Aralık 10 23:57

İLİM VE AKIL, İMANA ULAŞTIRIR

İLİM VE AKIL, İMANA ULAŞTIRIR

İLİM VE AKIL, İMANA ULAŞTIRIR

Prof. Celal Şengör,  “Bilim için önce dinden kurtulmak lazım; yani özgür düşünceyi engelleyen her şeyden kurtulmak lazım. Türk toplumunun değerlerinin (din dâhil) doğru olmadığını vaktiyle gördük, neticede (Batıdan) yedik tokadı oturduk…” şeklinde cahilce ve kâfirce laflar etmiş, Aydınlık Gazetesi de bunları “bilimsel gerçekler” gibi günlerce yazmaktan çekinmemişti.[1]

Ve zaten Aydınlıkçılar, sürekli “emperyalistler ve gerici güçler” diye sözde karşı çıktıkları ABD, AB, Suudiler, Birleşik Körfez Emirlikleri gibi ülkelerin tertipleyip desteklediği Mısır darbesine ve binlerce masum insanın katledilmesine sevinmiş ve ”Müslüman Kardeşler devrildi, devrimci güçler yönetimi ele geçirdi” diye bayram etmişlerdi… İslam’dan kaynaklanan, İslam’ı referans alan ve hatta İslam’ı hatırlatan her şeye düşmanlık beslemek bir şeytan karakteriydi.

Birkaç yıl önce Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tosun Terzioğlu hikmet yumurtlamış: “Darwin’e inanmayan aşı da olmasın!” gibi laflar etmişti. Sayın Tosun Terzioğlu, bir matematikçi ve 1992-1997 yılları arasında TÜBİTAK başkanlığı da yapan birisiydi.

 “Darwin’in Doğal Seleksiyon Teorisi, bugünkü bildiğimiz biyolojinin ve bir anlamda sağlık bilimlerinin de temel teorisidir. Sağlık bilimleri için Darwin’in ortaya attığı teorinin gelişmiş şekli de diyebiliriz. Türkiye’de hep “Sen Darwin’e mi inanıyorsun yoksa ‘Yaratılış Teorisi’ne mi?” diye sorulur. Oysa ‘Yaratılış’ bir teori değil bir inanç biçimidir. Oysa bilimsel bir teoriye inanıp inanmamak anlamsızdır. Eğer modern biyolojiye veya Evrim Teorisine inanmayan varsa o zaman aşı da olmasın. Yani bu kadar basit! Evrim teorisi olmasaydı aşı olurdu belki, ama biyolojinin bu kadar gelişmesi, yaşamın ne olduğunun bu kadar iyi anlaşılması zor olurdu. Bu çalışmalarda Evrim Teorisinin ve doğal seleksiyon yaklaşımının büyük payı var. Bu teori, Darwin’in ortaya koyduğu zamanki gibi kalmadı, üzerine yeni veriler elde edildi. Bilim asla aynı kalmaz, devamlı gelişir, değişir, çürütülür” diyen Sabancıların rektörü, safsataları bilim diye yutturma çabası içindeydi.

Üstelik kendi sıraladığı iddialar bile çelişkiliydi. Öncelikle, hiçbir teori bilimsel gerçek değildi. Sadece birer faraziye ve nazariye idi. Müspet bilim, kesinliği kanıtlanmış, yani ispat edilmiş gerçeklerdi. Sürekli değişen ve çürütülen şeylerin bilim diye sahiplenilmesi tam bir sahtekârlık örneği idi.

Hiç kimsenin, “kendisinin maymun soyundan ve kör tesadüfler sonucu meydana geldiğine” inanmasına elbette engel olacak değiliz. Ama bu saçmalık ve safsatalara inanmayanları ve yaratılış gerçeğini savunanları: “bunlar bilimin nimetlerinden yararlanmasınlar” diye dışlamak, tam bir densizlik ve edepsizlik alâmetiydi.

Ey inkârcı ve özellikle İslam karşıtı zavallılar!

En basit hücrelerin sahip olduğu akıl bile sizin beyninizden çok daha ileridir!

