14 Nisan 2024 tarihinde İran İsrail’e 300 balistik füze ve IHA yollamış, ama hiç kimsenin burnu kanamamıştı!? Ancak o gün, yani 14 Nisan günü Adana İncirlik üssüne 2 adet B-1B uçağı indiği dikkatlerden kaçırılmıştı. Ve ertesi gün bu iki uçak Türk F-16’ları ile birlikte havalanmışlardı. Uçtukları bölge Türk hava sahasıydı ve iki gün boyunca birlikte uçmuşlardı. Bu uçuşların, iki ülkenin genelkurmay kayıtlarındaki resmi tanımı: “Havada Yakıt İkmali ve Müşterek Taarruz Kontrolör Eğitimleri…” olmaktaydı.
Tatbikat yaptıkları hava sahası ise Suriye, Irak ve İran sınırlarına yakın bölgeleri kapsamaktaydı… Buralar, şu an bütün dünyanın nefesini tutup izlediği ve her an kontrolden çıkıp dejenere olabilecek bir “Savaş” bölgesine dört dakikalık uçuş mesafesi konumundaydı. Yani İran saldırısından 24 saat sonra sınırımızda böyle bir tatbikat başlamıştı.
F-16’ları biliyoruz. Ya “B-1B” uçakları ne olmaktaydı? Yani Amerika’nın İncirlik’ten havalanan o iki uçağı ne işe yaramaktaydı?
“Rockwell B-1 Lancer…” olarak bilinen “ABD Hava Kuvvetleri’nde bulunan uzun menzilli stratejik bombardıman uçaklarıydı… Stratofortress ve B-2 Spiritile beraber ABD uzun menzilli bombardıman kuvvetlerinin belkemiğini oluşturmaktaydı…”
Tatbikat Türk hava sahasındaydı ama kullanılan uçakların menzilleri uzun ve adı “Bombardıman” uçaklarıydı. Buna aynı cümlede geçen, “Havada ikmal” kelimelerini de eklerseniz, bu tatbikatın rotası da kendiliğinden ortayla çıkmaktaydı ve bu tatbikat İran saldırısından sadece 24 saat sonra yapılmıştı!..
Bu zamanlama bir tesadüf müydü, yoksa önceden planlanmış bir tatbikat mıydı? O Amerikan uçakları hep orada mıydı? Yoksa yeni mi taşınmışlardı? Bu tatbikatın “Birilerine” verdiği “Bir mesaj” olduğu açıktı. Ama bu mesaj herhalde İsrail’e olamazdı. Acaba bu uyarı 24 saat önce atılan 300 Balistik füze ve kamikaze drona mıydı?
Üstelik bu askeri bilgiler Milli Savunma Bakanlığı’nın resmi internet sitesinden alınmıştı. Hem de Bakanlığın “Haftalık Basın Bilgilendirme” toplantısından sonraydı. Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk’ün verdiği açık ve resmi bilgi bunlardı. Anlaşılan Savunma Bakanlığı İncirlik’teki bu ortak tatbikatın bütün dünya tarafından duyulmasını istiyorlardı. Acaba “Şeffaflık” icabı mıydı? Yoksa kadife bir şeffaflık eldiveni içinde demir bir mesaj mıydı? Orasını değerli okurlarımıza bırakmalıydı…
Evet, bu tatbikat 15 Nisan’da başlamış ve iki gün sürmüş durumdaydı. Bu brifingi 18 Nisan günü bakanlığın resmi sitesine koymuşlardı. Aynı brifingden çok ilginç bir açık istihbarat daha vardı: Doğu sınırımızda bu tatbikatın (İran’a karşı) yapıldığı aynı gün, yani 16-17 Nisan günü, en Batı sınırımızda da çok ilginç bir şey yaşanmıştı. Yunanistan’ın “Kamia” adıyla bilinen 31’inci Mekanize Piyade Tugayı komutanı, o gün Türkiye sınırını geçerek Edirne’ye geliyor, ve orada Türk silahlı Kuvvetlerinin 54’cü Mekanize Piyade Tugay’ını ziyaret ediyorlardı!?
Aynı Yunanistan sınırından şu ikinci açık istihbarat kafa karıştırıcıydı; çünkü 54’cü Mekanize Piyade Tugayımızın Komutanı, Yunanistan sınırı geçiyor ve Trakya’daki Feres’te bulunan Yunan 31’inci Mekanize Piyade Tugayına bir ziyarette bulunuyorlardı. Düşünebiliyor musunuz? Bu iki asker; bir Türk-Yunan savaşında karşı karşıya gelecek iki tugayın komutanları birbirlerine ziyaret yapıyorlardı!?
Ayrıca Türk ve Yunan birliklerinin komutanları 14 karşılıklı ziyaret daha yapacaklardı… Yani, bir zamanlar, boynunda fotoğraf makinası ile gezen turistlerin bile casus muamelesi gördüğü yerleri şimdi (Türk ve Yunan tarafları) birbirlerine açacaklardı… Ardından 22 Nisan 2024’te Türk ve Yunan askeri ve sivil heyetleri Atina’da buluşmuşlardı. Amaç ise “İki ülke arasındaki güven artırıcı önlemleri arttırmaktı.”
Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington’a yapacağı ziyaretten 2 hafta önce İncirlik’teki bu ortak tatbikat şu anlamı mı taşımaktaydı? Türkiye Orta Doğu ile ilişkilerinde yeniden İsrail lehine ve Batı eksenine mi kaymaktaydı? Ve Erdoğan iktidarına ve Cumhur İttifakı’na göre; bizim için asıl “Tehdit” unsuru Batı değil, Doğu sınırımız ve İran mıydı?
