Kadın Hakları Konusunda Hz. Muhammed’in (SAV) Vefatından Sonra Yaşanan Bozulma:
“İslam, kadınlara, o güne kadar hiçbir toplumda görülmemiş hak ve özgürlükleri vermiş; kadınlar, dilediğiyle evlenebilir, mirastan pay alabilir, istedikleri gibi mülk edinebilir, çalışabilir, mehirlerini aileleri değil kendileri alabilir duruma gelmişlerdir. Ancak İslam’ın kısa zamanda çok geniş bir alana yayılmasıyla, Kur’ani reformlar, dine yeni giren kültürlerin gelenekleriyle çarpışmış ve bu çarpışmalar ile yeni “melez” kültürler meydana gelmiştir. Oluşan yeni kültürel yapıların kadınların durumunu kötüleştiren uygulamalar barındırması, kadınların kazandıkları haklarını kaybetmelerinde önemli bir etken olmuş, kadın düşmanı uygulamalar, İslam kültürüne sızıp kural olarak kabul edilince doğal olarak zaman içinde İslam ile özdeşleştirilmişler ve İslam ile özdeşleşince de artık değişmez hükümler zannedilmişlerdir. Buna ek olarak hemen hemen hepsi erkek olan hadisçiler ve fıkıhçıların, cinsiyetlerini merkeze alan yorumlarıyla da yavaş yavaş eski düzen geri getirilmiş ve kadınlar kazandıkları haklarından mahrum bırakılıvermişlerdir.”[1]
Saptamaları doğrularla yanlışların harmanlaştırılmasıdır. Evet Hz. Peygamberimizden sonra, güya takva perdesi altında, kadınlara yönelik kısıtlamalar yaşandığı ve bu konudaki temelsiz fetvaların Dini esaslar sanıldığı maalesef bir vakıadır. Ancak bu bahane ile bütün “Erkek hadisçilerin ve fıkıhçıların, cinsiyetçi bir yaklaşımla” kadınlarla ilgili dini gerçekleri ve özgürlükleri saptırmak ve yok saymakla suçlamak insafa aykırıdır. Çünkü kadınlarla ilgili yobazlaşma kadar, yozlaşma girişimlerinin de tehlikeli ve tahrip edici olduğu gözden kaçırılmıştır. Bugün ailevi ve ahlâki yapımızı temelinden sarsan ve tamamen istismar ve suistimal konusu yapılan İstanbul Sözleşmesi ve tek başına kadınların beyanının yeterli ve geçerli sayılıp nice erkeklerin mağdur edilmesi gibi yanlışlık ve haksızlıklar meşrulaştırılmaya mı çalışılmıştır?
(Hz. Ömer’in oğlu olan ve Sahabenin büyüklerinden sayılan) Abdullah bin Ömer’den rivayet edilen, Buhari’deki şu hadis, meseleyi güzel tarif etmektedir:
“Peygamber devrinde hakkımızda ayet iner korkusuyla kadınlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan sakınırdık. Peygamber vefat edince, dilimizi ve ellerimizi onlara uzatmaya başladık.”
“Bu bağlamda; dört halife döneminden hemen sonra başlayan Emevi dönemiyle (661-750) ciddi bozulmalar yaşanmış, cahiliye dönemindeki yapıya dönülmeye başlanmıştır. Kadınların toplum içindeki aktif yaşamları, fikirlerini açıkça söylemeleri, yeri geldiğinde savaş alanlarında bile bulunmaları Peygamberin ölümünden sonra değişmeye ve Muaviye’nin (602-680) yönetime gelmesiyle birlikte yok edilmeye çalışılmıştır.
Abbasi dönemine (750-1258) gelindiğinde de kadınlar sosyal hayatın birçok alanından çekilmişlerdir. Bu dönemle birlikte başlayan Sasani kültürünün de etkisi ile haremlik-selamlık sisteminin uygulanmaya başlanması, kadınların evlere hapsedilmesi, hatta fitne sebebi olduklarına dair iddiaların toplumda yerleşmesi, yine Sasani ve Bizans imparatorluklarındaki kadınların peçe takması gibi uygulamaların Müslümanlarca da benimsenmesi, kültürlerin birbirlerini etkilemelerine örnektir. Netice olarak bir taraf İslam ve Arap kültürünün etkisinde kalırken, diğer taraf da yeni fethedilen bölgelerdeki kültürlerden etkilenmiş ve İslam dinine yeni giren toplumların kültür ve gelenekleri Müslüman toplumlara taşınmıştır.