Vücudumuzdaki organların birbirleri ile iletişim kurmaları, hayatımızın devam etmesi için mutlak bir zorunluluk gibidir. Bir organizmadaki hücreler görevlerini yerine getirebilmek için sürekli haberleşir. Hücreler birbiri ile ya doğrudan temas yoluyla ya da sinirsel, elektriksel ve kimyasal haberciler aracılığı ile irtibat halindedir. Ancak burada söz ettiğimiz her organelin bir et parçası olduğunu, iletişimi sağlayan habercilerin de yine proteinler, kimyasallar ya da mineraller olduğunu unutmamak gerekir. Birbirlerine bilgiyi aktaran, bu bilgiyi anlayıp uygulamaya geçirenler de yine aynı maddelerdir. Ancak yapılan hareket çok büyük bir şuur ve akıl içermektedir. Örneğin bir insanın karaciğerinin bir kısmı kesilip alındığında karaciğerin diğer kısmı kendi kendini yenileyerek eski halini alabilmektedir. Bu sırada hücreler zaman kaybetmemek için çok hızla çoğalıp gelişir. Ama asıl önemli olan hücrenin çoğalmaya ne zaman başlaması ve ne zaman durması gerektiğini bilmesidir. Burada çoğalan ve bölünen hücreler aynı anda durmaya karar vermektedir. Daha fazla ya da daha az değil, daha önce ya da daha geç değil, aynı anda durma kararı alabilmeleri hayret vericidir ve çok büyük bir şuur ve akıl gerektirir. Bunlar hücrelerde bulunmadığına göre, sonsuz akıl ve kudret sahibi bir Zat bunları yönetmektedir.

Bu hücrelere ilk çoğalma emrini veren, acil bir durum olduğu için hızlı davranmaları gerektiği konusunda onları uyaran, organ eski halini aldığında bunu fark edip, onları durduran kimdir? Peki diğer hücreler kimin sözüne itaat edip, çoğalmaya başlamakta, kimin sözüne itaat edip durmaktadırlar? Karaciğer isimli bir et parçasının mı? Mide hücreleri de aynı karaciğer gibi mükemmel akıl özellikleri gösterirler. Vücuda besin girer girmez mide hücreleri harekete geçmektedir. Bu hücrelerin bütün amacı besinlerin insan için en iyi şekilde sindirilmesinin sağlanması içindir. Bu amaç için hücreler yapılması gereken işlemleri teker teker başlatıp devam ettirmektedir. Midede bulunan ve mideden başka bir yerde bulunmamış olan hücreler sindirilen besinlerin on iki parmak bağırsağına ulaşacağını bilirler. Bu nedenle bağırsaklara ulaşacak besinin sindirilmesi için gerekli olan enzimleri yine hiç bilmediği başka bir hücreden ister -pankreas hücrelerinden.

Mide hücrelerinin pankreasa gönderdiği mektup (yani salgılanan hormon) kan yolu ile ulaştırılır. Bu hormonlar kana bırakılan şifreli bir mektup gibi vücut içinde yolculuk yapmaktadırlar. Bu trafik sonrasında pankreasa gelindiği zaman, pankreas hücreleri mektubu tanıyıp hemen açmaktadır. Burada ilginç bir nokta -kan yoluyla hemen hemen bütün vücudu dolaştığı halde- mektubun diğer organların hücreleri tarafından kesinlikle açılmamasıdır. Bütün hücreler bu mektubun pankreas için yazıldığını, kendilerini muhatap almadığını biliyor gibi davranmaktadır. Çünkü mektubun üzerinde özel kodlanmış olarak pankreasın adresi vardır. Mektubun moleküler yapısı yalnızca pankreas hücrelerinin zarında bulunan algılayıcı moleküllerle etkileşecek şekilde özel olarak dizayn edilip yaratılmıştır. Yani mide hücresi şuurlu ve bilinçli bir şekilde ürettiği hormonun üzerine gerçekten bir adres bırakılmıştır. Üstelik vücuttaki milyarlarca farklı adres içinden pankreas hücresinin adresini doğru bir şekilde yazmıştır. Bu adresin doğru şekilde yazılabilmesi için mide hücresinin, pankreas hücresinin bütün özelliklerini bilmesi lazımdır.

Mucize yalnızca adresin doğru yazılması ile sınırlı değildir. Mide hücresinin gönderdiği mektubun içinde bir de mesaj iletilmektedir. İnsan vücudunun derinliklerinde, birbirlerinden çok uzakta bulunan iki küçük canlı (hücre) mektuplaşmakta ve haberleşmektedir. Birbirlerini hiç görmedikleri halde birbirlerinin hangi dilden anladıklarını bilmektedir. Dahası bu haberleşme bir amaç uğruna bilinçli olarak gerçekleşmektedir. İki hücre birlik olmuş ve yediğiniz besinlerin sindirilmesi için plan üretmektedir. Şüphesiz bu gerçek bir mucizedir.

