Milli Gazete’de 15 Haziran 2016 tarihinde ve “Gündem” bölümünde “Haçlı sofrasında Kur’an!” başlıklı bir haber-yorum yayınlanmıştı.
Papa’nın 12 Nisan 2015’te “Yüzyılın ilk soykırımı Ermenilere yapıldı” demesinin ardından Büyükelçi Mehmet Paçacı geri çağrılmış ve Vatikan-Ankara ilişkileri sözüm ona gerilmişti. Vatikan hâlâ iftirasından dönmemişti, ama 1977’de öldürülen Büyükelçi Taha Carım’ı anma bahanesiyle Rönesans’tan kalma Haçlı sarayında Kur’an-ı Kerim ve Ezan-ı Muhammedi okunmuş, fitne sofrasında iftar yapılmıştı! Akıllara zarar törende Kur’an-ı Kerim’den ayetler ile ezan okunmasının ardından ‘karışık’ konuklara(!) iftar yemeği de ikram edilmişti.
Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Prof. Mehmet Paçacı’nın ev sahipliğinde yapılan bu anma törenine, Vatikan nezdinde görev yapan bazı misyon şefleri, Vatikan ve Ortodoks Kilisesi’nden ‘dini’ yetkililer ile çok sayıda Türk ve İtalyan konuk davetliydi.
Milli Gazete bu haberinde kınadığı Vatikan Büyükelçisi Mehmet Paçacı’nın Sn. Temel Karamollaoğlu’nun damadı olduğunu ise, ya bilmiyorlardı veya gizliyorlardı!
Temel Karamollaoğlu’nun bu karanlık damadı Mehmet Paçacı’nın T.C. Vatikan Büyükelçiliği sırasında Papalık; Yahudilere yönelik teolojik kırılma ve teslim olma anlamına gelecek yeni bir karar almıştı. 2. Vatikan Konseyi'nin 50'nci yılında Yahudileri "dine davet edilecekler" kapsamından çıkarmış, böylece Papalık, Yahudileri resmen “mü’min” saymaya başlamıştı. İlahiyatçı Prof. Dr. Şinasi Gündüz ise, bu kararın siyasi olduğunu ve Siyonistlerin baskısı ile alındığını hatırlatmıştı. Alınan bu kararla“Yahudilerin din değiştirip Hristiyan olma” şartını koşan Vatikan kuralı; "İsa'ya inanmasalar da kurtuluşa erebilirler" hükmüyle, tümüyle ortadan kaldırılmıştı.
14 Aralık 2015’te ‘Jubile Yılı’ kutlamalarını başlatan Vatikan'da Yahudilere yönelik dini tebliğden vazgeçilmesi kararı alınmış, Papalık, “Yahudilerin Hristiyan dinine dönmesine çaba sarf etmekten vazgeçilmesi ve anti-semitizm ile mücadelede beraber çalışılması gerektiğini” açıklamıştı. Açıklamada “Hristiyanların kökleri Yahudi olduğu için antisemitist olamazlar” vurgusu da vardı. Zaten daha önce de "Yahudilerin körlüğü" ve "kalplerindeki perde" duaları, "Tanrı, kalplerini aydınlatsın" şeklinde yazılmıştı. Son alınan bu kararda;Yahudilerin Hz. İsa'ya inanmaması halinde de kurtuluşa erecekleri savunulmaktaydı.
Yahudi asıllı ve mason bağlantılı Papalar çoğalmıştı!
Giderek Siyonizm’in bir karargâhına dönüşen Vatikan’da bizzat mason ve Yahudi olan Papalar da çoğalmıştır. Papa XI. Pio, Papa XII. Pio, Papa XXIII. Jean (1958-1963) Yahudi olarak bilinen Papalar'dır. Bununla birlikte çok sayıda Kardinalin Mason veya Yahudi olduğu da ortaya çıkmıştır. Bunlar Papalık ile kirli finans işleri, MOSSAD ve İsrail ile bağlantıları kuran aktörler konumundadır. Kasım 1964'te (Yahudi asıllı kilise yöneticilerinin telkini ile) Roma Katolik Kilisesi dünyadaki kendi kiliselerine bağlı kardinal, papaz ve piskoposlarla bir toplantı yapmıştır. Toplantıda Papalığın geçmişten günümüze kadar Yahudilere karşı tutumunun hatalı olup olmadığı tartışılmıştır. Böyle bir çalışma Papalık tarihinde ilk olması hasebiyle oldukça önemli bir adımdır.