Peygamberimizin dönemine kıyasla kadınların haklarında gerileme olmasına rağmen, Müslüman kadınların o dönemin dünyasındaki birçok toplumdan daha çok hak sahibi olduklarını da belirtmek zorundayız. Örneğin; İslam dini ve tarihi alanındaki en önde gelen isimlerden Ebu Cafer Taberi (839-923), kadınların mahkemelerde hâkim olarak görev yapabilecekleri hükmünü vermiş, İmam Şafi (767-820) medresede kadınlardan eğitim aldığını söylemiştir. Halife Reşid (763-809) zamanında kadınların ata bindikleri, Muktedir (895-932) zamanında Divan-ı Mezalimi başkanlığına atanmış olan bir kadının her Cuma yakınma dilekçelerini kabul edip, davaları karara bağladığı kaynaklarda aktarılmaktadır. Fatma el Fihri (800-880) Fas’ın Fes şehrinde Karaviyyin Camii ve Medresesi’ni kurmuş ve dünyanın bilinen ilk üniversite kurucusu unvanını almıştır. Üniversiteye o günkü dünyanın her yerinden öğrencilerin gelip İslami konularda, astronomi ve bilim alanlarında eğitim aldıkları bilinmektedir. Kordobalı Hanım Lübna da (ö. 984) Müslüman bilim insanlarına başka bir örnektir. Endülüs’te yaşamış olan Lübna, geometri ve cebir alanlarında uzman bir matematikçi olmanın yanında bilim ve edebiyat konularında da eğitimliydi. Bu birikimi ile Kordoba Halifesi’nin yardımcılığına kadar yükselmişti. Meryem el Usturlabi olarak bilinen Meryem el-İcliyye başka bir 10. yüzyıl bilim insanıdır. Usturlab’a eklediği yeni özelliklerle adını bilim dünyasına katkıda bulunan “ilk Müslüman kadın” mucitlerden biri olarak kaydettirmiştir. Yaptığı usturlab ile gök cisimlerinin yüksekliğini ölçmeyi başarmış, Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızların yerini ölçmüştür. Tarih ve hadis uzmanı olan İbn Asakir de (1105-1175) Orta Çağ’da erkekler gibi eğitilen kadınların olduğunu, hatta kendisinin bile seksen değişik kadın hocadan ders aldığını belirtmiştir. Aynı dönemde Zeynep bint al-Şari (ö. 1219) de birçok konuda icazet almış ve birçok insana diploma vermiştir. Buna benzer örneklere ve o dönemde dünyanın geri kalanında kadınlar için daha kötü şartların mevcudiyetine rağmen, Müslümanlar için bazı yönlerden “Altın Çağ” olarak bilinen Abbasi dönemi kadınlar için “Altın Çağ” olmamış, genelde kadınlarla ilgili kısıtlamaların arttığı bir dönem olmuştur.”[2] gibi çarpıcı ve ufuk açıcı saptamaları takdire şayandır. Ancak başta Mezhep imamlarını, müçtehit ulemayı ve Hadis kaynaklarını hepten töhmet altına alıcı ve saf zihinleri bulandırıcı yorum ve yaklaşımların, imani ve itikadi kuşkulara ve laçkalıklara yol açacağı da unutulmamalıdır.
30 sene önce yazdığımız “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya” kitabımızda, Kur’an’da Kadın-Erkek eşitliğini maddeler halinde ve belgeleriyle yazmıştık.
Adil Düzen'de Kadın-Erkek Eşitliğinin Sağlanması
Bazılarının zan ve iddia ettiği gibi; İslam, kadını asla ikinci sınıf bir varlık gibi düşünmemekte ve onu temel insan haklarından mahrum etmemektedir. Aslında her şeyi çift yaratan (Zariyat: 49) ve bu çiftlerle birbirini tamamlayan ve bir bütün oluşturan Cenab-ı Hak, insanı da erkek ve dişiden ibaret, ikili bir bütün olarak var etmiştir. (Necm: 45) Yaratılış hikmetlerine uygun şekilde fizyolojik ve psikolojik (bedeni ve ruhi) yapılarında, tabii olarak bazı farklılıklar bulunmakla beraber, Kur’an nazarında kadın ve erkek eşittir.
TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ: