2023 Genel Seçimlerinin hemen ardından ve özellikle MB başına Amerika’dan CFR üyesi Hafize Gaye Erkan’ın atanmasından sonra, dolar 26 TL’yi aşıp 30’lara tırmanmakta, pahalılık hızla artmakta, hatta ekmeğin 10 TL olacağı konuşulmaktaydı. 425 dolar karşılığı verilen asgari ücret, daha maaşlara yansımadan erimeye başlamış, sefalet yaygınlaşmıştı.
“Nass var” denilerek kitlelere karşı “faiz karşıtlığı” riyakârlığı oynanırken, eş zamanlı olarak bankaların bir senede kârlarını 5 kat artırması, “Bu ne menem bir faiz karşıtlığıdır?” sorusunu gündeme taşımıştı. 2018 seçimlerinden önce “verin yetkiyi, görün etkiyi” diyerek faizle, dövizle baş etmekten yani ekonomiyi düzeltmekten bahseden mevcut iktidar, o tarihten bu yana uyguladığı ekonomi politikasıyla(!), ekonomik iflasın eşiğine dayanmıştı. İktisat dışı ve irrasyonel girişimler, yanlış kararlarını dini gerekçelerle perdelemeler (nass var deyip bankaları ihya etmeler), çalışanı, üreteni değil de rantiyeyi öncelemeler, Erdoğan iktidarını Siyonist sermaye baronlarının tuzağına atmıştı. Gerçeklikten kopuşlar veya “gözlerdeki ışıltı” türünden saçmalıklar, enflasyonist bir ortamda faiz indirerek enflasyonu patlatmak, ekonomideki her sıkıntıya “kredi” yani bankaya borçlanma dışında çözüm önerisi sunamamak, çok kısa bir sürede çok hızlı bir fakirleşmeye neden olmak, yanlış politikaların ekonomiyi getirdiği noktanın fotoğrafıydı. Yeniden Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanan Mehmet Şimşek’in, “Rasyonel zemine dönmek dışında seçenek kalmadı” sözleri ise ekonominin halihazırda “irrasyonel zeminde” olduğunun dolaylı itirafıydı.
Şimşek ve Erkan, Elde Kalan Kamu İşletmelerinin Satışı İçin mi Atanmışlardı?
Bazı ekonomistler; Erdoğan’ın ekonomide son umudunu, elde kalan kamu işletmelerinin satışına bağladığını hatırlatıp, Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’ın bu amaçla göreve getirildiğini vurgulamaktaydı. Asıl sıkıntının ise kış aylarına doğru görüleceği anlaşılmaktaydı. Buna göre, seçimden sonra göreve getirilen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’a çizilen bir çerçeve vardı. “O çerçevenin içinde Türkiye’de ekonomiyi, gelir dağılımı adaletsizliğini, refah yoksunluğunun tehlikelerini düzeltecek mesafe yok, yer yok. Yani, ellerinde öyle bir araç yok!” diyen uzmanlar, Türkiye’nin bir yıl önce yaşadığı derin ekonomik krizin bir benzeriyle önümüzdeki kış aylarında yeniden karşılaşacağı konusunda uyarılar yapmaktaydı. TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyonun dahi yüzde 40 olduğu bir ortamda, politika faizini yüzde 8,5’ten yüzde 17,5’e çıkarmanın bir işe yaramayacağını vurgulayan uzmanlar, enflasyonla mücadele edilmek isteniyorsa, önce tarımsal ve sanayi üretiminin artırılması; vurgun, talan ve israfın mutlaka sonlandırılması gereğini hatırlatmaktaydı.
Oysa, Erdoğan’ın umudunu, Körfez ülkelerinin yanı sıra Rusya ve Azerbaycan’dan gelecek yüksek faizli SWAP paralara bağlaması, bu iflası hızlandırmaktan başka işe yaramayacaktı.
Bunun sonucu Türkiye’nin bütün Milli varlıkları satılacaktı. Bu yüzden Siyonist sermaye baronlarının 3’üncü sınıf adamları olan muhatapları Erdoğan’a: ‘Bu şekilde bir ekonomi politikası varken biz Türkiye’ye yatırım yapmayız, sen biraz akıllı uslu insanları getir, paranın güvende olacağına emin olalım!’ diye dayatmışlardı. Dolayısıyla Mehmet Şimşek geri çağrılmış, Gaye Hanım da Merkez Bankası’nın başına atanmıştı. Bunların göreve getirilme amacının ‘Türk milletinin enflasyondan kurtulmasını sağlamak’ olduğunu düşünmek ahmaklıktı. Bunlar, eğer buraya para girecekse, daha çok döviz piyasasının dengesinin sağlanması amacıyla iş başına taşınmışlardı. Biraz da tabii “Batılı görünüşlü” insanların, sermaye çevrelerinde belli bir itibarları vardı, yani aynı dili konuşuyorlardı, oradan da bir miktar para temini güya kolaylaşacaktı.
İçeride artık kaynak kalmamıştı, onlar tamamen günü kurtarmak için boşa harcanmıştı. Şu anda bir kısır döngü yaşanıyordu; enflasyon Türk Lirası’nın değer kaybını tetikliyor, bu da daha fazla enflasyonu tetikliyordu… Bunun yerine; “yurt dışından gelen parayla dövizdeki kanamayı dindirelim, faizleri de bir miktar yükseltelim, belki insanlar ellerindeki dövizleri satarlar, onu da Türk Lirası’na krediye dönüştürelim, bu badireden çıkarız” diye düşünülüyordu. Oysa iki sebepten dolayı bu yürümezdi:
Birincisi: Eminim Azerbaycan, Rusya, Arap şeyhlikleri Türkiye’ye belki yatırım yapmayı düşünmektelerdi. Niye yapmasınlar ki? Türkiye’de her şey yabancılar için çok ucuzdu. Bugün Türkiye’deki şirketlerin değeri, bu yanlış politikalardan dolayı dünyada benzer şirketlerin yarısına kadar inmişti. Ama burada bir küçük detay vardı: ‘Hadi satıyorum’ deseniz ya da onlar ‘Alıyorum’ deseler bile teknik nedenlerden dolayı bu işler en az bir yıl sürerdi, çünkü işin tabiatı böyleydi.
İkincisi: Gelen paralarla, belki birkaç ayı rahat geçiririz, yerel seçimlere giderken TL de güçlenir ve Erdoğan’a bir avantaj kazandırabilir, ama onun dışında Türkiye’nin sorunlarını çözmezdi. Eğer o yaklaşımla Türkiye’nin sorunları çözülecekse o zaman bu iş ortamı dediğimiz yapının değiştirilip mafyadan, kankacılıktan kurtulmak, yargının üstünlüğünü oluşturmak, Merkez Bankası başta olmak üzere SPK, BDDK hepsinin bağımsızlığını sağlamak gerekirdi. Niye bunlar önemliydi? Çünkü bunları yaparsanız ancak o zaman Batı’dan sermaye gelir, Avrupalı ve Çinli şirketler gelip Türkiye’de fabrika kurar, üretimlerini buraya kaydırırlardı.
...
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..