Aralık 06 02:29

SAADET PARTİSİ’Nİ TARİKATLEŞTİRME VE “ERBAKAN’IN ÜZERİNE BETON DÖKME” ÇABALARI!

SAADET PARTİSİ’Nİ TARİKATLEŞTİRME VE “ERBAKAN’IN ÜZERİNE BETON DÖKME” ÇABALARI!

Elazığ Milli Çözüm Dergisi Temsilcimiz ve Yazarımız Necati Akgül aktarmıştı:

24 Şubat 2018 tarihinde, Din Görevlileri Birliği Derneği Elazığ Şubesi tarafından düzenlenen, Elazığ Kültür Park Mamurat’ül Aziz salonunda; Saadet Partisi Genel Merkez Eğitim Koordinatörü ve Genel İdare Kurulu Üyesi Muhittin Hamdi Yıldırım, konuşmacı olarak katıldığı “Erbakan’ı Anlamak ve İslam’da İttifak Ahlakı” konulu konferansta: “Bu anlattıklarımızın hepsi Erbakan Hoca’dan öğrendiklerimizdir.” diyerek başladığı konuşmasında, Erbakan Hoca’mızın prensip ve projelerine, Onun ifade ve ideallerine tamamen aykırı yorum ve yaklaşımlarda bulunmuşlardı.

“İslam’da parti var, ama particilik yoktur”… “Partime gelmeyene ‘Batıl yoldasın’ denilemez”… “Bizim dinimizde particilik yoktur ve bu konular (partiyle ilgili çalışmalar) cihat değildir”… Kur’an-ı Kerim: “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı sarılın, parçalanmayın” buyurmaktadır. Bu ayetteki “camian” kapsamına her parti mensubu girer mi, girer.” (Yani Saadetli olmak şart değildir)… Allah bize: “Müslümanlık dışında bir kimlikle ölme, yani parti için sakın ölme” buyurmaktadır. (O halde Saadet Partisi için çalışıp bu yolda ölmek, İslam’a aykırı ve tehlikeli midir?)… “Başka parti mensuplarına diyeceğiz ki, (bizim partimize gelmene gerek yok) sen de kendi partinde İslam’ı (yaşa ve) anlat” gibi sürekli “İslam’da particilik yasaktır… Diğer parti mensupları da Hak yoldadır… Cenabı Hak Müslümanların ittifakını emir buyurmaktadır, öyleyse bütün Müslümanları haklı bulup saygı duymamız, Müslüman kimliğinde ittifak yapmamız lazımdır” anlamında laflar edince, konuşmanın bütünlüğü içinde: “Saadet Partisi’nin başka parti veya siyasi oluşumlarla dava adına değil, dünyalık hesaplarla ittifak çalışması içine girdiğini ve bunu Milli Görüşçülere kabul ettirmek için bu konferansların tertip edildiğini” düşündüğümden konferans esnasında salondan kendisine:

“Bu anlattıklarına göre şimdi Saadet Partililer din ve dava gayreti değil de particilik mi yürütmektedir? Erbakan Hocamız: “Saadet Partisi Milli Görüş’ün tek adresidir… Milli Görüş Hak’kı, diğerleri Batılı temsil etmektedir” buyururken yanlış söylemiş ve İslam kardeşliğine zarar mı vermiştir?... “Diğer partilerin küresel emperyalizme hizmet etmek için ve Siyonist merkezlerce yönlendirildiğini” defalarca hatırlatan Erbakan Hoca’mızın bu tespitleri yersiz ve gereksiz midir?... “İttifak yapılacaksa Saadet Partisi çatısı altında ve Onun amaçları doğrultusunda olması gerekmez mi?” anlamında itiraz edince şaşırıp, şapşallayıp kalmış, olumlu veya olumsuz hiçbir cevap vermeden konuşmasını sürdürmeye çalışmıştı. Bir süre sonra salonu terk ettim ve zaten duyarlı ve tutarlı bazı Milli Görüşçü kardeşlerimizde de mırıldanmalar ve itirazlı tavırlar başlamıştı. Salondan çıktığımda konuştuğum bir kişi bana: “Sen o itirazı yapınca ben yanımdakine: Bunlar başka partilerle ve davanın değerleri ve hedefleri gözetilmeden ittifak yapacaklar ve bize de; “İslam bunu emretmiştir. Bunları da bize Erbakan Hocamız tavsiye etmiştir” diyecekler” dediğini anlatmıştı.

Oysa; inancımıza, ahlakımıza, aklımıza ve vicdanımıza uygun Adil bir Düzen kurulmadan ve en azından bu amaçla yola çıkan bir oluşuma katılmadan, İslam’ı bütün kurum ve kurallarıyla yaşama şansı asla bulunmayacaktır. Tam aksine, Batıl sistem ve partiler içerisinde, insanlar giderek yamuklaşıp yozlaşacak, o toplum hayatında İslam sadece bir aksesuara dönüşmüş olacaktır.

Bir toplumun çoğunluğunu oluşturan halkın DİNİ ile DÜZENİ çatışırsa, orada huzur kalmayacaktır. Örneğin:

DİN faizi haram sayıyor, DÜZEN serbest bırakıyor, hatta resmi ihale ve kredilerde faizli Banka aracılığını mecbur tutuyorsa...

DİN zinayı büyük günah sayıyor, DÜZEN ise mubah görüyor ve önünü açıyorsa...

DİN kumarı şeytan işi sayıp yasaklıyor, ama DÜZEN loto, toto, piyango, kazı kazan, yan yat kazan... Yüz çeşit kumarı şans kapısı diye teşvik ediyorsa...

1- Bu durumda insanlar, ya dinine bağlı kalacak, ama düzenle zıtlaşacak ve devlet imkânlarından mahrum bırakılacaktır.

2- Veya düzenin, inancına aykırı fırsatlarına kapılacak ve böylece vicdanı-imanı yozlaşacaktır.

3- Ya da; insanlar hem Dinini hem Düzeni idare etmeye kalkışacak ve münafıklık artacaktır.

Evet, Din ile Düzenin zıtlaşması, toplumu yozlaştıracaktır!

Çünkü bir toplumun: Diniyle Düzeni, ahlaki prensipleriyle siyasi projeleri, Camide dinledikleriyle mektepte öğrendikleri eğer birbirini tutmuyor, zıtlaşıp farklılaşıyorsa; bu durumda ya Düzene uyup dinlerini yozlaştıracaklar veya Dinlerine uyup Düzenle çatışacaklar, her iki halde de huzursuz olacaklardır. Tekrar vurgulayalım ki; bu durumda insanlar, a) Ya dinlerinin bir takım emir ve hükümlerini bırakacaklar, b) Ya düzene başkaldırıp isyancı konumunda olacaklar, c) Veya genellikle hem Dinlerini hem de Düzenlerini idare edip yani “hem Dindar, hem Düzenbaz” geçinip münafıklaşacak; sonunda fikren Müslüman fiilen Hıristiyan gibi yaşamaya mecbur kalacaklardır.

Allah aşkına; dinsiz, Darwinist, Leninist ve anarşist PKK’nın sivil ayağı olan HDP içinde ve hizmetinde nasıl Müslüman kalınacaktı? Din ve devlet tahribatçısı ve maneviyat istismarcısı bir AKP zihniyetiyle İslam nasıl bağdaşacaktı? Oğuzhan’ın tertip ve talimatıyla, Muhittin Yıldırım’ın; Ayet ve Hadisleri keyfince yorumlayarak, Erbakan Hocamızın sözlerini ve tavsiyelerini çarpıtarak; “Herkes kendi partisinde İslam’ı yaşasın ve anlatsın. Ve bütün partilerdeki Müslümanlar ittifak yapsın…” şeklindeki fikren yanlış, fiilen imkânsız olan yaklaşımlarıyla, aslında Saadet Partisi’ni Milli Görüş esaslarından ve amaçlarından saptırmaya çalıştıkları açıktır. Öyle ise SP’ye ne ihtiyaç vardır, başka partilerden ne farkı kalmıştır? Bunlar SP’yi bir tarikata veya cemaate çevirme çabasıdır, elbette kerametli şeyhleri de Oğuzhan Asiltürk olacaktır… Bütün bu kasıtlı yorum ve yamukluklar, Siyonist merkezlerin: “Erbakan artık öldü ve toprağa gömüldü… Ama bu yetmez, Onun üzerine beton dökmemiz lazımdır!..” planlarını, adım adım ve içimizdeki adamlarıyla uygulama hazırlıkları olmasındı!?

Elbette, partisi, kökeni, tarikatı, cemaati ne olursa olsun, bütün Müslümanları kardeş bilmek lazımdır. Ancak, onları batıl ve bozuk saplantılardan, yanlış ve zararlı taraf ve tavırlardan kurtarıp, Hakka ve hayra çağırmak da farzdır.

Başka partilerle seçim ittifakları ve koalisyon ortaklıkları ise, ancak Milli Görüş çatısı, esasları ve amaçları doğrultusunda olursa yapılmalıdır. Erbakan Hocamızın uygulamaları tamamen bu kapsamdadır. Yoksa, “%3 oy oranına ulaşmış sayılalım, böylece Hazine yardımını alıp kırışalım…” veya; “Dış güçler hesabına, Devletin planlarını bozalım…” gibi girişimler batıldır, fırsatçılıktır, şahsi çıkar amaçlıdır ve inşaallah tutmayacaktır.

SP yeni hıyanetlere alet mi olacaktır?

Adelina Sfishta; 1987 Kosova-Podujeva doğumlu genç bir bayandı. Kosova savaşını militan bir kız olarak yaşamıştı. Radyo, televizyon eğitimi almış, 2009’da Balkan TV’de çalışmaya başlamıştı. Haber programları yapmakta, ayrıca OCAKmedya'da yorumlar yazmaktaydı. Balkan ülkeleri ve Türkiye eksenli araştırmalara yoğunlaşmıştı.

İşte bu Adeline Sfishta’nın “OCAKmedya”da “Saadet Partisi: Kök hücre harekete geçebilecek mi?” başlıklı bir yazısı yayınlanmıştı!

“Kök hücreler yüksek çoğalım potansiyeline sahip çok kritik hücrelerdir. Değişmeden yüksek çoğalımı gerçekleştirebilirler ya da değişime uğrayarak yüksek çoğalımı gerçekleştirebilirler. Değişmeden çoğalan “kök hücreler” mevcut yapının korunmasını ve güçlenmesini sağlarlar. Değişerek çoğalan “kök hücreler” ise farklı yapıların oluşmasına neden olabilirler. “Kök Hücreler” iki önemli rol oynayabilirler: 1- Self-Renewal rolü: kendini yenileyebilme yeteneği. 2- Differrentiation rolü: değişime uğrayabilme yeteneği. Kök hücreler; sürekli çoğalabilir ve belirli bir kullanılabilir hücre havuzu oluştururlar. Doğru sinyali aldıklarında çeşitli hücre tipine dönüşebilirler veya çoğalabilirler. Kök hücrenin fonksiyon görebilmesi için bu “iletişimin” açık olması gerekir. Doğru sinyal “kök hücre” havuzuna ulaşabilmelidir. Sanırım “kök hücre”lerin önemini ve fonksiyonlarını anlatabildim. Elbette mesele ihtisas sahiplerine ait. Ben Saadet Partisi’nin Türk siyasetindeki “Kök Hücre” rolünü anlatabilmek için böyle bir giriş yaptım.

Erbakan döneminde “Milli Görüş” olarak adlandırıldı bu anlayış ve daha net bir vaziyete sokuldu. Milletin cevherine inanan “Milli Görüşçüler”; “taklit”i reddediyor, “orijinal bir medeniyet sevdası”nın ardına düşüyorlardı. Tıpkı “ecdadın yapabildiği gibi”, kendilerine güveniyorlardı. Milli Görüş, öncelikle kendi bilimsel potansiyelini oluşturma ve buna dayanarak Milli Sanayisini kurma iddiasındaydı. Ayrıca, diğer medeniyetlerin kendi içlerinde oluşturdukları “beraberliklerin” Milli Görüş değerlerine sahip ülkeler arasında da kurulabileceğini, hatta kurulması gerektiğini düşünüyorlardı. (Batıl ve Batılı) bir medeniyeti taklit eden, kopya olan sistem, elbette Milli Görüş’ten rahatsız oldu ve ona tuzaklarını kurmaya başladı. Uzatmayalım. Asker kullanıldı veya asker görevini icra etti ve “Milli Görüş” liderliği ve kadroları ülkeyi yönetmeye “layık görülmedi”, kısa süreli “kaptanlık” (Erbakan iktidarı) askerin müdahalesi ile sona erdirildi.

İşte bu noktada “kök hücre” başkalaşarak yeni bir “hücre” oluşturdu. Yeni hücre “Milli Görüş gömleğini çıkarttık, kökümüzle alakamız yok” diyordu. Milli değerler, orijinal medeniyet, Milli Sanayi, filan da pek umursanmıyordu. Diğer medeniyete mensup olanlar bu yeni hücreden pek memnundu. Acemilikleri, derinliği ve tuzakları görmelerini engelliyor, ışıltılı imkânlar ayaklarının altındaki uçurumları fark edememelerine neden oluyordu. Aslında bu doğumda pek de gayretleri bulunmuyordu. Azıcık asker filan kullanılıyor, biraz algı yönetimi yapılıyordu. Yani gömleği çıkaranlar fazla zahmet çekmiyordu… Milli Görüş kök hücresini, çatır çatır parçalayan bu yeni yetme hücrenin, (AKP’nin) havasından geçilmiyordu. Bu yeni yetmeler, yaşlı Erbakan Hoca’yı pek “küçük” gördüklerini de saklamıyordu. Hoca’nın, hataları ile, “gemiyi karaya oturttuğu” söyleniyordu.

(SP’de kalan) “Kök Hücre” kendini çok mahzun hissetmeye başlamış ve 20 yıllık bir “hicran dönemi” yaşamıştı. Yeni hücrenin saçtığı ışık nedeniyle “kök hücre” pek bir silik görülüyordu.

Yeni hücrenin (AKP’nin) vücut üzerindeki deformasyonu; milleti diğer medeniyetlerin bağımlılığından kurtarmayı bırakın, milleti daha da bağımlı kılmış, milletin gözünün ferini söndürmüş, medeniyetlerin temelini oluşturan “ahlakı” yerlerde sürünür vaziyete taşımış, medeniyet meydana getirebilmede en büyük değer olan onur-şahsiyet yıpratılmış, motoru olmayan tank-yabancı patent demo araba-kâğıt üzerinde yerli, bilimsel tabana sahip olunmadığı için komple yabancı, sözüm ona yerli üretimler-ithal tarım ve ziraat-ithal hayvancılık gibi tepeden tırnağa dışa bağımlı bir “al-sat” sektörü oluşturmuşlardı.

Bu yeni hücre (AKP), çoğalmış, çoğalmış ve bütün toplumu sarmıştı. Bunlar zahmetsiz “rahmet” bekliyordu. “Ağır sanayi” filan boş sözlerdi onlara göre. Havadan para kazanmak, jeep-villa-birkaç hanım almak, servetler yığmak, yarışın en önemli gerekçeleri sayılıyordu. Rüşvet, yolsuzluk, beytülmalı talan gırla gidiyordu. Yurt dışında numune olması gereken bu yeni hücrelerden bazıları artık harama uçkur çözüyordu. Evet bu yeni hücreler çok kazanıyorlardı, ama sardıkları toplum çürümekte ve Allah’ın en son dini gözlerden ırak bir hurda deposuna atılmaktaydı. Yeni hücrenin bozulmuş değer yargıları, artık toplum için İslam’ın ne denli çiğnenebilir, aşındırılabilir, Allah’tan korkulmayabilinir v.b. davranış biçimlerini oluşturmaktaydı. Bu acemi (ve hain) hücre; hem kendini hem de sahip olduğunu iddia ettiği değerlerini ve de milletin değerlerini yerle yeksan etmeyi başarmıştı.

Gelelim esasa; sözümün özü şudur: Milli hareketin (SP’nin) “kök hücresi” halâ sağ ve salim yerinde durmaktadır. Milyonlarca eziyet çekilerek bu “kök hücre”nin muhafaza edilmesi başarılmıştır. “Bu ‘Kök Hücre’ (SP’nin kurmay ekibi) yeni dava adamları yetiştirmek zorundadır. Aksi halde “topyekün” kaybedilmiş olacaktır. Kök hücre başarır, bu yeteneği vardır. Ve esasen kök hücreler “zor zamanların” aktörleri sayılır. İhtiyaç hayati derecede artmıştır ve işin şakası kalmamıştır. Milletimiz bütün coğrafyalarda “fakru zaruret” içinde kıvranmaktadır. Tefrika her tarafı sarmıştır. Evet size söylüyorum “Kök Hücre” Saadet Partisi (Kurmayları!). Olanlara rağmen kırgın olmadığınızı biliyorum. Millet için açın bağrınızı, herkesi kucaklayın, davaya, gerçek dava adamı gibi sahip çıkın. Kendinizi feda etmesini bilin ve başarın. Çünkü kök hücreler “uygun iletişimle” süratle çoğalabilirler ve değişime uğramış hücrelerin yerini kısa sürede alabilirler. Söz konusu milletin onuru ve istikbali ise, gerisi teferruattır.”[1] diyen Kosovalı Adelina Sfishta bu bilgilere nasıl ulaşmıştı?

Türk siyasetiyle ve AKP serüveniyle ilgili böylesine derinlikli bir yazıyı Kosovalı 30 yaşında bir kızcağızın yazamayacağını ve hele Milli Görüş hareketine çöreklenen özel ekibi “kök hücre” diye vasıflandırmasının mümkün olamayacağını anlamak kolaydı. Bu yazıyı; Saadet Partisini ve yönetimindeki marazlı ve maksatlı ekibi (kök hücreyi) yakından tanıyan, Erbakan’ı devre dışı bırakmak için her tertibe başvuran şeytani odaklarla irtibatlı bulunan ve dahi kendileri de Balkanlardan (Kosova ve Bosna) kökenli olan birilerinin hazırlayıp, Adelina Sfishta adına yayınladıkları sırıtmaktaydı. Bu kanaatimizi arkadaşlarımızla da paylaşmış ve tahmin ettiğimiz şahsın ismini de hatırlatmıştık. Aradan bir aydan biraz fazla bir zaman sonra Fehmi Koru’nun “Saadet Partisi Küllerinden doğuyor (mu)?” yazısı çıkınca, mesele netlik kazanmış, asıl amaçları da anlaşılmaya başlanmıştı. Bu plana göre: Sn. Abdullah Gül, SP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak, yeni bir umut kahramanı diye öne çıkarılacak, Milli Görüş’ün hazır teşkilatları ve elemanları da alt yapı olarak kullanılacaktı. AKP’den küskünlerin ve diğer partilerden muhaliflerin de bu yeni oluşuma katılımları sağlanacak, böylece Abdullah Gül etrafında, görünüşte Milli Görüş tabanlı, gerçekte Siyonist planlı yeni bir hareket canlandırılacaktı. Yani daha önce Recep T. Erdoğan’ı ayartıp parlatan odaklar; Ondan yeterince yararlanıp iyice yıpratınca ve devlet onu güdümüne alınca, şimdi Abdullah Gül’ü piyasaya çıkarmaya, Oğuzhan Asiltürk ekibinin güdümündeki SP’yi de bu sinsi ve Siyonist amaçları için kullanmaya hazırlanmaktaydı. Oysa bu Abdullah Gül, ötekinden en az üç gömlek daha düşük sırada ve kıratta bir insandı. Karar Gazetesinden Etyen Mahçupyan 06.03.2018 tarihli “Nereden çıktı bu Karamollaoğlu?” yazısında: “Çünkü Saadet Partisi de zaman içinde törpülendi, öğrendi ve değişti…” diyerek Milli Görüş’ün başına çöreklenenlerin söylem ve eylemlerini yumuşatıp Partiyi Siyonizm’in istediği kıvama getirdiklerini imaya çalışmaktaydı. Ama onun bilmediği, Fehmi Koru’nun “Liderlik” dediği Oğuzhan Asiltürk ve özel ekibinin, ta başından beri zaten bu maksatla Milli Görüş’e sokulduklarıydı!

Bundan 1 ay 1 hafta sonra, Fehmi Koru’nun “Saadet Partisi Küllerinden Doğuyor (mu), Hem de Fazla Gürültü Çıkarmadan…” yazısı yayınlanınca her şey açığa çıkmıştı!..

“Siyaseti kuramsal ve uygulamalı olarak yakından izleyen bilim insanı bir dostumla, yine dün, uzun boylu görüşme imkânım oldu. Daha ağzını açar açmaz Saadet Partisi’nin görüntüsüyle ilgili şu tespitini benimle paylaştı: “Temel Karamollaoğlu liderliğindeki Saadet, 2000’li yıllara gidilirken Fazilet Partisi içerisindeki ‘Yenilikçi Hareket’ görüntüsünü veriyor. Böyle devam ederse, bunun, siyasetin denklemini değiştirecek etkileri olabilir…”

Görüşlerini almak için kendisiyle görüşen bir yabancı bilim adamı da Seçimlerde Saadet Partisi’nin performansı etkili olabilir” buyurmuşlardı. ‘OCAKmedya’ sitemize Kosova’dan katkıda bulunan Adelina Sfishta da, Saadet Partisi için ‘kök hücre’ deyimi eşliğinde benzer bir tespitte bulunmuşlardı. Temel Karamollaoğlu’nun İstanbul’da düzenlediği ve benim de katıldığım basınla buluşma toplantısında, hemen her medya kurumundan gazeteciler vardı. AKP’nin başını çektiği ‘Cumhur İttifakı’ içerisinde en fazla Saadet Partisi’ni görmek istedikleri anlaşılmaktaydı. Eminim, Saadet Partisi içerisinde de, Meclis’te temsil edilebilmek için, daha geniş bir çatı altında yer almak isteyenler ve onların baskıları vardır.

