Aralık 04 19:34

SARIGÜL SENARYOLARI VE YANDAŞ YAZARLARIN SAHTEKÂRLIĞI

SARIGÜL SENARYOLARI VE YANDAŞ YAZARLARIN SAHTEKÂRLIĞI

SARIGÜL SENARYOLARI VE YANDAŞ YAZARLARIN SAHTEKÂRLIĞI

İktidarla yaşanan dershane savaşları nedeniyle “AKP’yi desteklediklerinden dolayı pişmanlığını ve tövbekârlığını” ilan eden Fetullah Gülen Cemaati tarafından da oy verileceği konuşulan Mustafa Sarıgül, 2004 yılında Washington’a o zamanlar ABD Dışişlerinden ayrı olan Amerikan Haberler Merkezi USIA daveti ile gitmişti. ABD’nin yoğun gündemi içinde Şişli Belediye Başkanı haber olamayacağı için birçok Türk gazeteci kendisi ile ilgilenmemişti. O zamanlar Vatan gazetesinin başında bulunan Zafer Mutlu’nun talimatıyla kendisiyle görüşmek için Ritz Carlton oteline giden Savaş Süzal, Sarıgül’ü hiç beğenmemişti, ama onun söylediği bir şey ABD’ye gelme amacını deşifre etmişti: “Amerikalı yetkililer beni CHP Genel Başkanı olarak görmek istiyor”!?

Dikkatinizi çekerim, bunlar 2004 yılında söylenmişti. Genelde USIA tarafından düzenlenen böylesi geziler 3 hafta sürmesine rağmen bu kişinin gezisi kısa kesilmiş ve gezi iptal edilmişti. Sonradan duyduğumuza göre Sarıgül ile kendisine ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından tahsis edilen ve Türk olan bayan tercümana cinsel tacize yeltendiği ve bu nedenle gezinin öteki ayaklarının iptal edildiği şeklindeydi. Bu arada Sarıgül’e mali ve çevre bakımından destek sağlayan Erdoğan’a yakın bir iş adamının Amerika’da düzenlediği seks turları da meraklıların gündemindeydi. Ve yine hatırlatalım: Ermeniler ve ibadethanelerine yaptığı hizmetlerinden dolayı verilen Vatikan'ın 'en büyük liderlik' nişanını Sarıgül'e, Papa'yı temsilen Türkiye'ye gelen kardinal Kurt Koch tarafından takdim etmişti. İşte şimdi bu dürüst ve dindar CHP’li Mustafa Sarıgül İstanbul’un başına getirilmek istenmekteydi.

 KONDA'nın sahibi Tarhan Erdem ekranlara çıkıp: “Normalde İstanbul'u yine AKP alır. Ancak iyi bir aday ile CHP-BDP ittifakı kurulabilirse İstanbul seçimi kazanılır” demişti. Bu sözlerden birkaç gün sonra Taraf gazetesinde malum istifalar gündeme gelmiş, bir gün sonra da KONDA'nın genel müdürü Bekir Ağırdır Taraf yazarı oluvermişti. Aynı gün Taraf’ın manşetine Mustafa Sarıgül getirilmiş ve ‘8 bin kişiyle CHP’ye dönerim’ diye seslenmişti. Kemal Bey ise ‘memnun oluruz’ diyerek Sarıgül’e evet demişti.

“Yedek kulübesinde huysuzlanmadan oyuna gireceği anı bekleyen Sarıgül'ü 'en uygun zaman diliminde' CHP'nin başına getirmek isteyen 'Mister Simit'tir. Mustafa Sarıgül'ü ABD'de görücüye çıkarmıştı, Rahmi Bey… Sarıgül, Harvard Üniversitesi'nde 'Kültürlerarası Diyalog, Ortadoğu Barışı ve Yerel Yönetimler' başlıklı bir konferans vermişti! 1980-1995 yılları arasında Harvard Üniversitesi İş İdaresi Fakültesi'nin dekanı olan John H. Mc Arthur 1999'tan itibaren Koç Holding yönetim kurulu üyesi; Harvard'tan Prof. Walter Gilbert da Koç Üniversitesi danışma kurulu üyesidir. 'Mister Simit' Mustafa Sarıgül'le New York'ta bir öğle yemeğinde de bir araya gelmişti. İstanbul'da o cadde benim şu mekân senin takıldıkları yetmemişti. Yeri gelmişken, Sarıgül'ün Haziran 2004'teki ABD ziyaretini de hatırlatmak gerekirdi. Orada 'lider gibi' karşılandığından bahsetmişti, Mustafa Bey; hatta 'Amerikalı yetkililer beni genel başkan olarak görmek istediklerini hissettirdiler' bile demişti. Fazla geçmeden kurultayda Deniz Baykal'ın karşısına dikilmişti, ancak kaybetmişti.” diyen Yeni Şafak yazarı Tamer Korkmaz’a sormak lazımdı: Sn. Recep T. Erdoğan'ın da aynı merkezlerce parlatılıp-pohpohlanıp iktidara taşındığını, gerçekten bilmiyor musunuz, yoksa gizlemeye mi çalışıyorsunuz?

