Aralık 06 02:14

Oğuzhan Takımının; Hoca’nın: “Zihnen Hasta!” Dediği ABDULLAH GÜL’Ü ADAY YAPMA ÇABALARI ERBAKAN’DAN İNTİKAM ALMA KASITLI MIYDI? Ama Hamdolsun ki Başaramamışlardı…

Oğuzhan Takımının; Hoca’nın: “Zihnen Hasta!” Dediği ABDULLAH GÜL’Ü ADAY YAPMA ÇABALARI ERBAKAN’DAN İNTİKAM ALMA KASITLI MIYDI? Ama Hamdolsun ki Başaramamışlardı…

Saadet Partisi’nin Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun önerisiyle eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün muhalefetin ortak adayı yapılmasını, ilk önce Fehmi Koru gündeme taşımıştı. Sonunda Abdullah Gül uluslararası lobilerin de gösterdiği üstün ve özel gayret sonucu bu teklife yanaşmıştı. Ardından Karamollaoğlu ile Kılıçdaroğlu’nun yaptıkları toplantının ardından bu teklifi Gül’e resmen götürmek kalmıştı.

1- Meral Akşener de Abdullah Gül için adaylıktan ayrılmalı mıydı?

2- Her ikisi birden seçime girerse Tayyip Erdoğan’ın ikinci tura kalması ihtimali daha da artar mıydı? Konuları aşılırsa Abdullah Gül hazırdı. Biz Milli Çözüm Dergisi olarak bu Siyonist tezgâhı ve bu odakların Türkiye cazgırı Fehmi Koru’nun altyapı hazırlıklarını tam 3 ay öncesinden sezip yazdığımız ve Milli Görüş camiasını uyardığımız zaman da “hadi canım nereden çıkarıyorsunuz?” gibi itirazlar yapılmıştı.

Ankara'da bulunan ve Abdullah Gül'ün adaylığıyla ilgili olarak çalışmalara 'hemşehrisi' sıfatıyla katılan ancak isminin açıklanmasını istemeyen bir Saadet Partisi yöneticisi, adaylık için tek bir sorun kaldığını vurgulamıştı:

"Abdullah Gül'ün adaylığıyla ilgili olarak, partimiz ve CHP'nin genel başkanları düzeyinde yapılan görüşmede sıkıntılar aşılmıştır. CHP ve SP, hemşehrimizi ortak aday çıkarma konusunda hemfikir olmuşlardır. Ancak şu anda Meral Hanım cumhurbaşkanlığı adaylığında ısrarlıdır. Kendisi ikna edilmeye çalışılmaktadır. Abdullah beyin adaylığı girişimlerimizi genel başkanımız Temel Bey'in yanı sıra birebir genel başkan yardımcımız Atik Ağdağ yürütmeye başlamıştır. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Hanım da 'Evet' derse, ortak adaylık konusunda Sayın Gül ikna olacaktır!"

Karamollaoğlu görüşmesi öncesi Ahmet Davutoğlu ile buluşmuşlardı

Bu süreçte Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu ile görüşmesi öncesinde Abdullah Gül’ün, Ahmet Davutoğlu ile görüşmesi Cumhurbaşkanlığı adaylığını kabul edeceği şeklinde yorumlanmıştı. Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu görüşmesinde; Ali Babacan, Beşir Atalay ve sürpriz bir ismin daha bulunduğu konuşulmaktaydı. Bu arada bazı yazarlar; “Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı adayı olmasının AKP'nin önemli bir ismi, Ali Babacan'ı yanına almasına bağlı olduğunu ve Ali Babacan'ın ‘Başkan yardımcılığını' kabul etmesi halinde Abdullah Gül’ün adaylığını açıklayacağını” ortaya atmışlardı.

Temel Karamollaoğlu CHP’ye iltifatlar yağdırmıştı

“İktidar, muhalefet olarak iki ayağımızı bir pabuca soktular. Bu fırsatı vermeden bir panik havasında iktidar seçime gitme kararı aldılar. Kurumları da zorluyorlar. Sayın CHP Genel Başkanı ve arkadaşlarını tebrik ettim. Çünkü (15 Milletvekili CHP’den oraya aktarılmasaydı) bir potansiyeli olan İYİ Parti seçime girmeme riskiyle karşı karşıya kalacaktı. Yaptıkları büyük bir jest. Bunu da herkes yapamaz. Oy verecek vatandaş oy verme hakkını kullanacak. Temelde kendi partilerimizin menfaatlerinden çok ülkemizin geleceğiyle ilgili konularda bir dirsek temasında olmamız gerekliliğini görüp anladık ve bu yönde adımlar atma kararı aldık!..” ifadeleri gerçek ve gizli niyetlerini açığa vurmaktaydı. O da SP’yi CHP’nin kuyruğu ve uydusu konumuna taşımak ve Hoca’ya-davasına hıyanet etmiş birisini şimdi Cumhurbaşkanı adayı yaparak Erbakan’dan intikam almaktı. Oysa SP’ye yakışan; sadık, sağlam ve donanımlı bir dava adamını aday gösterip, Milli Görüş düşüncesini ve Adil Düzen projelerini topluma tanıtmak, Hak ile Batılı anlatmak; böylece sağdaki ve soldaki bütün partilerdeki, bir çıkış yolu arayan insanlarımıza umut kapısı olmaktı.

Fehmi Koru, CHP’nin 15 vekil hamlesini değerlendirirken, iktidar partisine iğneleyici bir dille göndermeler yapmıştı.