“Bu iki açık istihbarat, Türkiye dış politikasının bu en tehlikeli bölge konusunda, kişisel ve ideolojik saplantıları aşarak, ülke menfaatlerine uygun rasyonel bir zemine oturtma işaretleridir” diyen aslı ve amacı malum Ertuğrul Özkök, bu talihsiz gelişmelere seviniyorsa, bu iktidarın kimlerin güdümünde olduğunun kanıtıydı.
Kafalar Karışık, İktidar Şaşkındı!
İran, Amerika ve İsrail’e belki de danışıklı bir saldırı yapmış, bu sayede Gazzelileri daha zor durumda bırakmış ve büyük destek kaybeden Netanyahu’ya cansuyu kazandırmış olsa da; başka bir bakış açısıyla İran, İsrail’in Şam’daki diplomatik merkeze yaptığı saldırıyı cevapsız bırakmamış, saldırının şiddetini, kapsamını ve amacını kendisi ayarlamış olmaktaydı.
Evet, ABD ve İsrail, bölgedeki en sadık müttefikleri Sünni Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Mısır, Türkiye vd. ülkelerin aleyhine Şii İran’la gizli işbirliği yaptığını gösteren girişim ve gelişmeler vardı. Ancak, İran’da mevcut iktidar dışında Milli bir yapı vardı; İslamcılar 1964’ten bu yana İsrail’i dış politikalarının merkezinde oturtmuşlardı. İran İslamcıları, İsrail’in bölgenin ana problemi olduğu teşhisini ilk defa 1963 yılında koymuşlardı. İmam Humeyni’nin 1963, 15 Hordat’ta 15 bin kişinin hayatına mal olan ayaklanmayı başlatmasının sebeplerinden biri İsrail’in, binlerce kişiyle İran’da son derece kritik sahalarda faaliyet halinde olması ve Amerika ile İsraillileri suç işlemeleri halinde İran mahkemelerinde yargılanmaktan muaf tutmayı öngören yasal hazırlıklardı.
Eğer İran’da dış politikanın merkezinde ABD ve İsrail yer alacaksa, Filistin sorununun politikanın nihai hedefi olmasında bir gariplik olmazdı. Nitekim devrimden hemen sonra İsrail Büyükelçiliği FKÖ’ye ayrılmış; Yaser Arafat şeref konuğu olarak çağrılmıştı.
1979 İslam Devrimi gerçekleştiğinde İmam Humeyni, İran’ın dış politikasını şu esaslara dayandırmıştı:
İç ve dış politikada “İslam için İran” ilkesi uygulanacak, Amerika İslam’ın gerçek düşmanıdır, er veya geç yıkılacaktır. İsrail, Amerika’nın bölgedeki karakolu konumundadır. Amerika ve İsrail’le, akıllı diplomasi ve gerektiğinde sıcak çatışmayı göze alarak mücadeleye hazırlanmalıdır!
Maalesef Humeyni’nin bu duyarlı ve tutarlı tavrı daha sonra askıya alınmış ve İran Devrimi yozlaştırılmıştır. Ancak İran’da Erbakan Hocamızla aynı doğrultuda bir Milli yapılanma da vardır ve duruma el koyması yakındır.
İran, bugüne kadar Lübnan ve Yemen’deki taraftarları üzerinden yıpratma savaşı yolunu seçerken, ilk defa İsrail’e kendisi ve doğrudan saldırıya kalkışması psikolojik bir avantajdır. İran, bu saldırı ile İsrail tahriklerine devam etmesi halinde daha büyük ve gerçekten yıkıcı saldırılar düzenleyebileceği mesajını aktarmış, yüksek savaş kapasitesine sahip olduğunu göstermeye çalışmış, Amerika ve genel olarak İsrail destekçisi Batı’ya İsrail’i denetlemeleri gerektiğini hatırlatmıştır.
Gerek 7 Ekim Hamas’ın, gerekse İran’ın saldırısıyla, İsrail’in öyle çok da güçlü savunma sistemine sahip olmadığı, demir kubbesinin hamurdan olduğu ve kolaylıkla aşıldığı gerçeği ayan beyan ortaya çıkmıştır. Öteden beri Hamas, Hizbullah ve Husiler demir kubbeyi yumuşatan saldırılar yapıyorlardı. Saldırıları etkisiz hale getiren İsrail değil, Amerika, İngiltere ve Fransa’dır. İsrail gazetesi Yediot Aharano’a göre 14 Nisan saldırısı “İsrail’i gülünç durumda bırakmış ve korkudan felç etmiş durumdadır.” Üstelik bu misillemenin İsrail’e maliyeti, 1,3 milyar, İran’a 62 milyon dolardır.
Polemik düzeyinde İran’ın saldırısını beğenmeyenlere veya İran’ın attığı her adımı kötü niyetine yoran Erdoğan iktidarına, Cumhur İttifakı’na ve tüm yandaşlarına haklı olarak söylenecek söz şudur: “Buyurun, siz daha iyisini yapın İsrail orada duruyor!” çağrıları da haklıydı!
İran’daki mevcut yönetimin, İsrail’e hiçbir zarar vermeyen göstermelik saldırısının mantığını kavramak için, Erdoğan iktidarının “Sözde Filistin’den, ama özde İsrail’den taraf” olan tavrına bakmak, konunun anlaşılmasını kolaylaştıracaktı!
...
MAKALENİN TAMAMINI OKUMAK/DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ..