edilemez” konuma taşınacak ve TSK'nın eli kolu bağlanmış olacaktır.”[1] diyen ve tamamen katıldığımız gerçekleri dile getiren yandaş yazarların en büyük yanılgısı, bütün bu badirelerin Erdoğan kafası ve iktidarıyla aşılacağının sanılmasıydı. Yani bunların handikabı, Erdoğan’ın samimi ve cesaretli davrandığına inanmalarıydı.

Erdoğan, partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında yaptığı kurusıkı çıkışlarında, AB’ye yönelik bir çağrısı da vardı. “Ankara, ABD tarafından oyalanmaktan ve ABD’nin ikili oynamasından bıktı” sözlerini samimi sananlar aldanmaktaydı. Çünkü; evet Türkiye aldatılıp oyalanmaktaydı, ama bunu Erdoğan’la ABD birlikte kotarmaktaydı.

İş işten geçtikten ve ABD, Suriye'nin kuzeyine PYD-PKK terör şebekesini iyice yerleştirdikten sonra Sn. Erdoğan, hem de samimiyetten uzak bir tavırla: “Tüm gelişmeler bizim istediğimiz Güvenli Bölge ile muhataplarımızın kafasındaki Güvenli Bölge arasında çok ciddi farklar olduğunu gösteriyor. İdlib tarafında milyonlarca yeni sığınmacı tehdidiyle karşı karşıya bulunan Türkiye’nin, Fırat’ın doğusundaki duruma daha fazla seyirci kalma şansı yoktur. Geçtiğimiz günlerde de ifade ettiğim gibi, Eylül’ün son haftasına kadar Fırat’ın doğusundaki Güvenli Bölge oluşumunu kendi istediğimiz şekilde fiilen başlatmakta kararlıyız.” buyurmuşlardı.

Lütfen hatırlayınız

• Türk-ABD heyetleri, ABD Başkanı Trump’ın 32 km açıklamasının ardından Güvenli Bölge derinliği için masaya bu rakamdan oturuvermişlerdi.

• Ankara’nın deyimiyle “ikili oynayan” ABD, terör örgütü PYD/YPG ile de görüşmelerine devam etmişti. Terör örgütü 5-14 km aralığında derinliğe güya “Tamam” demişti.

• ABD bu kez masaya terör örgütünün talebiyle gelmişti. Ankara müzakerelerde tepki göstermiş, “Önümüze terör örgütünün talebini nasıl koyarsınız” diye itiraz etmişti.

• Türkiye’nin istediği derinlik talebi karşılanmasa da ABD, terör örgütü YPG/PYD’nin çekileceği ve tahkimatlarının etkisiz hale getirileceği sözünü vermişti.

İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kof çıkışları; hâlâ “hiçbir ciddi adım atılmamasına ve ABD’nin ikili oynamasına” yöneliktir. Çünkü ABD’nin sözlerine rağmen sadece helikopterler uçuvermişti.

Çünkü Türkiye’nin; “Terör örgütüyle angajmanınızı kesin” demesine rağmen, ABD terör örgütü mensuplarını eğitmeye ve donatmaya devam etmişti. Sonuç olarak terör örgütü çekilmemişti. Ankara, çekilme olduğunda bu çekilmenin kendi güvenlik güçleri tarafından da doğrulanmasını istemekteydi. Kısacası; “Türk askeri bölgede olsun” demekteydi.

Neymiş; Cumhurbaşkanı Erdoğan gelinen noktayı ve Ankara’nın kararlılığını 21-25 Eylül’de BM Genel Kurulu için gideceği New York’ta ABD Başkanı Trump’a son kez anlatacakmış!? Ya ABD sözünü tutacakmış ya da Türkiye kendi göbeğini kesmek zorunda kalacakmış!?

Güvenli Bölge vakit kaybı mıydı?

Güvenli Bölge için 8 Eylül 2019 alınan ve Türkiye’yi oyaladığı anlaşılan karar uyarınca ilk göstermelik adım atılmıştı. ABD ile Türkiye belirlenen alanda ilk kara devriyesine birlikte çıkmıştı. Sınırda bunlar yaşanırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı gün aynı saatlerdeki konuşmasında; Amerika’nın Güvenli Bölge’den derdinin PYD/YPG’ye kol kanat germek, onları korumak ve onlar için güvenli bölge oluşturmak olduğunu açıklamıştı. Yahu Allah aşkına, bunlar mı çok saftı, yoksa milleti mi oyalamaktalardı?

