Değerli Milli Gazete yazarımız Zeki Ceyhan Bey şöyle bir itirafta bulunmuşlardı: İçimizdeki! (Gizli AKP’liler!)
“Yıllar önce de dile getirilmiş ve en büyük sorun olarak hala “İçimizdeki gizli ve sinsi AKP’liler” gösterilmişti! (Sonunda Numancılar da) Her biri bir yana savrulup gitti! Bizler de sandık ki içimizdeki “gizli ve sinsi” AKP’lilerin hepsi temizlendi! Oysa Hâlâ aramızda, hem Milli Görüşçü geçinip hem de iktidara toz kondurmamak için gayret eden bir hayli dostumuz(!) görülmektedir. (Kaldı ki AKP’nin) Yaptıkları yanlışları dile getirmek bizim açımızdan bir kardeşlik gereğidir! (imani ve insani bir görevdir!) Evet, üzülerek ifade etmek durumundayız ki aramızda hala bir sürü gizli ve sinsi AKP’li bulunuyor! Onlardan ne zaman kurtulacağımızı ise kestirebilmiş değiliz!”[1]
Şimdi bu doğru ve dobra tespitlerde bulunan Sn. Zeki Ceyhan’a sormak lazımdı: Bütün teşkilat mensuplarımızı ve özellikle SP’deki yönetici kadroları topyekün töhmet altına sokacak şekilde “Aramızda hala gizli ve sinsi bir sürü AKP’li bulunuyor!”demek yerine, birkaç tane örnek vermek daha yararlı olmaz mıydı? Mesela hazır AGD varken, AKP’nin başı Erdoğan’la özel görüşmeler yürütüp MGV’yi yeniden açan ve mal varlıklarını kontrollerine alana Oğuzhan Asiltürk hangi takımdandı?
23 Eylül 2014 tarihli Milli Gazete son sayfasında: “MGV Kaldığı Yerden… Türkiye’de inançlı bir neslin yetişmesine öncü olan Erbakan Hoca’nın Emaneti Milli Gençlik Vakfı, önceki gün Genel Kurulunu yaparak yeni başkanını ve yönetim kurulunu belirledi”haberini arka manşete taşımıştı.
Peki, şimdi Saadet partimizle siyasi cihat devam ederken, güya hukuki sorunları aşmak üzere AKP iktidarıyla özel ve gizli görüşmeler yapıp, REFAH PARTİSİ’ni yeniden açtırmak, açıkça bir nifak ve ahmakça bir iştikak (ayrılık) olmaz mıydı? Bu durumda Anadolu Gençlik çok zor şartlar ve sıkıntılılar içinde çırpınırken, kalkıp AKP iktidarı ve Başbakanı (Erdoğan’la) hangi seçim rüşvetleri ve ganimet vaatleri yaptığı sırıtan özel ve gizli görüşmeler sonucu MGV’yi yeniden açmak ve hatırı sayılır mal varlıklarını Oğuzhan’ın dolaylı kontrolüne bırakmak, hangi hikmet ve hedefle yorumlanacaktı?
“MGV ve AGD aynı amaçlar için çalışacak!” safsata ve saptırmacasıyla Milli Görüş bünyesinde yeni “Mescid-i Dırar”lar açılmaktaydı
Kur’an-ı Kerim tilavetiyle açılan, MGV ruh ve heyecanının salona hâkim olduğu Genel Kurul’da, divan başkanlığına İlyas Tongüç’ü oturmuşlardı. Genel Kurul’un açılış konuşmasını yapan Muzaffer Baydar: “MGV’nin açılması, malvarlıklarının geri alınması, hukuki süreçlerin tamamlanması ve bundan sonra da Milli Görüşçü gençliğin birlik ve bütünlük içerisinde çalışmaları için sessiz ve derinden bir çalışma yapmasaydık sıkıntı olacaktı. Çok dikkatli bir çalışma yürüttük. Malvarlıklarımızı geri aldık. MGV kimsenin cebine sığacak bir teşkilat değil. Türkiye’nin en gözde siyasetçileri, yargıçları, bürokratları, yöneticileri herkes biliyor ki MGV’den yetişti. Ancak herkes biliyor ki, MGV ve AGD aynı amaçlar için çalışmaktadır”[2] sözleriyle baklayı ağzından kaçırmıştı.