Fehmi Koru, CHP’yi: “Bu bugüne kadar işitilmiş bir olay değil” diye açıklamıştı. Bazılarına göre muhalefet haddini bilmemişti. Çünkü bizde, kendinden beklenmeyeni ancak iktidar partisi yapabilirdi… Önce bir ‘hakkı’ teslim etmem gerekmektedir. AKP adına konuşan siyasiler ile onlar adına kalem oynatıp ahkâm kesen iktidar cephesinin itibar ettiği yazarlar ne konuşurlar ve ne yazarlarsa onlar haklı görülmektedir. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından “Seçime katılamaz” açıklaması ile önünün kesileceği anlaşıldığında, İYİ Parti’ye CHP’nin 15 milletvekilini ödünç vermesi daha önce görülmüş, işitilmiş bir olay değildir (doğru ve sorumlu bir harekettir). Bazıları ‘Güneş Motel’ örneğini (1977) zikrediyorlar, ama ona da benzemiyor; orada sandıktan birinci parti çıktığı halde milletvekili varlığı kısa kaldığı için hükümet kurmakta zorlanan Bülent Ecevit bakanlık vaat ederek AP’den milletvekili devşirmişti. Burada ise ödünç verilen CHP milletvekilleri için böyle bir durum söz konusu değil. Menfaat bile yok. Yarın yine partilerine döneceklerdir. Oysa bir-iki gün öncesine kadar “Seçim zamanında yapılacak” açıklamaları yapan iktidar cephesinin, sonunda ‘stratejik ortak’ öne atılıp “Seçim tarihinin erkene çekilmesini istiyorum” dediğinde, büyük ortağın “Ben seçimi senin istediğin tarihten de erkene alıyorum” demesi ile yaptığı hamle de siyasi hayatta pek alışılmış bir hamle değildi; ama iktidar yapınca bu tür hamleler ve yan çizmeler haklı görülmekteydi.

İşte ayarı ve amacı Malum Cumhuriyet Gazetesindeki Abdullah Gül taraftarlığı, bu hazırlığın bir Siyonist tezgâh olduğunu açığa vurmaktaydı!

“İlk sözüm muhalefete; özellikle de ana muhalefet olarak Cumhuriyet Halk Partisi’ne. Tamam baskı var, OHAL var, anormal koşullar var. Kimse işinizin ne kadar zor olduğunu yadsımıyor. Ama bir yıldır bu memlekette her Allah’ın günü “erken seçim” lakırdısı dinlemedik mi? Nedir doluya tutulma halleri, paldır küldür çıkışlar? (Artık kendinize gelin…) Daha çatı aday mı çıkacak yoksa her parti farklı aday mı gösterecek belli değil. Oysa kamuoyunun CHP’den beklediği, “Kontrol bizde. Ne yaptığımızı biliyoruz” hissidir. Sizden ricam, büyük arayışların büyük yalpalamalara dönmemesidir. Bize lütfen 35 yaş altı kimsenin adını sanını duymadığı ikinci bir Ekmeleddin vakasıyla gelmeyin...

İkinci sözüm, HDP’ye. Elinizdeki en parlak aktör, Selahattin Demirtaş idi. Daha ne bekliyorsunuz? Var mı sahiden hem HDP’lilerin, hem de HDP’ye küskün kesimlerin oyunu alabilecek, muhafazakâr Kürtlerin kırık kalplerine dokunacak ve bir de üstüne üstlük yüzde 10 barajını geçebilecek başka bir isim?

Üçüncü sözüm, Temel Karamollaoğlu’na. Sizi yakinen tanımıyorum, ancak ben de herkes gibi dikkatle izliyorum. Bu seçimde olağanüstü önemli bir rolünüz var. Tek bir replikle filmin akışını değiştiren karakter olabilirsiniz. Eğer bu seçimde tüm partilerin ortaklaşacağı bir “çatı aday” olacaksa, bunda en makul isim, Abdullah Gül olduğu görülmektedir. Bazı solcular ve AKP’li elitler, farklı sebeplerden dolayı Gül seçeneğine burun kıvırabilir. Ancak Abdullah Gül’ün 2005 yılından beri anketlerde beğeni oranının Tayyip Erdoğanın üzerinde olduğunu, geniş halk kitlelerinin gözünde devlet yönetme becerisine sahip ve demokrat bir devlet adamı olarak gördüklerini hatırlatmak isterim. Çatı aday, tanım itibarıyla herhangi bir partinin adayı değil üzerinde geniş konsensüs olan aday demektir. Bu formüle gidilecekse Saadet Partisi’nin görevi, Abdullah Gül’ü ikna etmek değil; CHP, HDP ve İYİ Parti’yi Abdullah Gül etrafında güçlü bir güç birlikteliğine ikna edebilmektir. Eski Cumhurbaşkanının Türkiye’nin gidişatı konusundaki kaygılarına rağmen, kendi partisine karşı bir yarışa girmeyi düşünmediği yazılıp çizilmektedir. Bu durumda Gül’ü ikna edecek tek şey, Saadet ve CHP’den gelecek güçlü bir destek sözü olabilir.”[1]

Evet Abdullah Gül’ün ortak aday olarak desteklenmesini öneren Cumhuriyet Gazetesi ve yazarları, hangi odakların borazanı ise, Abdullah Gül de işte onların adayıydı. Oğuzhan Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu ise, aynı mihrakların Milli Görüş’e soktukları adamları ve elemanları gibi davranmışlardı!