Gündüz Türkiye ile devriye; Gece PKK-PYD’ye sevkiyat!

Birkaç gün -sabah saatlerinde- Türk askerleriyle birlikte Suriye’de devriyeye çıkan ABD; gece ise, Irak’tan yaklaşık 55 TIR’la Suriye’de terör örgütü YPG/PKK işgalindeki bölgeye kapalı kasalar, dört çeker araçlar ve iş makineleri taşımıştı. ABD, 9 Eylül akşam saatlerinde Suriye-Irak sınırındaki Simelka kapısından yaklaşık 55 TIR’lık sevkiyat yapmıştı. YPG/PKK işgalindeki Ayn İsa ve Şeddadi bölgelerine giden TIR’larda kapalı kasalar, dört çeker araçlar ve iş makineleri olduğu anlaşılmıştı. ABD, 4 Eylül’de de bölgeye içinde geniş araçlar, iş makinaları, yakıt tankerleri, jeneratörler bulunan 60 TIR yollamıştı.

YPG/PKK militanları tünel kazmaya devam ediyorlardı

ABD’nin teröristlere yardımları sürerken, YPG/PKK da Türkiye sınırında tünel kazma ve mevzi yapma faaliyetini sürdürüyorlardı. Çalışmanın; Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinin karşısındaki Suriye topraklarında yer alan, Tel Abyad’a 20 km mesafedeki Suluk’ta sürdüğü ortaya çıkmıştı. AA, 5 Eylül’de de örgütün hâlihazırda Aynularab, Tel Abyad ve Sırrin’de tüneller kazdığını aktarmıştı.

Türkiye Fırat’ın Doğusuna acilen müdahalede bulunmalıydı

Türkiye ile ABD arasındaki Güvenli Bölge görüşmelerinden sonuç çıkmayınca, TSK’nın ani gece baskını veya nokta operasyonlarından endişelenen terör örgütü yöneticileri, akşamları güneye gidip geceyi ABD üslerinin yakınındaki bölgelerde geçiriyorlardı. Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna müdahale için sınıra yığınağını artırması, Fırat’ın doğusunda PKK/PYD’de paniğe yol açmıştı. ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin Ankara’da yaptığı, Fırat’ın doğusunda oluşturulacak Güvenli Bölge görüşmelerinden sonuç çıkmaması da PKK/PYD’lilerde endişeleri artırmıştı. Türk yetkililerin, ABD önerilerinden tatmin olmadıklarını açıklamasından sonra; PKK/PYD’lilerin peş peşe toplantılar yaptıkları, acil durum kararı aldıkları anlaşılmıştı. Türkiye sınırına yakın yerleşim birimlerindeki silah ve mühimmat depoları iç bölgelere taşınmıştı. Yerel kaynaklar; “Örgüt yöneticileri tedirginlik içinde” diyorlardı, “Ani gece baskınından veya nokta operasyonlardan korkuyorlardı. Bu nedenle örgütün ileri gelenleri akşamları güneye gidip, geceyi ABD üslerinin yakınındaki bölgelerde geçiriyorlardı. Üstlerin yakınlarında örgüt yöneticilerinin kalması için yerler yapılmıştı. Sınıra yakın merkezlerde de geceleri nöbet tutuyorlardı.” Kamışlı’da Türkiye sınırına yakın kesimlerde, Türkiye’den de görülecek şekilde PYD/YPG bayrakları asılıydı. Son günlerde bu bayrakların indirildiği anlaşılmıştı.

Türkiye’nin Pençe operasyonları da bölgede yakından takibe alınmıştı. Yerel kaynaklar, PKK/PYD’nin Pençe operasyonları sonrasında Kandil ile Fırat’ın doğusu arasındaki bağın kesilmesinden büyük kaygı duyduklarını açıklamıştı. PKK/PYD’lilerin bu konudaki kaygılarını şöyle anlatmışlardı: “Irak-Suriye arası vızır vızır işliyordu. Hatta kendi aralarında konuşurlarken, Kandil’den yeni geldiğini belirterek söze başlayanlar oluyordu. Türkiye, Hakurk ve çevresinde operasyonları yoğunlaştırıp bölgeyi kontrol edince, gidiş gelişler durmuştu. Bu durumdan çok endişeli oldukları anlaşılıyordu. Türkiye’nin Sincar’a da operasyon yapması halinde, Irak-Suriye bağının tamamen kopacağından korkuluyordu. PKK-YPG şaşkınlık içinde bocalıyordu, hatta aralarında ‘çember iyice daraldı’ diye konuşuluyordu.”