Elbette, hücrelerin insanların sahip olmadığı derecede üstün şuur ve akıl göstererek karar vermesi mümkün değildir. Bu hücreler var oldukları andan yok olana kadar sabah akşam insanın hizmetindedirler. Asla dinlenmez, yorulmaz veya yapması gerekenleri unutmazlar. İşte bu üstün akıl ve şuur, âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir. Bu olaylar bize tüm kâinata hâkim olan Allah'ın üstün kudretini göstermektedir. Allah düşünmek isteyen insanlar için sayılamayacak kadar çok yaratılış delillerini bize göstermektedir. Böylece, Allah'ın varlığını inkâr edenlerin ve Allah'ın merhametine layık olma şansını yitirenlerin, ahirette “biz görmemiştik, biz öğretilmemiştik” diyebilecekleri hiç bir gerekçeleri kalmasın diyedir.

“Böylece, helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra (bile bile inkâr edip) helak olsun, diri kalacak kişi de apaçık bir delilden sonra (bilinçle iman ederek ebedi) hayatta kalıp (huzura kavuşsun).  Şüphesiz Allah, gerçekten işitendir, bilendir.” (Enfal Suresi, 42)

Bir DNA’nın marifetleri ve Mucizevî yapısı

Mendel kanunlarının keşfiyle başlayan 20. yüzyıl "Gen Yüzyılı" olarak anılırken, insan genomunun dizi analizinin kabaca deşifre edilmesiyle başlayan 21. yüzyıl "Genom ve Proteom Yüzyılı" olarak anılacak gibi gözüküyor. Genom, organizmanın bir hücresinde bulunan bütün DNA dizisinin bir takımını tarif ediyor. Genom kendi içinde çekirdek, mitokondri ve kloroplast genomu gibi alt birimlere ayrılıyor. Genom bilgisinin inşasında kullanılan harflerin sıralanmasındaki mükemmel nizamın açığa çıkarılması, 1953–2000 yılları arasındaki teknolojik ilerlemelerle başarılmıştır. Geni anlamak ile genomu anlamak arasında çok muazzam bir bilgi farkı, düşünce ve anlayış sıçraması vardır. Çünkü indirgemeci perspektiften karmaşık sistemler perspektifine, mekanik analizden sibernetik analize, temel birimler olan genlerden genom adı verdiğimiz bilgi sistemlerindeki aktif ve dinamik düzenlemelere geçilmesi, biyolojide bir devrim aşamasıdır. Tespih tanelerine benzer, basit gibi görülen genlerden, bilgilerin sanki şuurluymuşçasına işlendiği, neticenin belirlendiği sistemlere ve küllî bir ilim gerektiren işleyiş mekanizmasının anlaşılmasına kadar geçen sürede büyük emekler harcanmıştır. Mutasyona sebep olan fiziko-kimyevî ajanlar veya genomun kopyalanması (replikasyon) sırasında, kader kaleminin hikmetli işleyişindeki farklılıklar (varyasyonlar), perde olarak (ki biz buna yanlış olarak çoğu zaman 'hata' diyoruz) mutasyonları ortaya çıkarmaktadır. Bu değişiklikler hücre içinde bir nev'i fıtrî genetik mühendisliği yapılmasına yol açarak, her seviyede ayrı bir âlem olan alt sistemlerin yeniden düzenlenmesine sebep olmaktadır. Epigenetik modifikasyonlar olarak isimlendirilen daha üst bir sistemdeki (kromatid ve kromozom hâlindeki genom paketçiklerinin üç boyutlu düzenlenmesi), asla tesadüfî olmayan, küçük faydalı genom mimarisindeki düzenlenmelerin ihtiyaca göre seçilmeleri; onların sınırsız bir ilim ve kudrete perde olduğunun ispatıdır. Günümüzde, mutasyonların ve genom düzenlemelerinin 'tesadüf'(!) olarak ortaya çıktığı düşüncesinden, bunların iktiran (sebep-netice ve hikmetin birlikte denk düşürülmesi) olarak görülebilecek şekilde, bir plân dâhilinde ortaya çıkarıldığı anlayışına geçiş yaşanmaktadır.

Genetikte, hücre biyolojisinde ve embriyonikte alınan mesafeler, hücrelerde son derece hassas alıcıların, karşılıklı irtibatların, bilgi-işlem kapasitesinin akıllara durgunluk veren karmaşık yapısının varlığını gösterdi. 2001 yılı Nobel Mükâfatı, ökaryot hücrelerin hayat çemberlerinin düzenlenmesinde rol alan moleküler bilgi-işlem ağlarının bileşenlerini tespit eden ekibe verildi. Bilhassa hücrelerde olup biten işlemlerin takip edildiği güvenlik ağlarından gelen bilgilere dayanarak, hücre bölünmesinde ilerlenip ilerlenmeyeceğine dâir kararların verildiği yol ayrımındaki kontrol noktaları kavramına dikkat çekildi. Farklılaşmak üzere ikiye bölünen hücrelerden birisinin kas, diğerinin kemik hücresi olacağına veya kök hücre hususiyetini muhafaza edeceğine ait kararın verilmesindeki sonsuz ilim ve kudretin belgesi olan moleküler inşanın aksamadan yürütülmesi, doku ve organlarımızın yerli yerinde yaratılmasında temel bir işlemdir.

Genomun tamirinde ve yeniden yapılanmasında rol oynayan hücre içi sistemlerin varlığı, hücreye bakışları değiştirmiştir. Genelde genomun sabit, statik yapı olduğu, sadece tesadüfen değiştiği zannedilmiş ve bu değişimlerin de mutlaka zararlı olduğu farz edilmişti. Hâlbuki mutasyonlar, hücre seviyesinde çevreye uyum mekanizmasının ortaya çıkmasına vesile olabilecek genetik değişikliklerdir. Aslında nötr kabul edilen mutasyonlar, bulunulan ortama göre, lehte veya aleyhte netice verebilme potansiyelini harekete geçiren değişikliklerdir. Fakat asla doku veya organ seviyesinde bir sistem farklılığına yol açamazlar; yani bir kertenkelenin bacağını kuşun kanadına veya balığın solungacını akciğere çevirme gibi bir duruma sebep olamazlar. Bilhassa DNA tamir sistemlerinin, hücre içinde programlı ve plânlı mutasyon yaptırıcı mekanizmaların, uygun yapıların ve hareketli genetik unsurların (DNA parçaları) keşfi, mutasyon hâdisesini hücrenin biyo-kimyevî işlemlerinin önemli bir parçası konumuna getirmiştir. Fonksiyonel genom açısından DNA biyo-kimyasına, proteinlerin biyo-kimyası kadar son derece dinamik ve önemli fonksiyonlar yüklenmiştir.

Canlılığa kompleks bir sistem olarak bakmakla, indirgemeci bir anlayışla bakmak arasında çok muazzam bir fark vardır. Çünkü bakış açısı, algı dürbünleri ve niyet, odaklanılan yapı veya hâdisede görüleceklere tesir etmektedir. Sistem bilimi penceresinden, hücreler, bilginin her saniye girift şekilde işlenip karar verildiği bir yapıda yaratılmıştır. Hücrenin her bir bölünmesinde milyarlarca biyo-kimyevî reaksiyon gerçekleştirildiğinden, bunların canlılığa zarar vermeyecek şekilde yönetilmesi gerekmektedir.

Kâinatın yaratılışından itibaren zıt kuvvetlerin karşılıklı münasebetiyle ortaya çıkan “tagayyür, tebeddül, tahavvül, tekâmül” gibi nüanslarla ifade edilen değişim, sisteme konulmuş izafî kanunlar ve prensiplerden biridir. Son birkaç asırdır materyalist düşünce akımlarının bilime hususen biyolojinin felsefî arka planına hâkim olmasından dolayı, biyolojide 'evolüsyon' kavramıyla açıklanan bu değişim, varyasyonların tesadüfen ve kendiliğinden meydana geldiğini ima eden mekanizma ve izahlarla yorumlanmaktaydı. Ancak son 20–30 yıldır moleküler biyolojideki gelişmeler ve hücrenin daha hassas metotlarla keşfedilmesi, bunun yanlış olduğunu, hücredeki her bir hâdisenin tesadüfen veya kendiliğinden değil, yaratılışta hücrelerin içine yerleştirilen ve ihtiyaç olduğunda aktif hâle getirilen fıtrî genetik mühendisliği araçları ve mekanizmaları kullanılarak meydana getirildiğini ortaya çıkardı.