Bakınız, Erbakan Hocamız 26.10.2003 tarihli basın toplantısında, o sırada İslam Konferansı’na katılıp “İsrail’e hoşgörüyle bakmalıyız!.” diyen Abdullah Gül’le ilgili şu açık tespitlerde ve acı tenkitlerde bulunmuşlardı:

“İslam Konferansı’nda yapılan üç konuşma dikkati çekicidir. Bunların bir tanesi Mahathir’in yapmış olduğu konuşmadır. Bu ay sonunda görevi bırakacak olan Mahathir (Muhammet), Malezya’da İslam Konferansına ev sahipliği yaparken kendisi çok önemli açıklamalarda bulunmuştur ve demiştir ki: “Bilhassa İsrail, yeryüzündeki huzursuzluğun asıl müsebbibidir. Haksız tecavüzleriyle bütün Ortadoğu’yu perişan etmektedir. Ufacık bir İsrail’in bütün dünyayı bu kadar huzursuz yapmasına razı olunamaz. Bunun mutlaka bütün dünya ülkeleri tarafından düzeltilmesi, önlenmesi lazım gelir.” Bu açıklamalar, tabi hemen tahmin olunacağı üzere, Dış Mihrakların (ve Siyonist odakların) avucundaki Amerikan yöneticileri, İngiliz yöneticileri ve Avusturalyalı yöneticiler tarafından kınanmış ve karşı çıkılmıştır. Ama buna mukabil, İslam âlemindeki duyarlı bütün yazarlar ve fikir adamları demişlerdir ki: “Mahathir (Muhammet) bununla İslam ülkelerinin bütün yöneticilerini uyarmaktadır ve 1 buçuk milyarlık İslam âlemine tercüman olmaktadır. Söyledikleri doğrudur ve haklıdır” yorumunu yapmışlardır. İkinci önemli bir konu ise, buna mukabil Sn. Abdullah Gül’ün konferansta yaptığı talihsiz konuşmadır. O (Mahathir Muhammet) bunları söylüyor: “Mutlaka İsrail’in bu haksız tecavüzleri önlenmelidir!” diyor, peki Abdullah Gül Beyefendi çıkıp ne buyuruyor? “Efendim, İsrail’in bu yaptıklarına (Filistin’deki işgal ve katliamlarına) hoşgörüyle bakmalıyız.” Haydaa... Kim bu? Eski Milli Görüşçü Abdullah Gül. Ne hoşgörüsü yav? Adamlar tanklarla 12 yaşındaki çocukları eziyor. Masum insanların evini barkını yıkıyor, yapmadıkları zulüm kalmıyor, her gün katliamlar yapıyor, aklına estiği, istediği yeri bombalıyor. Sen de kalkıp bunlara karşı hoşgörülü davranacaksın!? Bir insanı tutup ameliyat yapsanız, bütün beynindeki her türlü hafızasını alsanız, inanç ve ideallerine ait ne varsa çıkarsanız... O insan ancak böyle bir konuşma yapar. Bazı filmlerde görünen tipler gibi. Şu hale bakın, bunlar İslam Konferansı’na gidecek de, o İslam Konferansında bugünkü İslam âlemine yapılmış olan zulümlerin önlenmesi için güya öncülük yapacak!.. Bu sözlerin anlamı; “Gelin (İsrail’e) teslim olalım, biz olduk, siz de teslim olun.” Evet, bunun tercümesi budur. Allah muhafaza buyursun, (bu tavır, kalbi bir marazdır, sapmadır) Allah ıslah etsin, Allah şifa versin!”[2]

Aziz Erbakan Hocamız, Ekim 2003’te, Ramazan Ayındaki bir basın toplantısında ise; “Abdullah Gül İsrail Baltasına Sap Olmuştur!” buyurmuşlardı:

“Dış politikaya gelince, Irak’ta görüyorsunuz: “Amerikalının yerine ben öleceğim. Irak’ı bir an evvel Büyük İsrail’e katıverelim” diye çalışıyor. “Kıbrıs’ı Yunan’a vereceğim!” diye çırpınıyor. “Suriye, bir an evvel aynı şekilde yumuşak lokma olarak yutulabilsin!” diye uğraşıyor. “İran, terörist ülkedir, atom bombası bizi de tehdit ediyor!” diyerek, yine dış mihraklara hizmet ediyor. Ve demin saydığım bütün maddeler münasebetiyle de 2. Sevr hazırlığı yapılıyor. Şimdi, söyleyeceğim söze dikkat buyurun. Ne yazık ki bütün bunları uyansınlar diye, söylemeye mecbur olduğum için hatırlatıyorum. Bilirsiniz, bir baba bazen işe yaramaz evladına der ki: “Evladım, sen maalesef bir baltaya sap olamadın!” Şimdi bu AKP’li yöneticiler, Milli Görüş’ün, Refah Partisi’nin içindeyken bundan şikâyet ediyorlardı: “Efendim, biz bu toplulukta baltaya sap olamıyoruz. Bize bir baltaya sap muamelesi yapılmıyor!” diyorlardı. Ondan sonra, Milli Görüş’ten ayrıldılar, illa “Bir baltaya sap olacağız” havasına kapıldılar. Ee, bizden ayrıldılar da ne oldu? Hatırlayınız, meşhur atasözümüz vardır: “Bir ağacı, sapı o ağacın dalından yapılan baltayla keserler!” Bunun manası şudur: Uyansınlar diye söylüyorum. Abdullah (Gül) gitmiş, İsrail baltasına sap olmuş: “Ben baltaya sap olmak istiyorum, şimdi muradıma kavuştum!” diyor. Tayyip gitmiş, Dış mihrakların baltasına, Sevr baltasına sap olmuş: “İşte bir baltaya sap oldum” diye övünüyor. Bunun övünülecek nesi var yahu?! Dikkat ediniz; bunlar, Milli Görüşçülerden seçilmişlerdir. O ağacın kendi dalından kesilmişlerdir; maksat Milli Görüş ağacının kesilip, yıkılmasıdır, kökünden kurutulmasıdır, maazallah. Oysa bir baltaya sap olmak dış güçlere taşeronluk yapmak değildir, yanlış anlamışlar başka şeyler gibi. Baltaya sap olmak; Yeniden Büyük Türkiye’yi kurmak için çalışmaktır, Yeni Bir Dünya kurmak için çırpınmaktır, Yaşanabilir Bir Türkiye kurmak için uğraşmaktır. Onun için Milli Görüşçü olunmadan hayırlı ve yararlı baltaya sap olunmaz. Olursun ama, İsrail baltasına sap olursun ve Sevr baltasına sap olursun. Uyanın, uyanın, uyanın. Çünkü bu attığınız adımlar, bir müddet sonra telafisi kabil olmayacak sonuçlar orta yere çıkartır, Allah muhafaza buyursun!’’[3]

Bazı Milli Görüş’çü kardeşlerimizin: “Ne var canım, bir insan hatasından dönemez mi? Yanlışını fark edip telafi etmek isteyemez mi?” gibi yaklaşımlarla Abdullah Gül’ün SP’den Cumhurbaşkanlığı adaylığını makul ve meşru gösterme çabaları da temelsiz ve tutarsızdır.