Hâlbuki Oğuzhan Asiltürk’ün MGV malvarlıklarının iadesi için Başbakan Erdoğan’la görüşüp anlaştıkları medyaya yansımış ve defalarca yazılmıştı. Şimdi Muzaffer Baydar’ın itirafıyla bu “Sessiz ve derinden yapılan ve MGV malvarlıklarının geri alınması sağlanan!?” görüşmeler bizzat iktidarın başı ile, yani devlet ve hükümet yetkilerini kullanan kişi ile yapıldığına göre, acaba kendi camiamızdan mı, kamuoyundan mı, yoksa resmi kurumlardan mı habersiz başarılmıştı? Bu durumda Erdoğan ve AKP iktidarı, Oğuzhan Asiltürk’ün hizmet yoldaşı ve sır ortağı mıydı? Böyle ise, dışarıdan AKP aleyhine atıp tutmanız sadece bir numara mıydı? Ya hu, Allah aşkına, bu Oğuzhan Asiltürk kimin adamıydı? Hak Dava’nın elemanı mıydı, sinsi ve hain güçlerin ajanı mıydı?
Daha sonra kürsüye gelen, Saadet Partisi sözde Yüksek İstişare Kurulu BaşkanıOğuzhan Asiltürk: “MGV’nin kurulması, AGD ile ilgili herhangi bir ihtilaf sebebi olmayacaktır. Çünkü MGV kapatıldığı için, şimdi yeniden açıldı. Anadolu Gençlik, dernek olarak MGV’nin yerine kuruldu, MGV’nin hizmetlerini yapmak için teşkilatlandı” sözleriyle ayıplarını kapatmaya çalışmıştı. Oysa yapılacak tek şey, hukuki bir süreç sonucu geri alınan MGV’nin mal varlıklarını, kanuni zaruret ve gerekçelerle AGD’ye aktarmaktı. Bizlere sürekli sorulan ve onun arkasına sığınılan: “Madem öyle Erbakan Hoca niye bunları yanında ve çok yakınında tutmuşlardı?” sorusunun, gerekli ve gerçekçi yanıtlarını defalarca aktarmıştık. Şimdi bir tanesini daha ortaya koyalım: “Oğuzhan gibiler eliyle, Milli Görüş camiasının, en azından delege ve üstündeki katmanlarının akıl ve basiret çapı, vicdani ayarı ve Hak Dava hatırı ve duyarlılığı test olunmaktaydı.” Ve tabi çok yakın bir gelecekte yaşanacak büyük inkılâp sonrası, böylece tespit ve tescil edilmiş puanlara göre davranılacaktı.
“Sayın Cumhurbaşkanına Mektup” yazıp:
“Son günlerde sınırlarımızda olanları, İslam dünyasındaki durumu ve Avrupa ile Amerika’nın niyetlerini yansıtan çıplak ve acı gerçekleri sizden duymaya başladık. Bir iki tanesini hatırlayalım: “Kobani bizim için stratejik bir yerdir, Amerika için değil ki!.. Irak’ın üçte biri gitti!.. Amerika bizim razı olmadığımız şeyleri yapmaya başladı!.. PYD’nin silahlandırılması ile PKK’nın silahlandırılması arasında hiçbir fark yoktur. Bunlar aynı örgütlerdir… Afganistan’daki katliamlar neden durmuyor?.. Uçuşa yasak veya güvenlikli bölge taleplerimize bir cevap alamıyoruz!.. 2 milyona yakın mülteciyi barındırmak zorunda kalıyoruz, ne BM, ne diğer ülkeler ciddi hiçbir yardımda bulunmuyorlar!..”
“Pakistan’dan alın, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Libya, Tunus’a kadar, adeta yay gibi bir bölge, bu halkı Müslüman olan ülkeler üzerinde ciddi bir operasyon var. Bunların hepsi de bölünmeye yönelik huzursuzluklar. Biz buraları nasıl böleriz? Böl - parçala – yut veya böl - parçala – yönet, mantığıyla çalışma yapılıyor. Perde arkasında bütün bunlarla ilgili büyük proje hazırlanmış durumda, ona göre de bu adımları atıyorlar.”
Sizin onayınız olmaksızın Sayın Davutoğlu’nun söylemesi mümkün olmayan bir cümle: “Terör örgütü PKK, çözüm sürecinin şartlarından biri olan silahlarını bırakma şartını yerine getirmedi!..”
Yine Bakan Babacan’dan çarpıcı bir açıklama: “Savunma Sanayiini Destekleme Fonu’nda ciddi miktarda paramız var. Bunu bütçeye aktarmanın yollarını arıyoruz!..