Hücre içi hâdiselerde ve organizmalarda çeşitli seviyelerde öngörülebilir ve öngörülemez sebep-netice beraberliği ve eşzamanlılığı (iktiran) söz konusudur. Hücrelerin bir nev'i kader programı olan genom kütüphanesi, DNA modüllerinden toplanmış sistemler olarak örgütlenmiş hiyerarşik yapılardan oluşur. En temelde nükleotid isimli yapıtaşlarının birleşimiyle oluşan küçük DNA dizi modülleri bulunur. Genomda ilk etapta DNA modülleri, protein kodlayan ve kodlamayan diziler şeklinde örgütlenmesi, mucizevi bir durumdur. Protein kodlamayan ve çeşitli sıklıklarda tekrarlanan DNA dizileri, genomu şekillendirici, düzenleyici fonksiyonlarda görev alır. Tekrarlayan DNA dizileri, veriler için fonksiyonel adresler oluşturur. Her organizma türünün genomik sistem mimarisinin şekillenmesinde, protein kodlayan diziler kadar, tekrarlayan diziler de önemli bir fonksiyondur. Tekrarlayan DNA dizilerinin fonksiyonları arasında replikasyon, transkripsiyon, DNA paketlenmesi ve bölünen hücrelere genomun dağıtımı gibi işler hikmet ve kudretle yapılıp durur. DNA polimerlerinin hücre faaliyetlerine katılabilmesi için, RNA ve protein sistemleriyle dinamik olarak etkileşmesi gerekli bir durumdur. Hücrelerin içine yerleştirilen genom, İmam-ı Mübîn unvanıyla bilinen kaderî programın görünür âlemdeki küçük bir misâlidir. Kader defterinin levh-i mahv ve isbatı (yaz-boz tahtası) olarak isimlendirilen kudret ve iradenin tecelli ettiği genom değişiklikleri, sisteme yerleştirilen fıtrî genetik mühendislik işlemleriyle gerçekleştirilmiş olur.

Genomdaki bütün diziler analiz edildiğinde ilk göze çarpan; duplikasyon (eşini üretmesi), gen amplifikasyonu (çoğalıp gelişmesi), genetik modüllerin yeniden düzenlenmesi, mevcut genomik sistemlerin farklı şekilde yeniden değerlendirilmesi gibi mucizevî faaliyetler, hücrenin hayatiyeti için olmazsa olmaz moleküler değişiklikler ve uyum sistemleridir. Hücre içindeki fıtrî genetik mühendisliği araçları, biyolojik uyarılara çok duyarlı olup, hücrenin cevabının üretilmesinde kendilerine düşen vazifeyi eksiksiz yapar. Dolayısıyla hücre içindeki hiçbir hâdise ve mekanizma rastgele ve tesadüfî olmayıp, her şey kaderî plânın bir yansıması olan genetik programa göre gerçekleştirilmektedir.

Hücre içine yerleştirilmiş genomik ve biyo-kimyevî devreler, iç ve dış çevrede olup bitenleri algılama kapasitesiyle donatıldıklarından, genom da, gelen uyarılara cevap olarak değiştirilip yeniden düzenlenir. Çeşitli uyarılara bilhassa genomu rahatsız eden stres faktörlerine cevap olarak hücrelerin fıtrî genetik mühendisliği fonksiyonları aktive edilir. Genomdaki vücudun bağışıklık sistemine ait genlerin (immünogenom) yeniden düzenlenmesi, akılları durdurucu seviyede kompleks ve plânlı yürütülmektedir. Çünkü genomdaki genetik bilgi sürekli yeniden düzenlenerek, her yabancı moleküle (mantar, virüs, bakteri gibi) karşı hususi bir antikor üretimi gerçekleştirilecek bir genetik şablon üretilir. Hücre içindeki bütün muhtemel değişiklikler, biyo-moleküllere ve genoma belirli şartlar altında ihtimalî olarak programlanmış olup, gelen uyarılara bağlı olarak en uygun ihtimal cevap, oluşan şartlara bağlı olarak aktif hâle geçirilir. Meselâ retrovirüslere benzer bir DNA parçası, farklı bir genom bölgesine monte edilirse, bu parçaya sinyal düzenleyici dizi de bağlandığından, bu DNA parçası yerleştiği bölgenin çevresindeki DNA dizilerinin okunmasını değiştirebilir. Bu değişimler, her parçaya ve onun yerleştiği genom bölgesine göre karakteristik olduğundan, burada herhangi bir tesadüfîlik yoktur. Ayrıca bağışıklık sistemi moleküllerini kodlayan genlerdeki değişiklikler, DNA'daki hususi sinyallerle veya belli genlerin okunmasının aktive edilmesiyle belirli noktalarda gerçekleştirilir. Hücre içine yerleştirilen fıtrî genetik mühendisliği araçlarının ve mekanizmalarının kaynağının ne olduğu konusunda bilim adamları sebeplerle tatmin edici açıklamalar getirememektedirler. Tek söyleyebildikleri şey, bütün hücre ve organizmaların var oluşlarının başlangıcında, bu fıtrî genetik mühendisliği fonksiyonlarına sahip olduklarıdır(!) Bu misaller, hücrelerin hayatiyetlerinin devamını sağlamak için kendi genomlarını tesadüfe yer vermeksizin, ön görülebilir bir plân ve programla değiştirebilecek araçlarla ve mekanizmalarla donatıldığını ve genomun özelliklerini değiştirebilecek moleküler mekanizmaların sisteme yaratılıştan konulduğunu göstermektedir. Ancak bilinmesi gereken şey, hücrelerdeki hâdiselerin ne tesadüfî ne de katı bir plân ve programla deterministik olarak meydana geldiğidir. Hücrelerdeki hâdiseler levh-i mahv ve isbatın bir numunesi olarak takdir edilen ve belli bir kalıp çizilen genom ve proteom isimli ana program şablonları üzerinde Sonsuz İrade ve Kudret Kalemi'yle sürekli yap-boz şeklinde cereyan etmektedir.