Sarıgül'ün dürüstlük belgesi!

Yıl 1987… Sarıgül’ün, SHP’den milletvekili seçildiği süreci kendisi şöyle anlatıyordu:

 “Milletvekili olmak için ikna olmuştum olmasına da, bir mesele vardı. Aday olmadan önce Petrol-İş Sendikası Genel Sekreteri Özkal Yici’yi destekliyordum. Onun kazanması için elimden geleni yapıyordum. Ev ev dolaşıyor, onun için oy istiyorduk. Hiç unutmuyorum, Bayram Baba’yla karar verdikten sonra, biraz utana sıkıla, Özkal beye dedim ki, “Vallahi beyefendi kusura bakmayın. Ben de aday olacağım, siz de aday olacaksınız. Bundan sonra centilmence yarışacağız.” Sonuçta ön seçim bitti, ben birinci oldum, az bir farkla Mehmet Ali Eren ikinci oldu, Sonradan Star Gazetesi’nin sahibi olan (şimdilerde Akşam Gazetesi, Show TV grubunu satın alan. a.ö.) ve AK Parti’yi destekleyen Ethem Sancak ise sanırım beşinci…”[1] 

Ön seçimde birinci gelen Mustafa Sarıgül, 1987 seçimlerinde TBMM’nin en genç ismi olarak, 30 yaşında parlamentoya girmişti. O mücadele sırasında Sarıgül’e kol kanat geren, sabahlara kadar uykusuz kalarak destek veren, siyasi mücadelesini omuzlayan o isimler şimdi AKP’deydi.

 “Uçan tabut” olarak nitelendirilen ve üç ayrı kazada 38 askeri personelin hayatını kaybetmesine yol açan CASA uçaklarının alımında Mustafa Sarıgül’ün SHP milletvekili iken Meclis’te oynadığı rolden nedense hiç bahsedilmemişti!? Oysa Sarıgül’ün, İspanyol uçak firması için lobi çalışması yaptığı, bu uğurda sahte imza olayına bile karıştığı uzun yıllar gündemi meşgul etmişti. “Uçan Tabut” dosyasının özeti şöyleydi;

Dönemin SHP milletvekili Tevfik Koçak, TBMM Başkanlığı’na 30 Ekim 1989 günü CASA uçaklarının alımıyla ilgili bir soru önergesi vermişti. Ancak Koçak’ın önergesi 2 gün sonra, 1 Kasım günü sahte imzayla geri çekilmişti. Bunu yapanın, o günlerde CASA komisyoncusu olarak öne sürülen Zeynel Abidin Erdem’in yakın arkadaşı olan SHP milletvekili Mustafa Sarıgül olduğu iddia edilmişti.

Tevfik Koçak yıllar sonra, 22 Mayıs 2001 tarihinde şunları söylemişti.

“Dönemin Milli Savunma Bakanı Sefa Giray kuliste yanıma geldi, CASA uçaklarını askerlerin istediğini söyledi ve önergeyi geri çekmemi talep etti. Ayrıca Turgut Özal, ANAP milletvekili Mehmet Kahraman’la haber gönderip bu konuyu benimle görüşmek istedi. Fakat denk gelmedi ve görüşemedik. Bunlar olurken, ben önergemin sahte imzayla geri çekildiğini bilmiyordum. Bunu 3 ay sonra öğrendim ve Meclis Başkanı Kaya Erdem’e gidip durumu izah ettim. Bürokratlarını çağırıp araştırdı ve bana “Meclis’in itibarı var, bu işin üzerine gitme. Ben gerekeni yaparım” dedi. Ama hiçbir şey yapılmadı. Ben önergeyi vermiştim. Hemen ardından Mustafa Sarıgül beni Hilton’da kahvaltıya çağırdı. Orada beni CASA uçaklarının komisyoncusu olduğunu öğrendiğim Zeynel Abidin Erdem’le tanıştırdı. Buluşmanın maksadı, soru önergesiymiş. İddialarımın rakip firmanın uydurması olduğunu söylediler ve lütfen işleme koymayın diye önergemi çekmemi istediler. Tabii ki yapmadım. Fakat sonra önergenin sahte imzayla çekildiğini öğrenince, biz SHP olarak Mustafa Sarıgül’den kuşkulandık. Sarıgül inkâr etmedi.”[2]

CHP, Mustafa Kemal’in mi, ABD’nin mi partisiydi?

Evet, CHP, Mustafa Bey'in ayağına giderek "Partiyi size getirdik!" demişti. Ve tabi CHP kendi hür iradesiyle Mustafa Bey'in ayağına gitmemiş, partiyi kucaklayan GÜCÜN isteğiyle bu gerçekleşmişti! Mustafa Bey, CHP'yi kendine kattıktan sonra aynı gün kutlamayı BOĞAZ kenarında ünlü bir balık lokantasında yapıvermişti. Sarıgül'ün yanında CHP'nin Amerika'daki Musevi Lobisiyle ilişkisini yürüten Faruk Loğoğlu görülmekteydi. Hatırlarsınız Loğoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu'nun ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone'ye "Amerika'da muhatap bulamadık!" diye dert yanmasına tepki göstermişti! İşte Sarıgül ve Loğoğlu o gece çok önemli bir Amerikalıyla beraberdi. O isim CFR'nin (Council on Foreign Relations) Ortadoğu masası şefiydi! Richard Murphy dünyanın en etkili kuruluşunda 2092 kayıt numarasıyla bulunan eski bir diplomattı! Harvard’ı bitirmiş, Cambridge'de doktorasını tamamlamıştı. Baba Bush, Reagan, Clinton ve son olarak da oğul Bush'a Ortadoğu konusunda danışmanlık yapmıştı. Özellikle İsrail, Hamas ve PKK konusunda hazırladığı çok özel dosyalarla tanınmıştı. CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyon'la birlikte dünyanın gücünün toplandığı merkezdi! CFR'nin merkezi New York'tu! Harold Pratt House denilen yerde yani New York'un göbeğindeydi.

Sarıgül'ü o masaya gönderen bizim son Baron'du! Türkiye'de üç örgüte benim bildiğim tek üye olan bizim BARON, Bilderberg, Trilateral ve CFR üyesi olduğu için üç yıldızlı olarak anılırdı! Tabii Sarıgül'ün oraya gitmesi kadar karşıdaki insanın taşıdığı gücün önemi de çok önemliydi! CFR dediğimiz kurumun kurucularına baktığınızda işin boyutu ortaya çıkıyordu! Bank of America, Merrill Lynch, Chevron, Exxon, Goldman Sachs, Hess Corporition, JP Morgan Chase & Co, Nasdaq OMX Group... "Bu kadar mı?" diye sorduğunuz zaman da MUSEVİ dev şirketlerin arkada olduğunu görürsünüz! Coca Cola'dan Citi Bank'a, Standart Chartered Bank'tan Lazard ailesinin şirketlerine kadar geniş bir yelpaze sınırsız destek verir!

İşte bu devler Türkiye için sahaya bizim Baron'un hazırladığı Sarıgül'ü sürdü! Darbe olmayınca, cuntalar iş yapmayınca, Türkiye hızla Ortadoğu'yu ele geçirince bir isimde anlaşmak durumundaydılar! Öyle de oldu! Kemal Bey istemese de razı oldu! Bunu göstermek için de kahvaltı ısmarladı! Bu tabloya bakınca CHP'nin kimlerle yürüdüğünü anlamak çok daha kolay! CHP'nin karşı çıktığı ne kadar nokta varsa eksiksiz büyük Musevi sermayesi de onaylıyordu! Hem Türkiye'ye hem bölgeye bakışlarında inanılmaz benzerlik vardı! Evet CHP ve Sarıgül'ü yanına alan güçler şimdi açıktan gelmeye başladı! Amerika'da yaşayan ünlü bir TÜRK işadamı da her yerde "Ülkeyi bunlardan kurtarın!" diye feryat ediyor ve bu güçle Sarıgül'ü buluşturuyordu!

Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkeydi! Bu nedenle Sarıgül, 3 saat Murphy'le görüşüyordu! Konu Ortadoğu, haliyle Türkiye idi! Ve "Türkiye'yi Türklerden kurtarmak" da galiba toplantının ana konusuydu! Öyle ya! İsmini sıraladığım güçler hiç bizi bize bırakamadı! Şimdi CHP'ye gönülden bağlı olanların düşünmesi gerekmez mi! Partilerinin aslında dışarıdan yönetildiği akıllarına gelmez mi? "Deniz Bey'i götüren, Kemal Bey'i getiren güç şimdi de Sarıgül'ü mü sahneye çıkarıyor?" diye sormaz mı! Ben soranı görmedim! Herkes duyguyla, öfkeyle oturup kalkıyor! Ve asıl konuşulması gereken gerçeklerin üzeri örtülüyor! Bu da sadece bizim buralarda oluyor! Garip değil mi?  "Cumhuriyet'i böyle mi koruyacağız?" diye sormadan edemiyorum!”[3]

Sarıgül’ün Siyonist destekçileri

Vaktiyle Andre Benoit Mathieu Meyer adlı çok önemli bir işadamı vardı. Paris'te doğmuş bir Wall Street bankeriydi. David Rockefeller'ın yakın arkadaşıydı. JFK'in derin bir suikasta kurban gitmesinin hemen ardından ABD Başkanı olan Johnson, onun tavsiyelerine kulak verirdi. Andre Meyer, (1898- 1979) Paris'teki Hahamlar Kurulu'nun mali sorumluluğuna kadar yükselmiş bir isimdi! Wall Street'te el üstünde tutulurdu. Rockefeller Ailesi ile Fransız bankaları arasındaki bağlantıyı kurardı. Chase Manhattan Bank'ın önemli bir parçasını oluşturan Chase International'ın yönetim kurulundaydı. Ayrıca, 60 kadar çok uluslu şirketin yönetim kurulunda yer alıyordu. Derin ABD'nin baronu David Rockefeller ile Derin İtalya'nın baronu Gianni Agnelli'nin kişisel servetlerini yönetmişti.

Andre Meyer, İtalyan bankacı Michele Sindona ile Rockefeller arasındaki bağlantıyı da sağlıyordu. Sindona, Gladio'ya bağlı P2 Mason locasının önde gelen isimlerindendi. Michele Sindona'nın finans imparatorluğunun başı Amerika'da gövdesi ise İtalya'da idi... P2 Mason Locası'nın üstadı azamı Licio Gelli CIA'in İtalya'da en güvendiği isimler arasındaydı. Gelli'nin bir temsilcisi, 1980'in sonbaharında Livorno kentinde düzenlenen bir mason toplantısında loca üyelerinin güvenini tazelemek amacıyla... P2 üyelerinin isimlerinin Pentagon'da şifreli bir biçimde saklandığını söylemişti!  Bu bilgiye, bir hapishanede sağlık müdürü olan Matteo Lex adlı tanığın Bologna'daki soruşturma savcısına konuşmasıyla ulaşılmıştı.

P2 Mason Locası, Gelli'nin zirvede yer aldığı bir piramide benzetilmiştir. Bununla birlikte Gelli'nin de üzerinde 'ters döndürülmüş' bir piramit vardı. İşte 'ABD ve NATO'ya bağlı' İtalya'daki Gizli 'Üst Yapı' buydu! 'Üst Piramit'ten gelen emirler Gelli aracılığıyla alt piramittekilere iletiliyordu. Çekirdek kadroyu oluşturan İtalya'nın baronları, başlarındaki 'Amerikalı Yahudi' ile birlikte Derin İtalya'yı yönetiyorlardı. İtalya'daki baronların en önde geleni Gianni Agnelli (1921-2003) idi. Gladio için çalışan P2'nin otuz üçüncü dereceye yükselmiş masonlarından oluşan üst konseyi Monte Carlo Locası'dır. Amerika'nın eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger da buranın üyesidir. Gianni Agnelli Kissinger'ın kankasıydı.