Önce bu zevat öyle hata falan değil, açıkça ve küstahça Hak davamıza ve Aziz Hocamıza hakaret ve hıyanet edip ayrılmışlardır. Üstelik Milli Görüş gömleğini çıkardıktan sonraki icraatları ve tahribatları da ortadaydı.

İkincisi; Abdullah Gül’ün çıkıp da; “Ben davama ve Hocama karşı yaptığım büyük yanlışlık ve haksızlıkların farkına vardım, çok pişmanım, Milli Görüş’ten başka huzur ve kurtuluş yolu olmadığının tekrar farkına vardım!” dediğine hiç kimse şahit olmamıştır. Böyle bir itirafta bulunmamıştır ve bulunmayacaktı…

Üçüncüsü: Sn. Abdullah Gül, hiç değilse; “Ben AKP’ye, dinime ve devletime hayırlı hizmetler yapmak niyeti ve hedefiyle katıldım. Umduklarımın çoğunu bulamadım amma değişip düzelirler diye katlandım. Ama Ülkeme ve Milletime zarar verdikleri konusunda hiç şüphem kalmadığı için ayrıldım.” dediğini de duyan olmamıştı.

Ve yine Abdullah Gül, “Ben Cumhurbaşkanı olursam, AKP’nin AB ve ABD politikalarına faizci, ülkeyi dış borca esir edici ekonomik programlarına aykırı olarak, Milli Görüş’ün hazırladığı bütün proje ve planlara sahip çıkıp uygulamaya çalışacağım!” ifade ve iddiasında da bulunmamıştı.

Öyle ise Ey Milli Görüşçüler! Ve ey sözde AKP muhalifi bütün partiler! Söyleyin bakalım; Sn. Abdullah Gül’ün Sn. Recep T. Erdoğan’dan farklı ve faziletli taraflarının, AKP zihniyetine aykırı ve ülke için yararlı tavırlarının birkaçını sayın da, biz de anlayalım. Erbakan Hocamız; “AKP Siyonizm’in işbirlikçisi, CHP ise takipçisi ve temsilcisidir.” buyururlardı. Şimdi işbirlikçisinden kurtulmak için, kalkıp takipçisine sığınmak nasıl marazlı bir mantıktı? Sürekli prensip ve kriterlerden bahseden Sn. Temel Karamollaoğlu niye CHP ve İYİ Partiye bunları hiç şart koşmamakta, hatta görüşmelerinde gündeme bile taşımamaktaydı? Bunlar Milli Görüş’çü bir Cumhurbaşkanı mı, yoksa İsrail’in kahpelik ve katliamlarına karşı “hoşgörülü”, Hak davasına ve Hocasına karşı “nankörlü” bir adam mı ayarlamaktaydı?

Halk düşman mı ki, onlara hile yapılsındı?

Yoksa erken seçim kararı alacak olan Erdoğan-Bahçeli ikilisinin bilinen ve beklenen bir duruma rağmen neden son ana kadar “Erken seçim yok” deyip halkı oyaladıkları talimat alacakları odakların tavrıyla mı alâkalıydı? O süreçte son 2 hafta içinde yaklaşan ve kestirilmesi zor olan gelişme ABD’nin önce “Çekileceğim” deyip sonra Suriye’nin (İran) boşaltılmış tesislerini vurarak Rusya’ya mesaj ve gözdağı vermeye çalışması ve iktidarın bu vuruşa “Kimyasal silah kullanmanın cevapsız kalması düşünülemezdi” deyip ABD’yi alkışlamasıydı. Rusya’yla yakın ilişkiler içinde olan Türkiye’nin bu tutumuna ilk tepki doğal olarak Lavrov birden: “Afrin’de kalmayın, artık çekilseniz iyi olur.” Dayatmasına kalkışmıştı. Çünkü Rusya, Türkiye’nin, daha doğrusu AKP iktidarının tutumunu, “NATO ile bağları koparmadan Rusya’yı oyalamak olduğunu anlamıştı. Doğru bir okumaydı ve görüldüğü gibi tepki gösteren sadece Rusya olmamıştı. Evet Türkiye’nin hem Atlantik hem de Avrasya hattıyla Milli çıkarlar odaklı işbirlikleri yapması hem doğaldı hem de lazımdı. Ancak “Hangi hattaki hangi müttefik kalıcı, hangisi taktik icabı?” soruları muhatapları kuşkulandırmaktaydı ve Türkiye eninde sonunda “Tarafını seç!” baskısıyla zaten karşılaşacaktı. Ancak iktidarın ve Sn. Erdoğan’ın, stratejisi ve samimiyetten uzak tavırları nedeniyle ne Rusya’ya ne de Amerika’ya yaranmıştı.

“Zannımca baskın seçimin asıl amacı, yaklaşan “eksen baskısı”nın farkına varılması ve bu baskıya karşı siyasi ve moral açıdan güç kazanmış bir şekilde seçime girme hesabıydı.” Tespitleri haklıydı. Yani iktidar ve ortağı Afrin operasyonlarını oya tahvil etme hevesiyle ve toplumdaki Milli uyanışı görüp telaşa düşme neticesinde erken seçim kararı almışlardı.