“Sayın Cumhurbaşkanı! Zatıâlinizde büyük bir uyanış olduğuna inanmak istiyoruz.” diyen Ekrem Şama şöyle devam ediyordu:
(Sayın Cumhurbaşkanı!) Buraya nasıl gelindiğini satır başları ile hatırlatalım:
Kabuk değiştirmeye başladığınız yıllarda etrafınızı çevirenler; “Bu ülkede Amerika ve İsrail’in menfaatleri aleyhine çalışacak iktidarlara izin vermezler, siz onların menfaatlerine uygun icraatlar yapacağınıza dair bir görüntü vererek iktidar olabilirsiniz!” diye size telkin edip o istikamete yönelmenizi sağladılar. İktidara geldiğinizde etrafınızdaki danışmanlar, Amerika’nın Afganistan’a barış getirmek için yapacağı askeri operasyona destek vermeniz gerekir, diyerek size yanlış yaptırdılar. Aynı danışmanlar, sizin Amerika’nın hazırladığı “Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Kuzey Afrika Projesi’nin Eşbaşkanlığı”nı almanız için ikna etmeyi başardılar. Siz de bunu iftiharla ve defalarca açıkladınız. Gerek etrafınızdaki maksatlı yakınlarınız, gerekse “danışman”larınız, ABD’nin gerek koalisyon şeklinde, gerekse NATO’yu kullanarak “yay gibi” dediğiniz bölgeyi işgal amaçlı yakıp yıkmasına, talan, tecavüz ve yağmasına ve katliam yapmasına sizin de destek vermenizi sağladılar. Ayrıca da eski “büyük Haçlı seferlerinin bir medeniyet hareketi olduğu” gibi, son derece yanlış bir beyanı, defalarca ve dünyanın her yerinde size açıklattılar.
Milli Görüş Lideri Erbakan’ın ve Saadet Partisi’nin, yakanızı silkercesine ikazlarına ve sert uyarılarına rağmen, bu işgalcilerle işbirliği yaptınız. Adına “Arap Baharı”, “diktatörlerin devrilmesi”, “barış ve demokrasi getirmek” denilen süslü ve albenili kılıflara aldandınız, ya da danışmanlarınız sizi aldattı. Bu safhada bile danışmanlarınız hâlâ size, “Amerika ve Avrupa bizi değil, biz onları kullanıyoruz” diye yanlış bilgiler vererek ve inandırıcı olması için “Büyük Usta” payesi vererek ve de “Yeni Osmanlı” söylemleriyle yanıltmaya devam ediyorlar. Sadece sizi değil, bütün halkı yanılttılar. Hatta ve hatta“Türkiye’ye yabancı askeri güçlerin kabul edilmesi, bataklığa çekilmesi” gibi son derece tehlikeli maddeleri içeren son tezkereyi bile size faydalı, gerekli ve acil olduğuna dair yanıltıcı bilgiler vererek çıkarttırdılar.
Diğer taraftan ise etrafımızı çeviren ateş çemberini icabında yarabilmemiz ve her türlü operasyona hazır olmamız için askeriyemizin güçlendirilmesi gerekirken, gerek kumpaslarla, gerekse milletin yıllardır dişinden tırnağından arttırarak Savunma Sanayiimizin güçlendirilmesi maksadıyla verdikleri paralardan biriken fonların da faiz ödemelerine kullandırılması suretiyle gücümüzün zaafa uğratıldığını Bakanınız Ali Babacan ağzından kaçırmaktadır. Yıllarca sizi güvendirdiler ki, yerli yapım ve elektronik kumandası bizde olan yüzlerce F-35 uçağımız olacak, dünyanın en güçlü ordusu bizde olacak. Ama heyhat, şu ana kadar bir tane bile üretip teslim alamadık. Şimdi anlıyoruz ki, “çözüm süreci” şartlarına ordumuz uymuş ama PKK uymamıştır.[3]
diyen Sn. Ekrem Şama, kendi ifadesiyle “danışmanlarınca ve dış odaklarca bu denli yanıltılan ve sürekli aldatılıp yanlış yaptırılan” Sn. Erdoğan’la, Oğuzhan Asiltürk’ün sadece MGV malvarlığını geri almak için görüşüp, bu acı gerçekleri hiç hatırlatmaması nasıl bir tıynet ve zihniyeti yansıtmaktaydı?
Nevzat Gündüz’e gönderilen e-maildeki itiraflar!