PKK/PYD ile birlikte hareket eden ve bölge ticaretini ele geçiren PKK/PYD’ye yakın ailelerin, son dönemlerde zenginleştiklerine dikkat çeken yerel kaynaklara göre: “Bu aileler Türkiye’nin müdahale etme kararlılığı karşısında şaşkınlardı. Bunlar sınır bölgelerinde önemli ölçüde gayrimenkul satın almışlardı. Şimdi ‘Türkiye bölgeye girerse, mallarımızı elimizden alır’ telaşı yaşanmaktaydı. Ellerindeki malları nakde çevirme şansları da bulunmamaktaydı.”

Bölgede etkin olan aşiretlerin tavrında da değişiklik gözlendiğini ifade eden yerel kaynaklar şu bilgiyi aktarmışlardı: “Bölgede aşiretler gelişmelere göre tutumlarını değiştiriyorlardı. Arap aşiretler PKK/PYD’den rahatsızdı. Bu hem Kamışlı, hem Telabyad, hem de diğer bölgelerde aynıydı. Arap aşiretlerle PKK/PYD’liler arasında gerilim artmaktaydı. ABD’nin PKK/PYD’nin arkasında durmasına ses çıkarmayan aşiretler, Türkiye’nin müdahalesi gündeme gelince açık tutum almaya başlamışlardı. Daha önce ne olacağını anlamaya çalışan aşiretler, şimdi Suriye’nin toprak bütünlüğü için Esad yönetimi ile temasa geçmeye başlamışlardı. Bölgede en etkili aşiret Şammar Aşireti olmaktaydı ve Suriye’den körfez ülkelerine kadar yaygın bir konumdaydı. Körfezdeki zengin şeyhlerin, emirlerin eşleri; bu aşiretten gelin almaktaydı. Aile bağları olduğu için bütün Ortadoğu’da ağırlıkları vardı. Geçen günlerde Şammar Aşiretinden temsilciler de Şam’a giderek Esad yönetimi ile görüşmeler yapmışlardı. Bölgede dengeler değişmeye başlamıştı. İdlib Şam’ın kontrolüne geçtikten sonra, sıranın Fırat’ın doğusuna geleceğinin herkes farkındaydı.

ABD’nin de telaşı artmıştı!

PKK/PYD’deki paniği ABD de fark etmiş durumdaydı. Bölgede PKK/PYD merkezlerine ABD’lilerin geliş gidişleri artmıştı. Yerel halk “PKK/PYD’lilere moral verme amaçlı” diyorlardı. James Jeffrey Türkiye’de görüşme yaparken ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) General Kenneth McKenzie’nin, Suriye’de DSG komutanı Mazlum Kobani kod adlı Şahin Cilo ile görüşmesi de bu çerçevede ele alınmaktaydı. Yerel kaynaklar, James Jeffrey’in son yaptığı, “Bizimle savaşanların zarar görmemesi, saldırıya hedef olmaması konusundaki taahhüdümüz sürüyor” açıklamasını da PKK/PYD’deki paniği önleme çabası olarak yorumluyorlardı.

İşte bütün bu nedenlerle; Türkiye’nin, ABD’yi ve hiç kimseyi dinlemeden Fırat’ın doğusuna derhal girmesi, PYD-PKK devletçiğini silip süpürmesi ve Suriye’nin bütünlüğünü sağlayıcı sonuçlar üretmesi kaçınılmazdı!..

Tam da bu süreçte “Türkiye’nin İsrail’le normalleşmesi gerektiğini” savunanlar saf mıydı, ajan mıydı?

Kıbrıs açıklarında zengin doğalgaz yataklarının ortaya çıkmasından bu yana, Akdeniz’de çok hareketli günler yaşanıyordu. Mısır, İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan birlikte hareket ediyordu. Ortak anlaşmalar imzalanıyordu. Bu alandaki yakınlaşma ekonomik temelli gibi gözükse de belli askerî alanlarda da iş birliğine gidiliyordu. Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı bir blok oluşmuştu ve maalesef her geçen gün daha fazla ülke bu ittifaka katılma eğiliminde görülüyordu. Ankara ile çok yakın ilişkileri bulunan Katar’ın bile, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayan belli iş birliklerini değerlendirdiği iddiaları konuşuluyordu. ABD ve Avrupa Birliği ise, Rum-Yunan ikilisinin yanında duruyordu.

Devamını okumak için tıklayınız.

Yorum Yaz