“Parti liderliği ise, (yani Oğuzhan Asiltürk!?… Bakın hele Fehmi Koru da Oğuzhan Beyi lider sanıyor!?) seçimlere tek başına katılmayı tercih edeceğe benziyor. Dün yazdım, ittifaklara yarayacak bir yasal düzenleme yapılıyor, ancak yarar getirmesi beklendiği halde zarara da yol açabilir ittifaklar… Özellikle de ateşle barutu bir araya getiren yanlış kurulmuş ittifaklar… ‘Cumhur İttifakı’nı bir tarafa bırakarak geride kalan partilerin –CHP, HDP ve Saadet’in– ittifaka gitmesinin doğurabileceği sorunlar üzerinde bir saniyeliğine duralım: Getireceğinden fazla götürme ihtimali var öyle bir ittifakın… Çatı oluşturdukları için sonuçta kazançlı görülseler bile, çatıyla amaçlanan geometrik sıçrama gerçekleşmeyebilir. Böyle bir ortamın en fazla yarayacağı parti olabilir Saadet…  Kendisine yakın medyada da düzelmeler var. Herhalde dikkat çekiyordur, Milli Gazete ile TV5 kanalı Temel Karamollaoğlu’nun temsil ettiği çizgiye uygun kaliteli bir yayın çabasına girmiştir. Kendim bile bazen unutuyorum, ama benim yayın yönetmeni olarak tanındığım ilk yayın organı Milli Gazete’dir. Rahmetli Necmettin Erbakan’ın (Bu aslı ve astarı karışıkların ortak bir özelliği de Erbakan’a “Hocam” diyememeleridir.) “Haydi başına geç” demesiyle üstlenmiştim görevi, biraz tereddüt etsem de… O güne kadar da kendi adım yanında mahlasla da Milli Gazete’de (Fehmi Muzafferoğlu) ve aynı gruptaki Yeni Devir’de (A. Akıncı) yazmaktaydım zaten. (Ve tabii, hem tiraj hem de kalite olarak Milli Gazete’yi devraldığın günden, çok daha geriye götürüp teslim etmiştin. A.A.)

Gördüğüm kadarıyla, Saadet, gelecek Cumhurbaşkanını belirleyen parti olma amacını önemsiyor. O amaç için gösterilen çabalar, yalnız veya ittifak halinde gireceği ilk genel seçimde Meclis’te temsil edilmenin de yolunu açabilir mi? Temel Bey mühendistir, o hesabı da yapıyordur”[2] diyen Fehmi Koru, ağzındaki baklayı çıkarmıştı.

Abdullah Gül'ün medya ekibi televizyon kanalı mı kurmaktaydı?

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün medya ekibinin yeni bir televizyon kanalı kurmak için çalışmalar yaptığı ileri sürülmekteydi. KHK'larla ilgili çıkışından sonra AKP'nin ve Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'ın tepkisini çeken 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, AKP içindeki muhaliflere yakınlığıyla bilinen bir gazeteyi yaklaşık bir ay önce ziyaret etmişti. Gazeteyi yakından takip ettiğini ifade eden Abdullah Gül, başarılar dilemişti. Medyaradar’ın haberine göre; Abdullah Gül'ün bu ziyaretinde Gül'e yakınlığıyla bilinen medya ekibi yeni bir televizyon kurmaya karar vermişti. Hatta, Gül'ün ekibinin yeni bir televizyon kurmak için çalışmalarını başlattığı da söylenmekteydi. Yayın ve stüdyolar için görüşmeler yapan Gül'ün ekibinin yeni televizyonunun yakın zamanda açıklanacağını belirtmişti.

Ahmet Hakan’ın yazdıkları da, bu kanaatimize kuvvet katmaktaydı:

Cumhurbaşkanı Erdoğan istiyor ki:

- Bütün milliyetçiler, muhafazakârlar, mukaddesatçılar aynı cepheye katılsın… Büyük küçük falan demeden... Hepsi aynı çatı altında toplansın… Ve başkanlık seçimi “milliciler” ile “millici olmayanlar” arasında yaşansın… Bu nedenle de; MHP’nin yanı sıra BBP ve Saadet Partisi ile de ittifak yapmak istiyor. Bu amaçla, Saadet Lideri Temel Karamollaoğlu ile bir görüşme de yaptı… Fakat gelin görün ki Saadet Partisi, bu ittifaka bir türlü yanaşmıyor, yanaşmaya da niyetli görünmüyor. O kadar ki Saadet Lideri Temel Karamollaoğlu, Erdoğan’la görüşmesinin ardından bırakın azıcık da olsa yumuşamayı, iktidara yönelik eleştirilerini daha da sertleştirmiş durumda. “Abdullah Gül Saadet Partisi’nin adayı olabilir, bunu yazın bir kenara” falan diyorum ya... Bunu biraz da işte bu tabloya bakarak söylüyorum.”[3] Bu ifadeler de, Fehmi Koru’yla Ahmet Hakan’ın aynı mutfaktan beslenip doldurulduklarının bir kanıtıydı.

Daha sonra Ahmet Hakan’ın:

“Bir zamanlar Erbakan Hoca’nın Milli Selamet Partisi, ‘anahtar parti’ işlevi görürdü, MSP’siz koalisyon kurulamazdı. Aradan yıllar geçti. Ve Erbakan Hoca’nın mirasçısı olan Saadet Partisi, bir anlamda yine anahtar parti konumuna taşındı. AKP ve MHP bloku Saadet’i istiyor... Çünkü dışarıda muhafazakâr parti bırakmak istemiyorlar. Muhalefet bloku Saadet’i istiyor... Çünkü yanlarında Saadet gibi bir muhafazakâr partinin olmasının çok önemli olduğuna inanıyorlar. Ve bu durum Saadet Partisi’ni oy oranının ve kapsama alanının çok ama çok ötesinde önemli hâle getiriyor.” (2 Mart 2018 Hürriyet) itirafları ve yine Fehmi Koru’nun:

“Abdullah Gül AKP’nin kurucu kadrosundan; partisi seçimi kazanınca önce Başbakan olarak hükümeti o kurdu, sonra Dışişleri Bakanlığını üstlendi; siyasi hayattaki son yedi yılı boyunca da Cumhurbaşkanlığı makamı TBMM’deki AKP çoğunluğu tarafından ona tevdi edilmişti. Yeniden adının Cumhurbaşkanı adayı olarak geçmesi bu bakımdan aslında şaşırtıcı sayılmamalı… Şaşırtıcı olan, Gül’ün adını bir CHP milletvekilinin, hem de gerekirse parti grubundan 20 milletvekilinin onu aday gösterecek imzayı vereceğini de söyleyerek telaffuz edilmesiydi. Değiştirilen anayasaya göre, Cumhurbaşkanlığına en az 20 milletvekili veya 100 binden fazla halk imzası gerekiyor… CHP Milletvekili herhalde partisinin yetkili kişilerinin de bilgisi dahilinde o açıklamayı yapmıştır. Oysa, CHP, 2007 yılında Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığına şiddetle karşı çıkmış, e-muhtıra günlerinde bu gelişmeyi durdurmak için kendisine başvurulmasını bekleyen Anayasa Mahkemesi’nden o meşhur 367 kararını çıkartmış, AKP’ye sonradan ‘cumhur-başkanlık sistemi’ yolunda kapıyı aralayan Cumhurbaşkanını halka seçtirme amaçlı referanduma gitme zorunluluğunu dayatmıştı.” (Fehmi Koru 2 Mart 2018) Hatırlatmaları, Saadet Partisi ve Oğuzhan Asiltürk ekibi üzerinden yeni ve kirli bir tertibin tezgâhlandığını ortaya koymaktaydı.

Ve sonunda Abdüllatif Şener de:

“Abdullah Gül, Saadet Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayıdır. Bülent Arınç, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Atilla Koç, Cemil Çiçek ve Hüseyin Çelik de bu oluşumun içerisinde yer alacaktır.” açıklamasını yaparak yeni bir Siyonist tezgâhı deşifre etmiş olmaktaydı.

İlker Başbuğ arabuluculuğa mı soyunmuşlardı?

Gazeteci Nevzat Çiçek, katıldığı bir TV programında Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ'la ilgili çok konuşulacak iddialar ortaya atmışlardı. Çiçek, İyi Parti ve Saadet Partisi'nin ittifak yapması için İlker Başbuğ'un devrede olduğunu ve bu olayın Ankara'da duyulduktan sonra büyük tepkiye neden olduğunu açıklamıştı. Erdoğan ve Bahçeli'nin Afrin tepkisinin altında da bu yatmaktaymış! Hande Fırat'ın programına katılan Nevzat Çiçek, seçim ittifaklarının yoğun olarak konuşulduğu bu günlerde çarpıcı iddialarda bulunmuşlardı. İlker Başbuğ’un Adıyaman’da kanaat önderleriyle birtakım temaslarda bulunduğunu söyleyen Çiçek "Saadet Partisi'nin AKP'ye yanaşmaması durumunda, İyi Parti ile bir ittifak içerisine girebileceği ve İlker Başbuğ'un da bunun üzerine çalıştığı tahmin ediliyor." diyen Nevzat Çiçek: “Başbuğ'la ilgili çok farklı bir bilgiye ulaştım. Saadet Partisi'nin AKP'ye yanaşmaması durumunda İyi Parti'yle bir ittifak içine girilebileceği tahmin ediliyor. Başbuğ'un da bunun üzerinde çalıştığıyla ilgili bir emare ortaya çıkıyor.” açıklamasını yapmıştı.

Temel Karamollaoğlu'nun İlker Başbuğ'a destek çıkması nasıl okunmalıydı?

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sert sözlerle eleştirdiği ve 'cevabını alacak' dediği Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ'a sahip çıkmıştı. İlker Başbuğ'un Afrin operasyonunun siyasete malzeme edilmemesi gerektiği yönündeki açıklamalarına bir destek de Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'ndan gelmesi anlamlıydı.

Afrin operasyonuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Karamollaoğlu, "Şu anda bir askeri operasyon var. O operasyonu siyasiler yönetmiyor artık. Operasyonu asker yönetiyor. Bu konu, siyasi mesele yapılmamalı. Bu tip meseleler, millete aittir" diyerek Afrin operasyonunun siyasete konu edilmemesi gerektiğini vurgulamıştı. Karamollaoğlu, benzer açıklamaları yaptığı için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sert bir dille eleştirdiği eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a da sahip çıkmıştı. "Birtakım ifadelerin ele alınıp, hemen ağır bir şekilde eleştirilmesini doğru bulmuyoruz. Bir fikri gündeme getirenleri saf dışı bırakmak, çöpe atmak doğru olmaz. Yurt dışındaki bir operasyonu, sadece bir partinin konusuymuş gibi, o partiden başka kimse bu konu hakkında fikir beyan edemezmiş gibi bir havaya sokarsanız, milli birliğe zarar verir." diyerek İlker Başbuğu haklı çıkarmıştı. Temel Karamollaoğlu’nun AKP heyetinin ittifak talebine yanaşmaması da, Abdullah Gül’lü yeni oluşuma yorumlanmıştı.