Hücrelerde mitoz bölünme sırasında kromozomların bölünen hücrelere eşit şekilde dağıtılması, hücredeki haberleşme sistemlerine güzel bir örnektir. Her bir yeni hücrenin iki katına çıkmış her kromozomdan sadece homolog olan bir kopyayı alması, zerre kadar tesadüfî bir hâdise olmayıp, aksine son derece plânlı ve hesaplı bir işlemdir. Eğer hücrede duplike olmuş 46 kromozom bulunsaydı ve bunların yavru hücrelere ayrışması rastgele olsaydı, her yavru hücrenin tam bir seti alma şansı 1/246 gibi imkânsız hale gelirdi.

Netice olarak biyolojik çeşitliliğin ve canlıların değişen çevre şartlarına uyum sağlamalarını mümkün kılan mekanizmaların temel kaynakları olan “genomik farklılıkların” hücrede pasif olarak değil, aktif, plânlı ve programlı mekanizmalarla ortaya çıkarıldığı artık ilmen belirlenmiştir. Hücredeki bütün biyo-kimyevî işlemler, bilgisayar tabanlı bilgi-işlem ve kontrol sistemlerine benzer oldukça akıllı ve planlı oluşumlarla kontrol edilmektedir. Bundan dolayı, Darwinci biyologların “'tesadüfen', 'kendiliğinden', 'rastlantı eseri' bunlar oluyormuş” şeklindeki ifadeleri temelsizdir, bu bir bilgisayarın tesadüfen ve kendi kendine yapılıp programlandığını kabul etmek gibi bir divaneliktir.

Genomun yeniden yapılandırılması işlemi, kromatinin düzenlenmesi, mutasyonlar ve hareketli DNA parçalarının yayılışı gibi hücre içi hâdiselerin hiç biri tesadüfî değildir. Bu tür moleküler hâdiseler, fenotipte çok belirgin değişikliklere yol açabilir. Genom değişikliklerinin yüksek sıklıkta gerçekleşmesi, genelde ait olduğu organizmaya avantajlar üretmektedir. Bu tür değişikliklere uyum sağlayıcı mutasyonlar denir. Meselâ antibiyotiklere direnç sağlayan genlerin sayısı, antibiyotik kullanımına paralel olarak artırılabilir. Çünkü değişen çevre şartlarında bakterilerin hayatiyetinin devam ettirilebilmesi için, genomlarında fıtrî genetik mühendisliği işlemleri aktif hâle getirilerek yeniden düzenlemeler yapılabilir. Kısaca: kâinattaki ve bilhassa canlılar âlemindeki değişiklikler, sistemin içine fıtrî olarak konmuş genetik mühendisliği fonksiyonlarının her an çalıştırılmasıyla gerçekleştirilmektedir.[2]

Özetlersek: Çok yüksek ve son sistem bir nükleer santralden, herkese hayranlık veren bilgisayarlı robot teknolojisinden bile, binlerce derece üstün ve harika plan ve projelere sahip bir tek HÜCRE’nin ve içindeki DNA’nın, bunlardan oluşan ve çok muazzam ve muntazam bir fabrikadan daha mükemmel çalışan bir canlının ve hele hepsinden öte, her bir organı ayrı bir mucize olan, ilmi bir gözle ve ibretle seyredeni hayrette bırakan bir insanın; Yüce Yaratıcının ilahi kudret ve hikmetiyle değil de, kendiliğinden ve tesadüfün meydana getirdiğini söylemek, akıldan ve insanlıktan istifa etmektir. O “Doğa Kanunları” denilen tabii ve daimi düzen ise, öyle rastgele ve kendi kendine yürüyen bir sistem değil, her biri ve her an Allah tarafından yaratılıp yönetilen ve sonsuz bilinç ve kudret gerektiren prensiplerdir. Ancak asla unutmayalım ki, hücrelerden sistemlere, zerrelerden kürelere kadar, canlı cansız her şeyde Yüce Yaratıcının kudret ve hikmet eserlerini görmek ve bilmek, İMAN ve İSLAM için yeterli değildir. Allah’ın kitabındaki hükümlerini ve şeriat prensiplerini, Hz. peygamberin sünnetini ve hayat sistemini de kabul edip, bunların hâkimiyeti gayesini gütmeden asla Mü’min ve Müslim olunamayacağını bilmemiz gerekir. Faizci ve kan emici kapitalizmi ve dinsiz komünizmi reddetmeden, Siyonist ve emperyalist zalim düzenleri terk etmeden; yani açıkça şeytanın taraftarlığını bırakıp Allah’ın ve Resulullah’ın safına geçmeden iman şuuruna ve huzuruna erişilemeyecektir! Öyle ya, böylesine yüce bir Allah’ın varlığını bilip de, onun hükmüne itiraz etmek veya va’adine ve kudretine güvenmemek ne büyük çelişkidir. Elbette iman, Allah’a itimat ve inkıyat etmeyi (kayıtsız şartsız teslimiyeti) gerektirir.