Erken seçim kararına ilişkin anlı şanlı bir muhafazakâr yazarın yaptığı, “Cumhurbaşkanı seçiminin öne çekilmesi isabetli oldu. Harp hiledir. Allah hayırlı etsin” açıklaması bunların ayarını ortaya koymaktaydı. Ve bu sorumsuz açıklama karşısında sormak lazımdı:

Ya hu toplumun yarısının Cumhurbaşkanı’na duyduğu sevginin ve güvenin nedeni “özü sözü bir” olması, rol yapmaması ve samimi olması sürekli yazılıp konuşulmaktaydı. Yani şimdi Erdoğan dahil tüm AKP kurmayları bütün topluma ve kendi tabanlarına ısrarla “Erken seçim yok” derken hile mi yapıyorlardı? Hile sadece harpte o da düşmana karşı yapılırsa mubah sayılırdı. Halk düşman mı ki hilenin muhatabı yapılmakta, aldatılıp oyalanmaktaydı?

Abdullah Gül, FETÖ firarisi ve NATO desteklisi Emre Uslu'nun "kansız değişim" önerisine uyarak mı Cumhurbaşkanı adayı olacaktı?

“Şunu anlatmaya çalışıyorum: kansız bir değişimin mümkün olup olmadığını anlamaya uğraşıyorum. Maalesef Türkiye’nin geldiği nokta bu. En az sıkıntılı değişimin nasıl olabileceğini anlatmaya çalışıyorum. En az sıkıntılı değişim ise, Abdullah Gül veya AKP içerisinden bir alternatifin çıkıp Erdoğan’dan o rejimi, o iktidarı almasıdır. Yani Abdullah Gül cesaret edip Erdoğan’a karşı bir siyasi adım atıp cesaretli bir hamle yaparak ona karşı aday olabilirse, en azından seçimleri ikinci tura bırakır. Şayet ikinci tura kalırsa, Abdullah Gül’ün kazanma şansı büyük olacaktır. Bu alternatif çıkarsa, Türkiye açısından da güzel olacaktır”[4] tespit ve temennileri de Siyonist mihrakların planlarını yansıtmaktaydı.

Tam bu sırada Konya’dan Mehmet Çelik Bey kardeşimizin çok değerli ve duyarlı Eşlerinin şu rüyası oldukça enteresandı. (25.04.2018)

Rüyamda: Aziz Erbakan Hocamız meclis gibi bir yerden konuşuyorlardı: “Sizi bugünlerde ne kadar şaşkın (hedefinden kaymış) bir vaziyette görüyoruz. Hepiniz oturmuş seçim tartışmalarını ve hazırlıklarını izliyorsunuz. Hâlbuki daha düne kadar Afrin’i izliyordunuz. Evet, Bizler de (ruhen) Afrin’deydik. Ahmet Akgül Hocanız, Fatma Betül kardeşiniz, diğer sadık kardeşleriniz de gönüllü asker gibi (kalben) orada bulunuyordu ve sizler de dikkatle takip ediyordunuz. Şimdi ne oldu da gözler ve dikkatler oradan buraya çevrildi, hiç düşünmüyor musunuz? Peki, seçim neden bu kadar erkene alındı, sorusu üzerinde kafa yoruyor musunuz? Afrin’de neler oluyor biliyor musunuz? Seçim bu yüzden erkene alınmış olabilir mi? Konusunu değerlendiriyor musunuz?” buyurdular. O esnada uyandım.

Lütfen hatırlayınız, defalarca yazmış ve uyarmıştık... Suriye’nin kuzeyine yönelik haklı ve hayırlı müdahalemiz, eğer Afrin’le sınırlı kalır ve bu başarılar seçim malzemesi yapılır da; asıl Suriye ve Irak sınırımız boyunca fiilen oluşturulan PYD-PKK devletçiğine dolaylı biçimde razı olunursa hiçbir iktidar bu hıyanetin altından kalkamayacaktır.

Amerikan Wall Street Journal gazetesi, Suriye’de bulunan ABD askerlerinin kısmen çekilmesinin ardından, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde bir Arap gücü kurmayı planladığını açıklamıştı. Yani Türkiye Arap-İslam askerleriyle vurulacak ve bunların himayesinde bir Kürdistan kurulacaktı!

Wall Street Journal (WSJ) gazetesi, ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde bulunan güçlerinin yerine konuşlandırmak ve DAEŞ ile mücadelenin sona ermesinin ardından 'ülkenin (Suriye’nin) kuzeydoğusunun yeniden istikrara kavuşmasına yardımcı olmak adına' Araplardan oluşan bir birlik kurmayı planladığını yazmıştı. Gazetenin ABD'li yetkililere dayandırdığı haberinde, Başkan Donald Trump'ın kısa bir süre önce atadığı yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Mısır'ın istihbarat direktör vekili Abbas Kâmil ile bir görüşme yapmış ve bu karar alınmıştı. Görüşmede, Bolton'ın Mısır'ın Suriye'de bir Arap gücü oluşturma çabalarına katkı yapma ihtimalinin ele alındığı vurgulanmıştı. Yetkililer ve uzman kimseler, ABD yönetiminin Suriye'nin kuzeyinin yeniden yapılandırılması çalışmaları kapsamında Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkelerden finansman desteği aradığını ve aynı zamanda Arap ülkelerinden asker göndermelerini talep etmeye hazırlandığını açıklamışlardı. Bir yetkili, "Mali destek sağlamada ve daha geniş (askeri) anlamda katkıda bulunmaları konusunda Suudi Arabistan, Katar ve BAE ile temasa geçildi" itirafında bulunmuşlardı.[59

Ancak, Siyonist mihrakların ve Milli Görüş’e sızdırılmış elemanlarının bu Abdullah Gül hesapları tutmamıştı.