Henry Kissinger, Chase Manhattan Bank'ın Uluslararası Danışma Kurulu üyeleri arasındadır... Mister Rahmi Koch da bu kurulun üyelerindendir. Derin ABD demek olan David Rockefeller, Chase Manhattan'ın eski başkanı ve şimdilerde bu bankanın uzantısı olan JP Morgan Chase'in ortaklarındandır. 17 Ekim 2009'da Koch Ailesi'ne 'Hayırseverlik' alanında ABD'nin en prestijli ödülü Carnegie Medal of Philanthropy verildi. New York'taki törende ödülü David Rockefeller'ın elinden alan Rahmi Koch'tu... Rockefeller'ın övgü dolu sözleri üzerine Mister Koch'un gözleri yaşarmıştı! 'Rahmi Koch'u uzun zamandan beri tanıdığını dile getiren D. Rockefeller 'Koch Ailesi'nin yaptıklarının çok değerli olduğunu' söylemişti. Koch Ailesi'nin mutemet adamı olan Galatasaray Kulübü Başkanı Ünal Aysal, 2013 Ekim ayında Londra'da 'Futbolun Liderleri' konferansına... Juventus Kulübü'nün Başkanı Andrea Agnelli ile birlikte katılmıştı. Andrea Agnelli'nin babası Umberto Agnelli'dir. Amcası da Gianni Agnelli'dir. Fabbrica Italiana Automobili Torino'nun (FIAT) Umberto Agnelli'si Rahmi Koch ile birlikte 12 Şubat 1971 yılında Tofaş fabrikasının açılışını yapmıştır. İki yıl önce Adnan Polat'ı bir 'saray darbesi' sonucu devirerek Ünal Aysal'ı GS Kulübü'nün başına getiren. 'Derin Galatasaray' İnan Kıraç, Vehbi Koç'un damadıdır. Ünal Aysal 1970-1972 arasında Koç Holding'de çalışmıştır. 

Üç yıl önceydi: Otomotiv dünyasının devlerinden İtalyan FIAT şirketi, yönetim değişikliğini ilan ediyor ve Agnelli Ailesi'nin varislerinden John Elkann'ın grubun başına geçtiğini haber veriyordu. Böylelikle, 1976 doğumlu John Elkann FIAT'ın 'en genç başkanı' olma unvanını elde ediyordu. New York'ta dünyaya gelen Elkann'ın babası Fransız Yahudisi gazeteci-yazar Alain Elkann'dır… Annesi Margherita Agnelli'dir. Yani, John Philip Jakob Elkann 'Derin İtalya'nın baronu Gianni Agnelli'nin (1921-2003) torunudur. FIAT'ın kurucusu Giovanni Agnelli ise Elkann'ın Gainni Dedesi'nin babasıdır.

John Elkann'ın kuzeni, 1975 doğumlu Andrea Agnelli Juventus Kulübü'nün Başkanı'dır… Ünal Aysal'la Londra'da 'Futbolun Liderleri' konferansında buluşan Andrea Agnelli'den söz ediyorum... Andrea Agnelli'nin babası Umberto Agnelli (1934-2004) FIAT şirketinin yönetiminde etkili bir isim olmasına rağmen Gianni Agnelli'nin gölgesinde kalmış bir portredir. 2003'de ağabeyinin ölmesinden sonra FIAT imparatorluğunun başına geçse de bu durum kısa sürmüş, 2004'te kanserden hayata veda etmiştir.

Uzun yıllar önce Umberto Agnelli de Juventus'un başkanlık koltuğuna oturmuştu. 1971 yılında Tofaş fabrikasının açılışını Mister Rahmi Koch ile birlikte yapmıştı. Agnelli Ailesi'nin FIAT yönetimindeki bugünkü varisi John Elkann, İngiliz The Economist dergisinin sahipleri arasındadır. Ayrıca Brookings Enstitüsü'nün üyesidir.  Brookings'te Kemal Derviş başkan yardımcısıdır. FIAT'ın üçüncü kuşak patronu olan John Elkann, Rahmi Bey'in oğlu Mustafa Koç'un kankasıdır… Elkann'ın, Tofaş'ı hatırlatarak 'Koç Holding'le sağlam bir ortaklığımız var. Mustafa Koç'la hemen her konuda sıkça konuşuruz' dediği medyaya yansımıştı.[4]

Mustafa Sarıgül’ün Yahudiler ve Faiz Lobileriyle ilişkileri!

Rothschild Ailesi, Economist grubunda çoğunluk hisselerini elinde bulunduruyor. Derin Amerika'nın baronu David Rockefeller'ın elinden (17 Ekim 2009) New York'taki törende ödül alan Mister Rahmi Koch, 'İtalya Cumhuriyeti Yüksek Liyakat Nişanı'nın da sahibidir! Oğlu Mustafa Koch'a 'İtalya'nın Ekonomi Oscar'ı' diye bilinen 'Uluslararası Leonardo Ödülü'nün verilmesi mi, kocaman bir 'tesadüf'tür! Ödülün ilk defa bir Türk'e verildiği Milliyet'teki haberde yer alıyordu. (20 Şubat 2013) Koç Ailesi'nin 'mutemet adamı' Ünal Aysal'a ait UNIT Grubu'nun büyük hissedarı olduğu Gebze'deki Yeni Elektrik Doğalgaz Çevrim Santrali'nin yüzde 40'lık hissesinin sahibi Ansaldo Energia şirketinin bir İtalyan şirketi olması da yine şahane bir 'tesadüf'tür!

Geçen sezon Schalke maçı sonrasında Almanya dönüşünde Ünal Aysal'ın özel uçağında Sözcü'nün 'Baba'sı Ertuğrul Akbay ile Mustafa Sarıgülde vardı! Mister Rahmi Koch, 2012'nin Ekim'inde Mustafa Sarıgül'ü ABD'de görücüye çıkarmıştı da… Sarıgül, Harvard Üniversitesi'nde 'Kültürlerarası Diyalog, Ortadoğu Barışı, Yerel Yönetimler' başlıklı bir konferans vermişti!  1980-1995 yılları arasında Harvard Üniversitesi İş İdaresi Fakültesi'nin dekanı olan John Mc Arthur 1999 yılından itibaren Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi, yine Harvard'tan Prof. Walter Gilbert da Koç Üniversitesi Danışma Kurulu üyesidir… Mister Rahmi Koch'la içtiği su bile ayrı gitmeyen Mustafa Sarıgül, Ankara'da CHP'ye törenle üye olduktan sonra, aynı günün akşamında İstanbul'da bir balık restoranında Amerikalı eski bir diplomat olan Richard Murphy ile görüştü!

Hele bir Mustafa Bey'in adaylığı açıklansın da… The Economist'in 'CHP'li Sarıgül için oy isteyen bir yayın yapması' işten bile değildir!

Evvela, Işın Çelebi'nin 'Türkiye'nin Dönüşüm Yılları' adlı kitabında anlattığı enteresan bir hadiseye zum yapalım: 'Türkiye'nin uluslararası rekabete açılması yolunda aldığımız hayati kararlardan biri de 1990'da çıkardığımız otomotiv kararnamesi oldu. (..) O dönemde cumhurbaşkanlığına (yeni) seçilmiş olan Turgut Özal'ın bize fiilen öncülük etmesiyle bir otomotiv kararnamesi hazırladık. Kararnameye en sert muhalefet İnan Kıraç'tan geldi. Gümrük duvarlarıyla korumanın devamını isteyenler bize karşı mücadele ettiler... Bu tehdidi kabul etmemiz mümkün değildi... Kararnameyi hazırladık ve Bakanlar Kurulu'na götürdük. Cumhurbaşkanı Özal bu kararname için Bakanlar Kurulu'na başkanlık etti. Fakat Bakanlar Kurulu'nda imzaya açtığımız kararname bir anda ortadan kayboldu. Toplantı bitti; Bakanlar Kurulu dağılacak, ortada kararname yok! Tek tek herkese sordum. Neyse ki, sonunda Ali Bozer'de çıktı...' Otomotiv Kararnamesi, dönemin Başbakan Yardımcısı Ali Bozer'in 'çantasından' çıkmıştı:  Bozer'in güya 'dosyalarının arasında unuttuğu' kararname bir türlü bulunamayınca, ciddi bir sıkıntı çıkacağını gözleyen bakan nihayetinde kararnameyi teslim etmişti! Işın Çelebi, kitabında 'Reform niteliğindeki bu kararın; otomotiv sektörünün ve otomotive bağlı yan sanayinin gelişiminde, yeni yatırımlarla istihdamın artmasında, kısacası Türkiye'nin büyümesinde önemli rol oynadığına' dikkat çekiyor.[5]

Işın Çelebi, katıldığı bir televizyon programında iş bu olayı anlattıktan sonra İnan Kıraç'Çok önemli vesayetin, oligarşinin adamı bugün hala elini kolunu sallayarak dolaşıyor!' diye adeta topa tuttu: 'Türkiye'yi Murat 124'e, 131'e mahkûm edenler kararnamemize karşı çıkmışlardı. 10'a üret 100'e sat; tatlı kazançlarını bırakmak istemiyorlardı!' (27 Aralık 2012) Koç'ların damadı İnan Kıraç, o dönemde Koç Holding Otomotiv Şirketleri Başkanı idi... Ali Bozer, 19 Kasım 1989'da kurulan Yıldırım Akbulut hükümetinin Başbakan Yardımcısı'dır. Kısa bir süre sonra ise Dışişleri Bakanı oldu. (22.02.1990) Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 25 Eylül 1990'da Beyaz Saray'da Birinci Bush'la yaptığı görüşmeye Dışişleri Bakanı Ali Bozer'i almamış... Bu durum, Ankara'da krize yol açmıştı! Ali Bozer'e güvenemeyen Özal hedef tahtasına oturtulmuştu, ancak Turgut Bey bu 'saldırılara' aldırış etmiyordu. Körfez Savaşı öncesindeki gergin aylarda Özal 'Müesses Nizam'la bir temel konuda daha görüş ayrılığı yaşıyordu. Turgut Özal, Birinci Bush'la yaptığı o görüşmede Kerkük ve Musul'a kadar olan bölgenin Türkiye'nin denetimine verilmesini istemişti! Beyaz Saray'daki zirveden bir gün sonra, Hiram Abas İstanbul'da derin bir suikasta kurban gitmişti! (26 Eylül 1990)

Hiram Abas'dan birkaç ay önce de gazeteci Çetin Emeç öldürülmüştü. (7 Mart 1990) Abas, suikasttan bir süre evvel Çetin Emeç'i 'güzergâhını değiştirmesi için' uyarmıştı... Çetin Bey'in eşi Bilge Emeç, 13 Şubat 2010 tarihli Vatan'da yayınlanan söyleşide 'Bugüne kadar devleti suçlamadım. 'İran yaptı' demek işime geldi, sanırım. Gerçeklerle yüzleşmek istemedim. Her şey suikastın çözülmemesine programlıydı!' demişti... Röportajın yayınlanmasından hemen sonra Bilge Emeç'i arayıp, kendisine içerleyen, kızan kimdi peki?

El Cevap: İnan Kıraç! İnan Bey, Bilge Hanım'a 'Bunları söylemen çok yanlış, röportaj vermeden önce bana nasıl sormazsın?' diye çıkışmıştı! Tam burada, CHP'li Yılmaz Ateş'in ne dediğini hatırlayalım: 'İşadamı İnan Kıraç skandal kasetten üç ay önce Deniz Baykal'ı ziyaret edip 'O ekibi listeye almayın' dedi. Sonrasında Baykal tasfiye edildi'.[6]

Şimdi yeniden Ali Bozer'e dönelim ve bir defa daha 'Şahane tesadüfler sarmış dört bir yanımızı' diyelim! Ali Bey'in ortanca oğlu Ömer Bozer, 1 Ocak 2002'de Koç Holding bünyesindeki Migros'un genel müdürü olmuştu. Sonradan Koç Holding Turizm Gıda ve Perakende Grubu'nun başkanlığına getirilmişti. Ali Bey'in küçük oğlu Ahmet Bozer'e 'Coca Cola'nın dört kıtası emanet edildiğinde' takvimler 30 Temmuz 2012'yi gösteriyordu! Ahmet Bozer 1990 yılında Coca Cola şirketinin Atlanta'daki merkezinde Finansal Kontrol Müdürü olarak göreve başlamıştı... Ali Bey'in büyük oğlu Fevzi Bozer ise Hüsnü Özyeğin'in Finansbank'ında dört yıl boyunca genel müdürlük yapmıştır. (1995-1999)

İnan Kıraç'ın G.S. Kulübü Başkanlığı'na getirdiği Ünal Aysal’la ve dahi Sermaye'nin Mustafa Sarıgül'ü ile içtikleri su dahi ayrı gitmeyen Ertuğrul Akbay; bu üç 'kanka' da 'Mister Simit'in ağzına bakar! Ertuğrul Bey'in oğlu Burak Akbay'ın sahipliğini yaptığı Sözcü, finali görmeden paçaları sıvamış ve 2012'nin Aralık ayında 'Özal'ın zehirlendiği iddiası fos çıktı' başlığını atmıştı. Özal’ın zehirlendiği hakikatini 'kimlerin ısrarla örtbas etmek istediğine' dönüp bir daha bakınız!”[7]

Şimdi bu kadar derin gerçekleri ve kirli ilişkileri bilen AKP yalakası yazarlara sormak lazımdı:

1- Mustafa Sarıgül’ü gündeme getiren, ileri süren ve reklam eden dışarıdaki güçlerin ve içerideki çevrelerin, bir zamanlar aynı ilgi ve ilişkiyi Recep T. Erdoğan için de sergileyip sürdürdüklerini bilmiyor musunuz, yoksa kendi aklınızca gizliyor musunuz?