Bilincin görünmez kaynağı ve Allah’ın varlığı!

İnsan vücudundaki sistemler görevlerini yerine getirirken, yapılan işin koordinasyonunu, uyumunu ve organizasyonunu da sağlamaktadır. Bir vücuttaki yapıların "akıllı" olarak tanımlanması ve buradan yola çıkarak bu aklın kaynağının açıklanmaya çalışılması bu amaçlıdır. Kuşkusuz "akıllı bir hücre" veya "akıllı bir organ" yakıştırması mecazi bir yakıştırmadır. Çünkü bir beyni ve sinir sistemi olmayan hücre veya dokuların kendi başlarına bir bilinç sahibi olmaları imkânsızdır. Ancak tümünün yaptıkları işlerde şaşırtıcı bir bilinç ortaya çıkmaktadır. Bu ise Darwinistler ve tüm materyalistler için büyük bir çıkmazdır. Çünkü materyalistler de, bilincin beyindeki hücrelerden ve bu hücrelerin arasındaki kimyasal reaksiyonlardan doğduğunu savunmaktadır. Kısacası materyalist iddiaya göre, "bilinç, beyinden ibarettir". Oysa Materyalistler bilinci beyne indirgemeye çalışırlarken, bilimsel gözlemler beyni bile olmayan canlıların bilinç sahibi olduklarını göstermektedir. İşte bazılarınca "akıllı hücreler" bunun bir örneğidir. Son yıllarda bakteriler ve diğer tek hücreliler üzerinde yapılan gözlemler de, bu mikroskobik canlıların son derece "akıllı" hareket ettiklerini ve adeta içinde bulundukları ortamı değerlendirip karar verdiklerini göstermektedir. Moleküler biyolog Michael Denton şöyle demektedir:

"Amipler bir toz zerresinden bile daha küçük olmalarına rağmen, çok daha kompleks canlılara benzer yaşam stratejileri izlerler. Eğer bir amibi alıp onu bir kedinin boyutlarına getirebilseydik, bu memeliyle yaklaşık aynı derecede bir zekâya sahip olduğunu görecektik. Peki ama bu küçücük canlılar nasıl olup da bu denli iyi hesaplanmış kararlar alabilmektedirler?... Bir amip yakalamak istediği avını bilinçli olarak kovalayıp takip etmektedir, avı yön değiştirdiğinde o da onun ardından yön değiştirir, bu takibi uzun süre devam ettirir. Bu davranışları sadece moleküler düzeyde açıklamak mümkün değildir."

Üstteki alıntının son cümlesine dikkat etmek gerekir. Amiplerin davranışları, "moleküler" düzeyde, yani kimyasal reaksiyonlarla, fiziksel etkilerle açıklanabilecek türden değildir. Bu canlılar, bilinçli olarak adeta karar vererek hareket etmektedirler. Dikkat çekici olan ise, bunların ne bir beyne, ne de sinir sistemine sahip olmamalarıdır. Sadece protein, yağ ve sudan oluşan birer hücredirler. Bakterilerin akıllı davranışlarını gösteren başka örnekler de vardır.

Ünlü Fransız bilim dergisi Science et Vie'nin Temmuz 1999 sayısında bildirildiğine göre, bakteriler birbirleri ile haberleşmekte ve bu haberlere dayanarak karar vermektedirler. Science et Vie'de bu haberleşmenin son derece kompleks bir sistemle işlediği vurgulanmaktadır. Bakterilerin yüzeyinde elektrik sinyalleri yayan ve algılayan mekanizmalar vardır. Bakteriler bu sayede birbirlerine sinyaller yollamakta, içinde bulundukları ortamın özellikleri, bu ortamdaki besin durumu gibi bilgiler aktarmaktadırlar. Bu ilahi bilgilere göre de, daha ne kadar çoğalmaları ve çoğalmayı ne zaman durdurmaları gerektiğini bilmektedirler. Kısacası, gözle görülmeyecek kadar küçük canlılar, etrafları hakkında bilgi toplamakta, sonra bunları yorumlayıp birbirlerine aktarmakta ve sonra da belirli bir yönde karar verip uygulamaktadır. Hem de grup halinde... Tüm bu örnekler, canlılarda asla maddeye indirgenemeyecek bir bilinç olduğunu göstermektedir. "En kompleks canlı" sayılan insandan, "en basit canlı" sayılan tek hücrelilere kadar, bütün canlılarda madde-ötesi bir kaynaktan gelen şaşırtıcı bir bilinç vardır.