Zaten başından beri Meral Akşener’in adaylıkta ısrarlı davrandığı ve Abdullah Gül yararına çekilmeye sıcak bakmadığı konuşulmaktaydı. Saadet Partisinin İYİ Parti'yi Abdullah Gül'ün adaylığı konusunda ikna etme çabaları da sonuçsuz kalmıştı. Zira CHP yönetimi, Saadet Partisi tarafından kendisine yapılan Gül teklifine "hayır cephesinin diğer bileşenlerini ikna edin, ondan sonra görüşelim" teklifini aktarmıştı. Anlaşılan CHP yönetimi Karamollaoğlu'na İYİ Parti'yi adres göstererek, baskıdan kurtulmaya çalışmaktaydı. Zaten kendince "en doğru anı bekleyen" Abdullah Gül, bütün muhalefetin ortak adayı olması durumunda sahneye çıkacağını şart koşmaktaydı. Yani bu konuda CHP'nin bir kanadı ve Saadet Partisi, Gül konusunda uzlaşmış olsa da, henüz İYİ Parti’yi ikna edemedikleri anlaşılmaktaydı. 25 Nisan 2018 tarihinde Abdullah Gül, Meral Akşener, Temel Karamollaoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu “Erbakan Ödülleri” töreninde buluşacakları ve Gül'ü ortak aday olarak açıklayacakları konuşulmaktaydı. Ahmet Türk'ten Ziya Pir'e ardı ardına Gül'e destek açıklamalarının geldiği HDP ise, görüntüde bu ittifaka katılmayacak, ama gerekirse vereceği destekle sürece dahil olacaktı. Bu süreçte özellikle "İstanbul sermayesi" olarak bilinen kesimin de Abdullah Gül lehine baskısı vardı.

İşte gördünüz, sonunda ne oldu; hayatı boyunca inancı ve ideali uğrunda ciddi ve ezici hiçbir çile çekmemiş, davası ve kutsalları için asla riske girmemiş, hep kolaya ve hazıra çöreklenmiş bir insana yakışanı yapmış ve Abdullah Gül “Bütün muhalefet ittifakla beni aday göstermezse ve kazanacağım şartları garanti etmezse ben bu işte yokum!..” deyip kaytarmıştı. Gerçi Abdullah Gül’ün açıklamaları “Eğer bütün muhalefet kesin ve ortak bir kararla beni aday yapmakta ısrarcı olurlarsa, o zaman yine bakarız…” şeklinde de okunabilirdi, ama artık tutmazdı… Acaba Milli Görüş’ün marazlı takımı da, ülkenin başına nasıl bir adamı bela etmek için çırpındıklarını ve en küçük bir sıkıntıda nasıl yarı yolda bırakıldıklarını anlamışlar mıydı? Yoksa, derin merkezlerin, dolaylı yollarla, Meral Akşener’in adaylık inadında direnmesini sağlamakla bu şeytani planları bozmasına çok mu şaşırmışlardı? Haydi yeri gelmişken, bu olayları anlamakta zorlananlara bir kapı aralayalım; Abdullah Gül de, Tayyip Erdoğan gibi, makam ve çıkar uğruna Hak davasını, Hocasını ve camiasını satan işbirlikçi takımıydı… Ama Oğuzhan Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu ise herhalde SP’de Siyonizm hesabına çalışan “iş bilir” insanlardı!?

Ankara'da gözler Abdullah Gül'e çevrilmişken SONAR Başkanı Hakan Bayrakçı çok çarpıcı bir yorum yapmıştı. Bayrakçı “Gül'ün aday olmayacağını, aday olması durumunda Erdoğan ve Gül'ün birbirlerini mahvedeceklerini” açıklamıştı.

SONAR Başkanı Hakan Bayrakçı, 24 Haziran tahminini açıklamış ve Abdullah Gül'ün adaylık iddialarıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunmuşlardı. Bayrakçı, “Erdoğan birinci turda belki en yüksek oyunu alacak, ama o da hiçbir şekilde yüzde 51 olmuyor” dedikten sonra: “Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan'ın karşısında herhangi bir hamle yapamaz. Onun adaylığı söz konusu bile olamaz. En az 17 sebep sayabilirim size neden aday olamayacağı ile ilgili. Hani generale sormuşlar; savaşı neden kaybettin diye. Sayayım demiş ve başlamış: “Bir; cephanem bitti” demiş. “Dur!” demişler, çünkü gerisini saymaya gerek kalmadı. Şimdi Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan'ın o kadar çok paylaşmışlıkları var ki; birbirine rakip olarak çıktıkları zaman her şeyi göze almaları lazım. Her şey dökülür ortaya. Karşılıklı birbirlerini mahvederler. O yüzden çıkamazlar!” tespitleri aynı zamanda bir tehdit anlamı da taşımaktaydı. Zira daha önce Dış güçlerin bir projesinde, Erbakan’a hıyanet senaryosunda birlikte rol almışlardı.

Bülent Arınç'ın eski danışmanı Yeni Şafak gazetesi yazarı Kemal Öztürk, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la görüşen Arınç'la, bu buluşma sonrası yaptığı telefon konuşmasını anlatmıştı. Yoksa, Arınç'a Cumhurbaşkanı Yardımcılığı teklifi mi yapılmıştı?..

Türkiye 24 Haziran'da erken seçime giderken çeşitli senaryolar da havada uçuşmaktaydı... Yeni Şafak Gazetesi yazarı Kemal Öztürk, CNN Türk'te katıldığı 'Ne oluyor?' programına Ankara'nın gündemine bomba gibi düşen Cumhurbaşkanı Erdoğan-Bülent Arınç görüşmesini yorumlamıştı. Kritik görüşme sonrası Bülent Arınç'la konuştuğunu belirten gazeteci Öztürk, "Sayın Arınç, eğer Gül aday olursa onun yanında durmayacağını ama AKP içinde de aktif siyasette olmayacağını deklare etmiş oldu" ifadelerini kullanmıştı. "Arınç'a ve Gül'e Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bakan ya da başkan yardımcılığı teklifi gelirse buna yanaşırlar mı?" sorusuna da yanıt veren Öztürk, "Böyle bir pazarlık yapılacağını sanmıyorum. Bu kadar gönül kırıklığının içinde böyle bir teklifi kabul ederler mi bilmiyorum." yanıtı da kafa karıştırıcıydı, ve bunların gerçek ayarını ortaya koymaktaydı.