Samimi, seviyeli, ferasetli ve dava dertlisi bir arkadaşımız bize şunları anlatmıştı:
2012 Şubat ayında Yalova Armutlu Tatil Köyünde 2 günlük Gençlik Eğitim Seminerimiz vardı. Milli Gazete’de yetkili bir şahsiyeti konuşmacı olarak davet etmiştik. Seminerden sonra bu ağabeyimiz ile yemek yemeğe giderken Oğuzhan Asiltürk’ün de konuşmak için tatil köyüne geldiğini öğrendi ve arayıp İstanbul’a yola çıkacağını söyledi. Ancak Oğuzhan Bey’in ısrarlı daveti üzerine yemekten sonra meyve ikramına gitti. Bundan sonra İstanbul’a birlikte döneceğimiz için, Oğuzhan Bey’in kaldığı daireye kadar beraberdik; ben araçta kaldım, kendileri O’nun yanına gitti. Kısa süre sonra beni arayıp araçta bulunan Milli Gazete’yi alıp yanlarına gelmemi söyledi. Oğuzhan Bey’in bulunduğu odaya girdiğimde yerde kıbleye karşı serili seccade dikkatimi çekti. “Sürekli namaz kılıyor” havasında bir riyakârlık sezilmekteydi. Masada birkaç çeşit soyulmuş meyveler görülmekteydi. Oğuzhan Bey ısrarla hazırlanmış meyvelerden yememi söyledi ise de ben yemedim. Gazetemizin yetkilisi soyulmamış bir meyveyi alıp bana uzatınca geri çeviremedim. Oğuzhan Bey o gün Milli Gazete’de sür manşet olarak haber yapılan “SP İstanbul İl Başkanlığınca düzenlenen Suriye Konsolosluğu önündeki protesto gösterisini neden manşetten verdiğini? Bu gibi taraf olacağımız haberlerin önceden kendisine bildirilmesi gerektiğini” söyleyip tersledi. Gazete yetkilisi ise;“Partinin programını hangi gerekçe ile yayınlamayacağım abi?” dedi. Oğuzhan Bey de Selman Esmerer’i aradığını, neden benden habersiz böyle program düzenlediğini sorduğunda, Selman Bey’in kendisine ulaşamadığını, konuyu Temel Karamollaoğlu’na sorduğunu, O’nun da uygun görmesiyle programın icra edildiğini söylediğinde (Oğuzhan Bey) “Benden izinsiz partimizi töhmet altında bırakacak ve taraf yapacak hiçbir program düzenlememeleri konusunda” kendisine kızdığını söyledi. Aynı günkü gazetede manşet Kurtlar Vadisi idi. Oğuzhan Bey manşeti göstererek Hakan Fidan’ı farklı tanıtacak böyle bir haberi vermemek gerektiğini ve burada bizim tarafsız kalmamız icap ettiğini, Hakan Fidan’ın kimin adamı olduğunun nereden bilineceğini söyledi. Bunun üzerine Milli Gazete yetkilimiz Oğuzhan Bey’e gerekli cevapları verdi ve kesinlikle yaşlı bir insana duyulacak saygının ötesinde hiçbir laubali ve hakaretamiz hareketler sergilemedi, ancak beden diliyle ve tavrıyla O’nu kendisine talimat verecek makamında tanımadığını açıkça belli etti. Ayrılırken sadece tokalaştı, diğerleri gibi elini öpme gibi bir girişime tenezzül etmedi. Oğuzhan Bey’le geçirdiğimiz süre 40-45 dakikadan az değildi.
Gazete yetkilimizle birlikte araçla İstanbul’a giderken kendisine Genel Merkez’le ilgili bazı sorular yönelttim. O da bana cevap vermeden önce bu konular hakkında benim düşüncemi sorup karnından konuşmayı sevmediğini ve açık olmamı istedi. Ben de henüz lise çağlarımda iken Fazilet Partisi’nde Yenilikçi Hareket olarak bilinen AKP’nin çekirdeğini oluşturan olayların kafamı karıştırdığını ve o zamanki restleşmelerin hala gözümün önünde canlandığını; bunun etkisiyle şimdiki YİK ve GİK üyesi olan bazı isimlere karşı izledikleri tavırlardan ötürü içimde şüpheler taşıdığımı belirttim. Peygamberlerin dahi etrafının Siyonsitlerce kuşatılıp yalnız bırakılmadığını, hatta en etkili adamlarını onların yanına soktuklarını… İslam’dan önce 3 kitabı ve getirdiği dinleri nasıl bozduklarını… İslamiyet’i ise, özünden uzaklaştırarak Cihat’ız bir Müslümanlık meydana getirmek için geçmişte olduğu gibi bu gün de çalıştıklarını ve Hak Dava’ya sızma amaçlarını dile getirdim. Sonra teşkilat içi eğitimler için sürekli gittiğimiz Genel Merkez’de bazılarının bu kanaatlerimi destekleyen söz ve davranışlarını gördükçe bu adamlara karşı içimde adını koyamadığım kuşkular geliştiğini ve bir gün Ahmet Akgül diye bir teşkilatçı hatibin konferansına gittiğimi, O’nun Kur’an’i bilgiler ve tarihi belgelerle anlattıkları gerçekler üzerine bu adamlara karşı hissettiklerimde yanılmayıp haklı bir kanaat beslediğimi ve elle tutulur delillerle artık eleştirilerimi ispatlayabildiğimi söyledim. O ağabeyimiz de Ahmet Akgül Hoca’yı ve ekibini yakinen tanıdığını, sevdiğini ve saydığını, özellikle Erbakan Hoca’mıza olan muhabbetlerine ve davaya sadakatlerine hayran kaldığını ve insan olmanın gereği bazı hatalarının ve sivri taraflarının bu samimiyet ve gayretin yanında hesaba katılmayacağını söyledi.
Bunun ardından ağabeyimiz benimle hiçbir şeyi gizlemeden rahatça konuşmakta bir beis görmemişti. Konuşmasının bir yerinde; Oğuzhan Bey’e Erbakan Hoca’mızın çok fazla önem verdiğini, bunu samimiyetten değil, Onu idare etmek gereğinden ileri geldiğini fark ettiğini, hatta toplu istişarelerden sonra Oğuzhan Bey’le konutta özel olarak tekrar görüşmeler gerçekleştirildiğini söyledi. Bunun asıl sebeplerinden birisi de Hocamızın aldığı bir karara itiraz edip kafaları karıştırması ve ikilik oluşturmaması için Oğuzhan Bey’i konuta çağırdığını ve saatlerce durumu anlatarak ikna etmeye çalıştığını belirtmişti.
Ayrıca Hocamızın Siyonizm’in bütün silah sistemlerini boşa çıkaracak teknolojik hazırlıkları hakkındaki bildiklerini ve kanaatini kendisine sorduğumda “bütün bu hazırlıkların yapıldığını, bunların bir kısmının İstanbul ki bazı sanayi bölgelerinde üretimine bizzat şahit olduklarını ve fabrikaların sık sık güvenlik amaçlı yer değiştirilip başka yere taşındığını”[4] söyledi.
Bunları aktaran kardeşimiz; Milli Gazete yetkilisiyle, Oğuzhan Asiltürk ve Ahmet Akgül’le ilgili görüşmelerini, Elaziz Gazetesi Gebze temsilcisine de anlattığını, ancak bu saptamaların tam aksine yorumlar yaptıklarını ve gerçekleri saptırdıklarını da üzülerek bizlere hatırlatmıştı. (Nevzat Gündüz)
1994 yılında: “İşte bütün servetim bu yüzükten ibarettir.” 1999’da ise:“Eğer bir gün duyarsanız ki Tayyip Erdoğan çok zengin olmuş, bilin ki hırsızlık etmiş, haram yemiştir!” buyuran, ama 2014 yılında kendisinin ve ailesinin çalışıp kazanmakla elde edilemeyecek miktarda büyük bir servetin sahipleri olduğu ortaya çıkan; yani bunları nasıl elde ettiklerini, daha önceki safiyet dönemlerinde Allah’ın kendilerine söylettiği anlaşılan Sn. Recep T. Erdoğan’ı tenkit etmek vatan hainliği sayılıyordu. Oysa Hz. Peygamber (SAV); “beytülmale ait ganimetten ve devlet hazinesinden gizlice bir şeyler aşıranların, zahiren cihat edip şehit dahi düşseler, yine de cehenneme sürükleneceklerini” haber veriyordu. “Erbakan Hoca’nın dava hizmetinde harcanmak üzere toplanan paraları mala çevirip üzerine tapuladığı ve evlatlarına miras kaldığı” iftirasında bulunan, birkaç ay sonra ise bu konuyla ilgili çağrıldığı savcılıkta “Bunlar yanlış duyumlara dayalı yanılgılar ve asılsız algılarmış”diyerek kustuklarını yalamak ve yalanlamak zorunda kalan, ama hala kendi camiamıza ve kamuoyuna bu durumu açıklamayan sinsi soysuzlarla, Erbakan’ın tarihi projelerini sekteye uğratmak üzere Milli Görüşü parçalayan hain huysuzlarınelbette hesap verecekleri günler yaklaşıyordu.
Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz “Ğulül” yapmayı, yani gizlice veya hile ile devlet hazinesinden ve ganimet hissesinden bir şeyler aşırıp üstüne yatmayı en ağır günahlardan sayıyordu!
Tefsiri MEDARİK’te ve Şeyhül İslam Ebussuud Efendi Tefsirinde (Kur'an-ı Kerim Meziyetlerinin, Aklı Selimle İrşad ve açıklaması c. 3, sh: 1074) aktarıldığına göre; Bedir ganimetlerinin taksimi sırasında, kırmızı renkli ve kıymetli bir kadife kumaşın yerinde olmadığı fark edilmişti. Bunun üzerine Münafıkların; "Hem zaten komutan olarak O’nun hakkıdır, el koyabilir” anlamına gelebilecek, hem de “gizlice hırsızlık ve hıyanet etti” manası sezilecek bir ağızla: “Belki de o kumaşı (Hz.) Muhammed alıvermiştir!” demeleri üzerine bu ayeti kerimenin indiği rivayet edilmektedir.
“Yeğüll” yapmak (yani ganimet malından gizlice bir şey aşırmak ve emanete-beytülmale hıyanette bulunmak) bir Peygambere asla yakışır (tavır) olmayacaktır. Her kim, (ganimetten, devlet hazinesinden veya ganimetten ve cihat bütçesinden) ihanetle bir şey çalarsa, kıyamet günü, o (haksız ve ahlaksız yollarla) aldıklarını (sırtlamış ve Allah’ın lanetine uğramış vaziyette) gelip (âleme rezil olacaktır)” (Ali İmran:161) Ayette geçen “Yeğüll” kelimesi “Gulül” masdarından muzari, müzekker, ğasip sığasıdır, ma’lum ama meçhul olarak okunmaktadır. Ğulül; ganimet malına hıyanet ve hırsızlık yapmak anlamındadır ve bu kelimenin aslı“gizlice bir şeyi aşırmak”tan çıkarılmıştır. Efendimizle (SAV) ilgili böyle bir iddia elbette yalan ve iftiradır, bu ayetle Cenabı Hak Resulullah’ı temize çıkarmaktadır. Oysa Hz. Peygamber Aleyhisselam, defalarca “Ganimet hissesinden, cihat bütçesinden ve devlet hazinesinden bir şeyler çalanların veya hile ve bahanelerle kendi üstüne alanların cehenneme sürüleceklerini” ikaz buyurmuşlardır. Şimdi güya SP Yüksek İstişare Heyeti Başkanı sıfatıyla, bu itham ve iddialarla Erbakan Hoca’yı töhmet altına sokanlar ve hala bunlara saygı sunanlar nasıl bir vicdan taşımaktaydı?
Ayeti Kerimelerin ve Hadisi Şeriflerin müjdelerine inanmayanlara, o çok hayran oldukları Batılı Papazların bazı kehanetleriyle hatırlatalım:
İnanılmaz Kehanet: 11 Prens (Cumhur Reisi) döneminde Türk Devleti değişime uğrayacaktı!
Bugüne kadar 19 kitap yazan Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal'ın Destek Yayınları'ndan çıkan "Türk İmparatorluğu'nun Yıkılışına Dair Kehanetler"de gündemi sarsacak açıklamalar vardı. Kitap metnini Bizanslı Tarihçi Laonicus Chalcondlyles'in yazdığını, yorumcusunun Fransız Blaise de Vigenere, yayıncısının ise Thomas Artus olduğunu belirten Aytunç Altındal, kitapta Türkiye Cumhuriyeti'nin 11'inci Cumhurbaşkanının kim olacağına ve Türkiye'nin nasıl bir sisteme kayacağına dair öngörüde bulunmaktaydı.
1425'de doğan ve 1490 yılında ölen kâhin Laonicus Chalcondlyles'in inanılmaz kehanet sırları!
1- İstanbul'u fethedip ele geçirecek olan padişahın adı ile İngilizlerce işgal edilirken Padişah olanın adı aynı olacaktır. Her ikisinin adı da "Mehmet"ti. Kehanet aynen zuhur etmiştir. (Sultan Vahdettin’in ön ismi Mehmet’tir)
2- Çok hızlı davranan ve düşmanları aldatıp oyalayan bir Müslüman prens (Lider), Hıristiyanlara fark ettirmeden, Türk Devleti'ni yeniden kuracaktır. Burada anlatılan Mustafa kemal ve kehanet gerçekleşmiştir.