Peki, bu madde ötesi kaynak nedir?

Kur’an'da, bizlere bu konuda çok önemli bilgiler verilir. Örneğin balarısından söz edilen ayetlerde, bu canlıların gösterdikleri "bilinçli" davranışları kendilerine Allah'ın ilham ettiği bildirilmektedir:

"Rabbin balarısına vahiy etti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır."[3]

Bir başka ayette de tüm canlıların Allah'ın hâkimiyetinde olduğu haber verilmektedir. Kur’an'da bildirildiği üzere, "O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur."[4]

İşte Kur’an'da açıklanan bu sır, canlılardaki gizemli bilincin kaynağıdır. Yani bilinç, materyalistlerin sandığı gibi maddenin bir özelliği değildir. Maddeyi oluşturan atomları her ne yaparsanız yapın, bilinç sahibi kılmanız imkânsız bir şeydir. Bilincin, mutlaka bir başka bilinçten gelmesi gerekir. Bu nedenle tüm canlılardaki bilinç, elbet"e Allah'ın ilhamından kaynaklanmaktadır. İnsan bedeninde veya bir başka organizmadaki hücrelerde ortaya çıkan akıl da, Allah'ın varlıklar üzerindeki mutlak hâkimiyetinin bir tecellisidir. Allah, yarattığı varlıklar vesilesiyle kendisini tanıtmakta ve insanlar bu eserlere bakarak Allah'ın sonsuz gücünü ve kudretini tanıyıp takdir edebilmektedirler. Bu nedenle varlıklardaki şuur örneklerini sıralarken, bu önemli gerçeğin sürekli olarak akılda tutulması gerekmektedir.

Sonuç:

·       Küçücük bir hücredeki ve minnacık bir “gen”deki mucize mühendislik harikasının ve mükemmel tasarım mekanizmasının yegâne yapıcısı ve yaratıcısı olan Allah, insanın da rabbi ve sahibidir.

·       Bütün dünyayı ve topyekûn kâinatı yine böylesine misalsiz, eksiksiz ve örneksiz varlığa çıkaran ve yeryüzünde kendisine halife makamında yarattığı insana musahhar kılan Allah’ın, bunların hepsini boş yere, hikmetsiz ve hedefsiz olarak yaptığını düşünmek elbette cahillik, divanelik ve dinsizliktir.

·       Öyle ise, insana yaratılış gayesini, olgunlaşma yöntemi ve gayretini, kulluk ve hilafet (yeryüzünde Allah’ın adaletini temsiliyet) görevini nasıl yerine getireceğini; adil ve asil bir yönetimi ve “silm”i (barış ve bereket) düzenini nasıl gerçekleştireceğini Kur’an-ı Kerim’i ve Resulü Ekrem’i göndermemesi elbette mümkün değildir.

·       İlim ve akıl, ABD, AB ve İsrail gibi zalimlerin ve Deccalların elinde felaket ve rezalet aleti; ama müminlerin ve İslami prensiplerin emrinde saadet ve selamet sebebidir.

Zerre kadar bir hücredeki bu harika kudretin sahibini bilip de, hala emperyalist ve Siyonist güçlerden korkanlar ve onlara sığınanlar, Kur’an’a göre asla mümin kabul edilmemektedir. Çünkü iman, sadece Allah’ın varlığını ve Kur’an’ın haklılığını kabullenmek değil, zulme ve küfre karşı, Batılı bırakıp Hakkın safına geçmektir. Yoksa örneğin Şeytan, ne Allah’ı ve ahireti ne de diğer iman esaslarını asla inkâr etmemiştir. O sadece, ilahi hükümlerin işine gelmeyen tarafına, itiraz ve isyana yönelmiştir.

 
 
--
Mart 2014 - Milli Çözüm Dergisi


[1] 21.08.2013 / Kültür-Sanat sayfası

[2] Hamza Aydın / Mayıs 2009 www.sizinti.com.tr

[3] Nahl Suresi, 68-69

[4] Hud Suresi, 56

Yorum Yaz