Saadet Partisi Erzurum 6'ncı Olağan İl Kongresinde konuşan Temel Karamollaoğlu iktidara geldiklerinde yapacakları işleri sıralarken, "Biz iktidara geldiğimizde Türkiye'de yapılan bütün yatırımları durduracağız. Niye, çünkü üretime dayalı yatırım yok. Köprüleri, yolları, binaları, stadyumları hepsini... 'Bize deli misin' diyorlar. Eh birazcık delilik var. Akıllılar hep sınıfta kaldı.” buyurmuşlardı. Sn. Karamollaoğlu’nun “Delilik” sıfatını kabulünde haklılık payı vardı. Çünkü Milli Görüş davasına ve Erbakan Hocasına defalarca ve açıkça hıyanete kalkışmış Abdullah Gül gibi birisini şimdi SP’nin ve muhalefetin ortak adayı yapma çabası ve Milli Görüş camiasının tepki ve taleplerini hiç hesaba katmaması, evet bir “Deli cesareti” tavrıydı. Ve maalesef koca camiadan ve Erbakan terbiyesi almış teşkilatlarından tıs bile çıkmamıştı. Neyse, şükür ki dış güçlerin bu planları tutmamıştı…

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, Türkiye'de OHAL altında özgür, adil ve şeffaf bir seçim yapılmasına ilişkin endişeleri olduğunu açıklamıştı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nauert, başkent Washington'da düzenlediği basın toplantısında Türkiye'de erken seçim kararıyla ilgili soruları yanıtlarken, OHAL'in iki yıla yakın bir süredir yürürlükte olduğuna değinerek, "Olağanüstü hal yürürlükteyken, Türk yasalarıyla ve ayrıca Türkiye'nin uluslararası yükümlülükleriyle uyumlu bir tarzda, özgür, adil ve şeffaf bir seçim düzenlemek zor, bunun farkındayız" ifadelerini acaba ne maksatla kullanmıştı?.

Süreci çok yakından izlediklerini belirten Nauert, "Bu tür bir olağanüstü hal döneminde seçim düzenleme girişimleri hakkında kaygılarımız vardır. Elbette özgür ve adil seçimler görmek isteriz ama, bu konuda bazı endişelerimiz bulunmaktadır” diyerek bir nevi AKP iktidarına ve Sn. Erdoğan’a peşinen bir şantaj yapmakta ve seçimden sonra avantajlar koparmaya çalışmaktaydı.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, “Bu şartlarda 3 Kasım 2019’u beklemek mümkün değil. 26 Ağustos 2018’de erken seçime gidelim” çağrısına Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ önce karşı çıkmış, sonra tısmıştı. Hatırlayınız, MHP lideri Devlet Bahçeli "erken seçim" bombasını patlatmış, Partisinin grup toplantısında konuşurken: "Türkiye'nin bu şartlarda 3 Kasım 2019'u beklemesi mümkün değildir" deyip "26 Ağustos 2018 günü erken seçim yapalım" çağrısında bulunmuşlardı...

Bahçeli haklıydı: TÜRKİYE 24 Haziran 2018 günü erken seçime gitmeye hazırlanırken AKP için de anketler yapan iki önemli araştırma şirketinin anket sonuçları açıklanmıştı. MAK Danışmanlık ve ANAR'ın anketlerine göre 'Cumhur İttifakı'nın oyları Cumhurbaşkanı'nın ilk turda seçilmesi için yeterli olmayacaktı. MAK Danışmanlık'ın Nisan ayında yaptığı ankete göre AKP-MHP ittifakının oyları yüzde 48 civarındaydı. ANAR Araştırma'nın son anketi de 16 Nisan referandumundaki sonuçları yansıtmaktaydı... MAK Danışmanlık firması, Nisan ayında Türkiye’nin 81 ilinde Türkiye gündemindeki konuları içeren, 'bu Pazar seçim olsa' partilerin oy oranının nasıl çıkacağına ilişkin geniş kapsamlı bir anket yaptı. Anket, Bahçeli’nin çıkışı ve ardından erken seçimin 24 Haziran’da yapılması kararının hemen öncesinde tamamlanmıştı. MAK Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Kulat, en son anketi açıklamıştı: Buna göre:

İTTİFAK '50+1'i bulamayacaktı... Bizim ölçümlerimiz, yaklaşık olarak geçen yılki referandumdaki oy oranlarına yakın sonuçları ortaya koymaktadır. AKP-MHP ittifakı, şu anda yüzde 50+1’in altında, yüzde 48’ler düzeyinde bulunmaktadır. AKP, yüzde 41.5 düzeyinde. MHP ise yüzde 7’lerde oy almaktadır. İkisinin oy toplamı yüzde 50+1’e şu anda ulaşamamaktadır. Ancak bu anketi, erken seçim kararı alınmadan önce yaptığımız dikkate alınmalıdır. Erken seçim kararı ve takvimin bu kadar acil ve çok hızlandırılmış olması, oy dengelerini de etkileyebilir.”