2- Bu malum ve melun odaklar, son kullanma tarihi dolduğu için Recep Bey’i “deliğe süpürme” kararı mı almıştı, yoksa bir yandan Cemaatle, bir yandan da Sarıgül’le Erdoğan’ı dizginleme ve hizaya getirme girişimleri mi başlatmıştı?

Milli Gazetede Adnan Öksüz aktarmıştı:

“Ankaralı yıllarımdan tanıdığım, AKP’li eski bir milletvekili ile kahvelerimizi yudumlarken, söz dönüp dolaşıp 2014 yılında yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dayanmıştı. Şunları sordum;

- Siyasette yarını tahmin etmek güçtür ama şu şartlarda 2014’ün nasıl geçeceğini öngörüyorsunuz? Mahalli seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri (ile ilgili neler düşünüyorsunuz?”

Şunları anlattı:

- Tayyip Bey Köşk’e çıkmak istiyor ama Turgut Özal’ın durumuna da düşmek istemiyor. Kendini gölgede bırakacak bir Başbakan arzusunda değil. O yüzden de Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde “düşük profilli” bir Başbakandan yana. Bütün mesele şurada; Fakat bu olabilecek mi? Erdoğan istiyor ama bu seçeneğin gerçekleşme şansı yüzde kaç? Bu sorunun cevabı da 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde saklı…

- Nasıl yani?

- Şöyle: 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik çok şey konuşuldu. Ama ben birebir biliyorum ki; Tayyip bey Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını istemiyordu. Başka isimler öne çıkmıştı. Fakat son anda birileri devreye girdi ve Abdullah (Gül) bey ilan edildi. Orada işleyen mekanizmayı da biliyorum. Kimler devreye girdi, nasıl etkili oldular, bunları biliyoruz (ama konuşamıyoruz).

- Şimdi ne bekliyorsunuz?

- Sayın Başbakan belli ki kendinden sonra Abdullah Gül’ün Başbakanlığına sıcak değil. Fakat buna mecbur kalabilir. Yani, 2014 yılında Tayyip beyin öngördükleri gerçekleşmeyebilir. İster, ama olmaz (yani bazı odaklar kendi planlarını uygular ve Tayyip Bey buna karşı çıkamaz)[8]

Bu sözlerin Türkçesi: Görünüşte Türkiye’yi AKP yönetiyor; ama gerçekte, AKP kurmaylarına da başka odaklar yön veriyor ve onların dediği oluyordu!

Erdoğan 2. Demirel mi?

Biri “Kur’an’da şeriat ve cihat ile alakalı 272 ayet çağımıza uymuyor” diyordu. Diğeri Kur’ani kavramların okullarda kullanılmasını yasaklıyordu. Hatırlayınız demokratikleşme paketi ile açıklanan nefret suçları düzenlemesinin yankıları hala sürüyordu. AKP tarafından meclise sunulacak yasanın ayrıntıları ve kapsamı sır gibi saklanırken endişeler de devam ediyordu. Keyfi yorumlara muhatap olabileceği konuşulan nefret suçları düzenlemesi haklı yorum ve yaklaşımlara göre Kur’an ayetlerinin okunmasına bile kısıtlama getiriyordu. Hükümet bu konuda toplumu avutup oyalamaya çalışıyor, ama Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde sarf ettiği, “Kur’an’da şeriat ve cihat ile alakalı 272 ayet çağımıza uymuyor” şeklindeki sözleri şimdi 2. Demirel gibi davranan Recep Erdoğan tarafından fiiliyata mı geçiriliyordu? Bir gün mevcut hükümet gider ve bir başkası daha gelirse ne olacağı hiç hesaba katılmıyor muydu?


--

Şubat 2014 - Milli Çözüm Dergisi



[1] Mustafa Sarıgül- Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla-Remzi Kitabevi Yayınları- Ekim 2013

[3] Ergün Diler, 14 Kasım 2013, Takvim

[4] Sabah, 3 Mart 2005

[5] Sayfa: 182

[6] 25.05.2011

[7] Tamer Korkmaz, Yeni Şafak

[8] 18 Kasım 2013, Milli Gazete

Yorum Yaz