3- Fatih'ten sonraki 16. padişah döneminde, Osmanlı içerden çökmeye başlayacak ve padişah kendi adamlarınca devrilecektir. 16. padişah III. Ahmet'tir ve Eylül 1730'da Patrona Halil'in başlattığı isyandan sonra tahttan indirilip hal edilmiştir. “Bu dönemde, Tatar Hanı Osmanlı'ya yardım etmeyecektir” demiş bu da gerçekleşmiştir.
4- "Binden sonra üç kez üç yüz yıl ve bir de yirmilik" tarihinde Osmanlı Devleti sona erecektir demiş, gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti 1920'de kuruluvermiştir.
Laonicus’a göre gerçekleşecek olan kehanetler şunlardı:
Askerin sabır taşı mı çatlamıştı?
En uzun MGK toplantısı diye takdim edilen Suriye, Irak, Afganistan, Ege, Kıbrıs, Yemen, Tunus, Libya ve Ukrayna’daki gelişmeler, Paralel Yapı, Çözüm Süreci, Kobani kalkışmaları görüşülen Cumhuriyet tarihinin en uzun MGK’sı Çankaya Köşkü’nde yapılmıştı. Toplantı 10 saat 20 dakikada tamamlanmıştı. 28 Şubat 1997’deki, daha sonradan Pentagon’da hazırlanan rapor ile aynı olduğu ortaya çıkan 18 maddeyi Başbakan Erbakan’a kabul ettirmeye çalışan 9.5 saatlik tarihi MGK’yı aşması, gündem konularının tartışmalı geçtiği şeklinde yorumlanmıştı. Askeri cenah ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel toplantıya büyük bir çanta ve kalın klasörlerle katılmıştı. Kulislerde öne çıkan iddialara göre askeri cenahın, PKK’nın askere saldırılarına ve çözüm sürecinin bazı noktalarına askerlerin itirazları vardı.MGK’nın çok uzun sürmesi, askeri kanadın, dış politika ve çözüm sürecine dair kuşku ve uyarıların konuşulmasından kaynaklanmıştı. Paşalar, Peşmergenin, hem de 29 Ekim’de Türkiye’den halkın sevgi gösterisi eşliğinde gündüz geçişinden duyduğu rahatsızlığı anlatmıştı. Genelkurmay, siyasallaşacağı ve bölgede güvenlik zaafı oluşturacağı gerekçesiyle Jandarma atamasına ve sicil kararlarının İçişlerine bağlanmasına da karşı çıkmıştı.
Hatırlanacak olursa Balıkesir'de Kara Kuvvetleri Astsubay Meslek Yüksekokulu'nda düzenlenen törende konuşan Orgeneral Necdet Özel'in, "Tarih boyunca ülkemiz bulunduğu coğrafyanın jeostratejik özelliğine bağlı olarak, caydırıcı gücü yüksek, güçlü bir orduya sürekli ihtiyaç duyagelmiştir. Askerine 'Mehmetçik' diyen, şehadeti en yüce mertebe olarak kabul eden aziz milletimiz, yüce değerlere sahip çok necip bir millettir. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu yüce milletin ordusu olma şerefini gururla taşımaya devam edecektir" sözleri sağır kulakları bile açmıştı! Aslında Necdet Özel 5 Ocak 2012'de Milliyet'ten Fikret Bila'nın sorularını yanıtlarken de: "Hayatımız pahasına insancıl davranıyoruz ve demokratik bir duruş sergiliyoruz. (Oslo ve açım) süreçleriyle uzaktan yakından ilgimiz yok ve zaten bilgilendirilmiyoruz. Uzun tutukluluk için olumlu adımlar atılacağını umuyoruz. Kürtçe eğitimi asla uygun bulmuyoruz ve iddia edildiği gibi Irak'tan ve Kuzey Irak'tan da bir destek görmüyoruz" şeklinde açıklamalar yapmış, "siyasi demeç veriyor" diye Sn. Özel hakkında bazıları suç duyurusunda bulunmuşlardı. Acaba ABD eski Ankara Büyükelçisi ve etkin Yahudi stratejisti Ross Wilson'un şimdi maslahatgüzar olarak apar topar Türkiye'ye yollanması bu kuşkulu gelişmeleri anlama ve engel olma amaçlı mıydı? Çünkü 2005-2008 yılları arasında Ankara'da Büyükelçilik görevini yürüten Ross Wilson, bu görevinin ardından Dışişleri Bakanlığı'ndan ayrılmıştı. ABD yönetimi ve NATO nezdinde etkili bir örgüt olan Atlantik Konseyi'nde çalışmaya başlayan Wilson, Bush döneminde 1 Mart tezkeresinin ardından AKP-ABD ilişkilerini yeniden "rayına oturtmak" göreviyle Türkiye'ye yollanmıştı. Ordu'nun burnunun kırılıp hizaya sokulmasını hedefleyen Ergenekon operasyonlarıyla ilgili altyapı da bu Yahudi Wilson'un Büyükelçiliği döneminde hazırlanmıştı.
Abdülkadir Selvi Milli Gazete’ye niye sataşmıştı?
Yeni Şafak gazetesi yazarı ve Erdoğan yalakası Abdülkadir Selvi, merhum Necmettin Erbakan'ın paralelcilerce dinlenmesine sessiz kalmakla eleştirdiği Saadet Partisi’ne ve Milli Gazete’ye sataşmıştı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Huvzullah Gültekin sahte ismiyle terör suçundan 3525580...51110 IMEI numarasıyla eski Başbakan merhum Necmettin Erbakan'ın dinlendiğini saptamıştı. İşte bu gelişmeyi köşesinde ele alan Selvi, Saadet Partisi ve Milli Gazete'nin Erbakan'a sahip çıkmadığını söyleyip 17 Aralık sürecinde paralel yapıyı savunmakla suçladığı genel başkan Mustafa Kamalak'a ve Milli Gazete'ye saldırmıştı.
“Milli Gazete'de ne bir haber yaptı, ne de bir köşe yazarı Erbakan'ın hukukunu koruyan yazı yazdı. Erbakan Hoca’ya yapılan bu haksızlığı biz ortaya çıkardık. Merhum Erbakan'ın hukukuna Yeni Şafak olarak biz sahip çıktık. Çünkü şuna inanıyoruz ki, kurduğu partiler kapatılsa, darbe dönemlerinde cezaevlerine atılsa da merhum Erbakan her zaman siyasi mücadelesini, demokrasi ve hukukun içinde kalarak yürütmeye çalışmıştı. İslami akımların radikalleştiği coğrafyamızda O hep meşruiyet çizgisinden ve demokratik mücadelesinden ayrılmamıştı!” diyen Abdülkadir Selvi gibilere sormak lazımdı:
“İyide, Erbakan’ı Adil Düzen projelerinden ve İslam Birliği hedefinden geri koymak için her çareye başvuran dış güçler, bu şeytani hesap ve heveslerine Bay Recep Erdoğan ve diğer Milli görüş kaçkınları eliyle ulaşmamışlar mıydı? Bu ne hayâsız bir istismarcılık ve riyakârlıktı?
“Eğer Paralel Yapı, Erbakan Hocamızı dinlemiş ise hangi iktidar döneminde dinlemiştir? Bu yandaş ve yalaka yazarlara: Bu dinlemeler neticesinde Erbakan Hocamız hakkında hangi hukuksuz veriler elde edilebilmiştir? ‘Ne istediler de vermedik?’ denilen bir yapı ile 11 yıllık birliktelikte yapılan yanlışlara, iktidar sahipleri de ortak değil midir? Dün Ergenekon tutuklamalarında ‘savcı’ rolü üstlenen, şimdi tutukluların serbest bırakılmasında ‘avukat’ oluverenlerin tutarsızlıklarını savunabilmek adına Selvi’nin verdiği mücadeleyi nasıl yorumlamak gerekirdi? Daha sonraki yazısında 1 Mart 2003 tezkeresini iktidarın başarısı olarak takdim etme gafilliğine düşen Selvi, dönemin yöneticilerinin ‘At Pazarlıklarını’ ve ‘Ben şimdi işçinin, memurun maaşını nasıl öderim?’ serzenişlerini ne çabuk unutuvermişti? Hocamızı gizlice dinleyip narkozdan kurtulamayanlarla, yıllardan beri açıktan dinledikleri halde narkozlu bir şekilde sersemce martaval okuyanlar arasında ne fark var ki?” Şeklinde onurlu ve olumlu yanıtlar veren İstanbul İl Başkanı Birol Aydın Bey gibi gayret ve zekâvet sahipleri, Oğuzhan gibilerin tahribatlarının ve gerçek amaçlarının farkına varıp hala bunları tanımamakta mıydı, yoksa basit makamlara ve imkânlara tav mı olunmaktaydı.
--
[1]31 Ekim 2014, Milli Gazete
[2] Bak: 23 Eylül 2014, Milli Gazete, Sh: 20
[3] 03 Kasım 2014, Milli Gazete
[5]http://aytuncaltindal.com/kehanetler_kitabi.html