FOX TV. Sunucusu Fatih Portakal’ın: “Bırakın bu seçimi Recep T. Erdoğan kazansın… Ki her bakımdan enkaz haline getirdikleri ülke ekonomisi ve toplumsal barış disiplini çökerse, altında onlar kalsın!..” anlamındaki yorumları da başka bir fırsatçılık ve fesatçılık tavrını yansıtmaktaydı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin erken seçim istemesinin ardından para piyasalarında hareketlilik başlamıştı. Günlerdir yükselişini sürdüren borsanın bir anda düşmesi herkesi şaşırtmıştı. Düşüşe geçen dolar da artışa geçmiş durumdaydı. Devlet Bahçeli'nin erken seçim açıklaması piyasalarda deprem etkisi yaratmıştı. Aynı gün Borsa İstanbul'da BIST 100 endeksi, güne yüzde 0,69 artışla 111.451,85 puandan başlamıştı. Doların düşüşe geçmesiyle birlikte borsada artış vardı. Ancak Bahçeli'nin grup konuşmasında Türkiye’nin erken seçime gitmesi gerektiğini açıklaması ve tarih olarak da 26 Ağustos 2018'i vurgulaması piyasada şok etkisi yapmıştı. Borsa bir anda 109 bin seviyesine inmiş durumdaydı. Açılışta BIST 100 endeksi, 764,11 puan ve yüzde 0,69 artışla 111.451,85 puana çıkmıştı. Bankacılık endeksi yüzde 1,08, holding endeksi yüzde 0,65 değer kazanmıştı. Sektör endeksleri arasında en fazla kazandıran bankacılık, en çok gerileyen ise yüzde 0,85 ile inşaat olmaktaydı. İşte bu süreçte ekonomi dünyası 135 milyar liralık teşvik paketini konuşmaktaydı. Proje Bazlı Teşvik Sistemi'nden yararlanacak 19 firmaya ait 23 proje ortaya çıkmıştı. Aslan payını Vestel, BMC, Tosyalı ve SASA şirketi ile Metcap enerji kapmıştı. İşte 135 milyar liralık teşviki paylaşan şirketler şunlardı:

Beştepe'de düzenlenen törende Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın firma sahiplerine teşvik belgelerini bizzat vermesi enteresandı. Teşvikten yararlanacak firmalara KDV iadesi, prim desteği, yatırım kredisi gibi teşvikler sağlanacaktı. Toplam tutarı 134 milyar lirayı geçen teşvikten en fazla Vestel, Tosyalı ve SASA şirketi yararlanacaktı.

Törende konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Buradan bir sinyal vereyim Doğu'yu ihmal etmeyin" çağrısı yaparak, zavallı Doğu’yu avutup umutlandırmaya çalışmıştı. BMC'nin 4, SASA'nın 2 projesinin destekleneceği sistem kapsamında 23 yatırım projesi için teşvik belgesi düzenleneceği açıklanmıştı. Alvi Medica, Assan, Atayurt, CFS, Dow Aksa, Ekore, Ersan, İpek Mobilya, Most Makine, Siirt Bakır, Metcap Enerji, TUSAŞ, Oyak Renault, Yıldız Metalurji, Vestel, Sütaş ve Tosyalı'nın yatırımları teşviklerden yararlandırılacaktı.

Bu proje Bazlı Teşvik Sistemi'yle yatırımcılar; Gümrük Vergisi muafiyeti, KDV istisnası, bina inşaat harcamaları için KDV iadesi, yatırım tutarının 2 katına kadar Kurumlar Vergisi indirimi veya 10 yıla kadar Kurumlar Vergisi istisnası, 10 yıla kadar sigorta primi işveren hissesi desteği, 10 yıl süreyle Gelir Vergisi stopajı desteği, nitelikli personel desteği, yatırımın finansmanında kullanılan yatırım kredisi için 10 yıla kadar faiz veya kâr payı desteği, sermaye katkısı, 10 yıla kadar enerji desteği, yatırım yeri tahsisi ve belirli şartlarda söz konusu taşınmazın bedelsiz yatırımcıya devredilmesi, altyapı desteği, kamu alım garantisi gibi desteklerden yararlanacaklardı. Yani çoğu yabancı (Siyonist sömürü sermayesi katkılı) firmalar 135 milyarı kaparken, garip-gureba halkımız yol, köprü, tünel edebiyatıyla oyalanacaktı.

Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı tarafından organize edilen "Prof. Dr. Necmettin Erbakan Ödülleri"nin sağlığında ve vefatından sonra Erbakan düşmanlığıyla malum insanlara sunulması da Erbakan’dan intikamın bir devamı olmalıydı!

Gecede Medya Ödülü, CIA talimatıyla “Erbakan çok tehlikeli biri” başlıklı yazılar hazırlayan gazeteci Ruşen Çakır’a, "Sanat Ödülü" yönetmen Semih Kaplanoğlu’na, "Düşünce-Edebiyat Ödülü" ise yine Erbakan kıcıklığıyla meşhur yazar Şule Yüksel Şenler’e dağıtılmıştı.

Törende, İstanbul Teknik Üniversitesi'nin ödülünü verdikten sonra konuşma yapan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Necmettin Erbakan'ı minnet ve rahmetle andığını, Onun hatırasının yetiştirdiği insanlarda yaşadığını ve attığı tohumların yeşerip boy attığını” söyleyip yine gerçekleri çarpıtmış böylece “Kendisinin ve AKP’nin Erbakan’ın devamı olduğu” yalanını tekrarlamaktan sakınmamıştı. Ve hele Uğur Dündar gibi katmerli bir İslam ve Erbakan düşmanının o gecede başmisafir olarak ağırlanması ve ödüllerin ona dağıttırılması, “Erbakan’dan intikam almaktan” başka bir maksatla yorumlanamazdı.

 


[1] Bak: 22 04 2018 / Aslı Aydıntaşbaş

[2] https://www.youtube.com/watch?v=6tNR-blt9eM&feature=youtu.be

Videonun tamamı:

http://www.necmettinerbakan.net/page.php?act=videoGoster&videoID=529&name=sp-basin-toplantisi-26-10-2003-

[3] https://www.youtube.com/watch?v=ZqEqcp7zkh0

[4] https://twitter.com/FetoGercekleri/status/988463763224481798

[5] http://www.internethaber.com/abdnin-son-plani-turkiye-sinirina-arap-ordusu-1864118h.htm

Yorum Yaz