Yoksa Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu: “Bu bölge için en tehlikeli tuzak Kürt ve Türk düşmanlığıdır!” diyerek TSK’nın Afrin operasyonuyla, Kürt-Türk düşmanlığını körüklediğini mi ima etmeye çalışmıştı? Ve zaten aynı Karamollaoğlu Van Kongresinde de “TSK Afrin’de katliam yapmamalıdır!.” tarzında talihsiz beyanlarda bulunmuş, sonra da gelen tepkiler üzerine “Yanlış anlaşıldım” tavrına sığınıp geri adım atmışlardı. TSK’yı Afrin’de sivilleri katletmekle suçlayan, ABD’li, AB’li ve İsrailli gâvurlarla aynı ağzı kullanmak ve aynı ithamlarda bulunmak, kişinin genleriyle ve gizli kimliği ile alakalı olmalıydı.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, Afrin'e yönelik devam eden Zeytin Dalı Harekâtı'na ilişkin “Asıl düşman, bu coğrafyayı kendi çıkarları için kan gölüne çeviren küresel emperyalist odaklardır. Bu bölge için en tehlikeli tuzak Kürt ve Türk düşmanlığıdır. İlginçtir ki ilk sınır ötesi operasyon 1950’de ABD’nin talebiyle katıldığımız Kore savaşıdır. Son operasyon ise Afrin harekâtıdır. En azından görünürde, ‘ABD’ye rağmen’ yapılmaktadır.” gibi muğlak (kapalı ve kafa karıştırıcı) beyanlarla acaba ne yapmaya, kimleri yıpratmaya ve kimlere yaranmaya çalışmaktaydı?

Saadet Partisi Diyarbakır İl Başkanı Fesih Bozan da: Türkiye’nin Afrin’e düzenlediği operasyonun “Kürtlere karşı yapıldığını” söyleyip “Türkiye’de yaşayan Kürt halkının zihninde olumsuz bir etkisi olacağını” vurgulamış, ama SP yetkililerinden hiçbir tepki ve tedbir alınmamıştı. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Barzani’ye yakın Rudaw’a konuşan Fesih Bozan, “Afrin olayı ister istemez orada olabilecek olan yeni göçlerin ve sivil ölümlerinin yanında, orada yaşayan Kürt halkının kalbinde ve zihninde bir kin ve düşmanlık oluşturacaktır. Türkiye’de yaşayan Kürt halkının zihninde de olumsuz bir etki bırakacaktır. Bu da uzun vadede Kürt ve Türk veya Arap halkının arasında kin ve düşmanlığa neden olacaktır. Bundan dolayı da bu tür olayların (askeri operasyonlarla değil) diplomatik ve sivil alanlarda ve barışçıl yollarla bunu yapmaları lazımdır.”[4] şeklinde küstahça hezeyanlarda bulunmasına rağmen, bunlar ilgililerce normal karşılanmıştı.

Yetmezmiş gibi, Milli Gazete’de bir köşe yazarı, hem de 3 sefer; “TSK ile PKK aynıdır. İkisi de seküler kafalı ve ırkçıdır. Afrin’de Müslüman Kürtlerle, Müslüman Türkler vuruşturulmaktadır. O nedenle bu kapışmada tarafsız kalınmalıdır…” demeye çalışılan yazılar yayınlamış ve kimseden tıs çıkmamıştı. Oysa Hz. Peygamberimiz 13-15 yaşlarında, Müşrik kabileler arasındaki FİCAR savaşlarına bizzat katılmış, atılan okları toplayarak amcalarına destek sağlamış, hatta Muhammed Hamidullah’ın tespitine göre, bir rakibi de yaralamıştı. Çünkü karşı taraf kazansa, çocuklarını, hanımlarını ve mallarını ganimet olarak alacaklardı. İnsanın namusunu ve onurunu koruması fıtri bir davranıştı, doğal ve doğru bir yaklaşımdı. Bu Milli Gazete yazarı, bu savaşı TSK’nın değil de PKK’nın kazanması durumunda, zalimlerin ve hainlerin bu millete neler yapacaklarını bilmiyor olamazlardı. Kaldı ki Mehmetçik EZAN, KUR’AN ve BAYRAK uğruna savaşmaktaydı.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul-zurna azdır!

Bu anlattıklarımız belki de SP’li kardeşlerimize son uyarılarımızdır. Çünkü Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin kirli niyet ve tıynetlerini, davamızı yozlaştırma faaliyetlerini defalarca ve açıkça yazdık. “… Böylece helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra (“bilmedim, ikaz edilmedim” gibi bir mazerete sığınma imkânı kalmadan) belaya ve cezaya uğrasın; (manevi olarak ve karakter bakımından) diri kalacak (dünya ve ahirette izzet ve saadete ulaşacak) kişi de, (yine apaçık bir delil ve bilgiyle hayatta kalıp huzura ulaşsın). Şüphesiz Allah, gerçekten İşitendir, Bilendir.” (Enfal: 42)

Böylece bütün Nebilere (ve Hakk dava elçilerine), insan ve cinn şeytanlarından düşmanlar kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldaşırlar. (Elçilerle yakın çevresindeki şeytani ekipler, sanki birbirlerine güveniyormuş tavrıyla sahte iltifatlar yağdırırlar.) Rabbin dileseydi (izin vermeseydi) bunu yapamazlardı. Öyleyse onları (Hakk davaya sızmış insan suretli Şeytanları) yalan olarak düzmekte olduklarıyla baş başa bırak. Ta ki ahirete inanmayanların (dini ve davayı bile dünyalarına araç yapanların) kalpleri ona (marazlı münafıklara) meyletsin de ondan (bu yaldızlı ve saptırıcı iddia ve iftiralardan) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını (suçlarını ve sorumluluklarını) yüklenedursunlar (diye Allah c.c. bu fırsatı onlara tanır).” (En’am 112-113) ayetleri üzerinde dikkatle durmalıdır.

Bizler Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin “Erbakan’ı kontrol altında tutmak ve Milli Görüş’ü içten yozlaştırmak..” amacıyla ve aksi halde Milli Nizam gibi MSP’yi de kapatacakları şantajıyla malum ve mel’un odaklar tarafından partiye sokulduklarını… Erbakan Hoca’mızın ise tarihi hedeflerini ve devrimlerine alt yapı hazırlamak ve kutlu projelerini uygulama fırsatı yakalamak için bu teklif ve tehdide razı olduklarını ve bu pazarlıktan da Erbakan Hoca’mızın ve davamızın %80, karşı tarafın ise %20 kârlı çıktıklarını ve sonuç olarak yine Hoca’mızın kazandığını tam kırk yıldır yazıp anlatmaktayız. Hatta bu konunun perde arkasını ve detaylarını belgeleriyle anlatan 700 sayfalık “Milli Görüş’ün Marazlıları” kitabımız da hazırdır ve inşallah yakında yayınlanacaktır.

Kendi etrafında kümelenen ve “davanın sadık kurmayları” bilinen bu ekibin karanlık tabiatını ve tahribatlarını açıkça anlattığımız halde, Aziz Erbakan Hoca’mız bir sefer olsun bizleri uyarmamıştır. Hatta “konferanslar sonrası ev sohbetlerinde” bu hususları anlatmamızı özellikle tavsiye buyurmuşlardır. Hoca’mızın hayatta oldukları süreçte, bu Oğuzhan Asiltürk ekibine defalarca: “Sizlerin de hazır bulunduğu bir ortamda bizleri Hoca’mızın huzuruna çıkarın… Aziz Hoca’mız bize: “Bu arkadaşlarım mü’min ve müstakim dava kurmaylarımızdır. Sizin bunlarla ilgili itham ve iddialarınız asılsızdır, suizandır ve derhal özür dileyip terk etmeniz lazımdır!” buyururlarsa, derhal bu tavrımızdan vazgeçmeye ve elinizi öpmeye hazırız” dediğimiz… Ve aslında bu teklife herkesten ziyade kendilerinin sevinmesi ve yerine getirmesi gerektiği halde, buna razı olmamış ve bizi Hoca’mızın huzuruna çıkaramamışlardı. Herhalde, Erbakan Hoca’mızın nasıl bir tavır takınacağının farkındalardı!?

Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin kışkırtmaları ve karalama kampanyalarıyla bize buğz eden SP’li kardeşlerimize sormak lazımdı:

Herhangi bir insan, farklı ve batıl cephelerden bir yazar-bir profesör dinimize, Kur’an-ı Kerim’e, Peygamberimizin sünnetine, şeriatine, Milli Görüş hareketine karşı, hatta düşman olsa!... Fakat bir TV programında veya köşe yazısında: “Erbakan haklıymış, kıymetini bilmedik” gibi bir cümle kullansa, bundan memnun kalıyoruz, o insanı övüyor ve saygı gösteriyoruz. Ama Ahmet Akgül Hoca Rabbimiz Teâlâ’yı, Resulûllah’ı, Hak Dava’mızı ve Erbakan Hoca’mızı ve bütün sadık Milli Görüş camiamızı samimiyetle seviyor, sahip çıkıyor ve 40 yıldır beş vakit namazda dua ediyor… Bu uğurda pek çok tehlikeleri göze alıyor… Fakat sadece Oğuzhan ve ekibinin davamıza zarar veren gizli tahribatlarını tenkit edip karşı çıkıyor diye, bu insana buğz ve düşmanlık etmek, hangi iman ve vicdan terazisine sığardı? İyilere kötülük ne denli yanlış ve haksız ise, kötülere iyilik de o denli yanlıştır ve haksızlıktır, hatta daha beter ve aşağı bir tavırdır. Çünkü zalimlere ve hainlere fırsat tanımak, mazlumlara ve safdillere zulmetmekle aynıdır.

Duyarlı Bir Çağrı!

SP Manisa Eski İl Başkanı değerli ve duyarlı kardeşimiz veteriner İbrahim Mayda, arkadaşı olan yeğenim Harun Akgül’ü telefonla arayarak: “Fatih Erbakan’ın tekrar partiye dönmesini arzuladıklarını, ancak Oğuzhan Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu’nun olmaz şartlar dayatarak dolaylı engel çıkardıklarını, kendilerinin Fatih Erbakan’ın ayrı parti kurmasına ve Milli Görüş camiasının parçalanmasına vicdanen razı olmadıklarını ve bu konularda bizim (Ahmet Akgül) hangi tavsiyelerde bulunacağımızı, ayrıca SP Genel İdare Kurulu Üyesi Bayram Sakartepe’nin de bu çabalarına destek çıktığını” aktarmışlardı. Biz de kendilerine:

1- Parti ile Vakfın yeniden kaynaşıp kucaklaşmasının tarihi ve talihli bir adım sayılacağını…

2- Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin bu işe engel olmaması için; İl, İlçe ve Genel Merkez yetkililerine baskı yapılmasını…

3- Vakıftaki görevlilerin de Fatih Bey’e, ayrı parti kurmaya kalkışmasının günahını ve acı sonuçlarını mutlaka hatırlatmalarını…

4- En önemlisi de, SP’nin Abdullah Gül gibi, ayarı ve amacı denenmiş, davamıza hıyaneti ve dış odaklarla münasebeti kesinleşmiş birisini Cumhurbaşkanı adayı yapmasının, Milli Görüş’ü gerçek rayından çıkaracağı konusunun bütün mensuplarımıza en yüksek perdeden anlatılıp uyarmaları gereğini, yeğenimiz vasıtasıyla kendilerine ulaştırmıştık.

 



[1] 16 Ocak 2018

[2] Fehmikoru.com , 22-02-2018

[4] Bak: odatv.com / 11-02-2018

Yorum Yaz