Vatikan-Yahudi Antlaşmaları
1965'te Nostra Aetate Deklarasyonu yayınlanarak Hristiyan-Yahudi ilişkilerini derinleştirmek için birçok ülkede enstitüler ve buna benzer kurumlar kurulmaya başlanmıştır. Hz. İsa'nın ölümünden Yahudilerin sorumlu tutulamayacağı açıklanmıştır. 1974’te Vatikan Talimatnamesi'nde Antisemitizm'in her türlüsünü kınadıkları vurgulanmıştır. Yahudi tarihinin Kudüs'ün yakılmasıyla sona ermediği, hatta dini bir gelenek geliştirmeye devam ettiği yorumu yapılmıştır. 1985'te Vatikan, İsrail'i Devlet olarak tanımıştır. Aynı yıl Vatikan, Yahudilerin Eski Ahit'te olduğu gibi bugün de Tanrı'nın seçilmiş en üstün insanları olduğunu açıklamıştır. Aralık 1970'te Hristiyan Birliği Uyandırma Sekreteryası'nda Roma Katolik Kilisesi ile Dünya Yahudi Cemaati arasındaki ilişkileri koordine edecek komitenin kurulması için bir memorandum kararı almıştır. Bu toplantılarda Yahudiler birçok talepte bulunmuşlardır. Bu talepler arasında oldukça düşündürücü ve önemli olanı, Yahudilerin Vatikan'dan, İncil'de Yahudiler ve Yahudilik aleyhinde geçen ifadelerin mutlaka çıkartılmasıgibi İncil'in değiştirilmesine kadar varan isteklerde bulunmaları ve bunda ısrarcı olmalarıdır.
Vatikan'ın içindeki Siyonist yapılanmanın kırmızı çizgilerini, Papaların bile geçemeyeceği anlaşılmıştır. Vatikan'ın sadece bir dini merkez olmadığını, aynı zamanda bir devletin bütün imkânlarına sahip, uluslararası alanda tanınan, diplomatik imkânları olan bir devlet olduğu unutulmamalıdır. Papaları bile öldürecek bir yapılanmanın, düşman olarak gördüğü her türlü güç merkezlerinin aleyhinde çalışacak birçok Siyonist ve Masonik şer merkezlerine dokunulmaz bir merkez oldukları açıktır. Papa II. Jean Paul suikastının tetikçisi olan Mehmet Ali Ağca bahanesiyle suikasttan sonra özellikle Siyonistlerin güdümündeki basın yayın kuruluşları birkaç yıl bu olay nedeniyle Müslümanlara Avrupa'yı dar etmeye çalışmışlardır. Ardından zamanın CIA Başkan adayı Robert Gates'in düzmece raporlarıyla bu suikast KGB’nin üzerine yıkılmıştı. Daha sonra anlaşıldı ki; tetikçisi Ağca, yaptıranları; I. Paul'u ortadan kaldıran aynı merkez yani MOSSAD’dı.
Oysa Masonluk, Katolik Kilisesi tarafından yüzyıllar önce “dinsizlik” olarak tanımlanmış ve herhangi bir Hristiyan’ın mason olması yasaklanmıştı. “1738’de masonluğa karşı bir Papa Emirnamesi yayınlanmıştı. Buna göre, Papa, hiçbir ayırım yapmadan tüm masonların açıkça Kilise’ye zarar vermeye ve bu şekilde Hristiyanları İsa’nın getirdiği doğrulardan mahrum etmeye çalıştıklarını açıklamıştı.” (Ars Quator Coronatorum, Transactions of Quatuor Coronati Lodge, no. 2076, Cyril M. Batham, sf.2)
Fakat, yasak olan masonluk, zamanla Vatikan’a sızmaya başlamıştı. Bunu anlamak için Vatikan tarihine bakmak lazımdı:
“Vatikan Dışişleri Bakanı Agostino Casaroli, masonluğa kayıtlıydı.” (La Trilaterale et Les Secrets du Mondialisme, Yann Moncomble, sf.138)
“İtalyan masonluğu açıkça Vatikan politikalarıyla ve dini yapılarla bağlantılıdır.” (The Brotherhood, Stephen Knight, sf.270)
“Masonluğun Roma Katolik Kilisesi’nde sempatizanları, hatta üyeleri vardı.” (The Brotherhood, Stephen Knight, sf.247)
“1973’te Kiliseye bağlı olan ‘Kurtuluş Ordusu’ isimli kuruluş ile masonlar bağlantılıydı. Aynı yıl 19 Haziran’da Dini İşler Sorumlusu Baden Hickman, Kurtuluş Ordusu görevlilerinin herhangi bir mason locasına girmelerini yasakladığını açıkladı. Daha sonra yapılan araştırmalar sırasında İngiltere’de kilise mensupları için üç adet özel loca olduğu anlaşıldı. Bu localar, Standora Locası 6820, The Lodge of Constant Trust 7347 ve Lubilate Locası 8561. Avustralya Melbourne’da da bir diğeri vardı: Haçlılar Locası…” (Ars Quator Coronatorum, Transactions of Quatuor Coronati Lodge, no. 2076, sf.5)
“Aynı dönemde kendine ‘Anglo-Katolik’ sıfatını uygun gören biri “Masonluk Üzerine Bazı Yansımalar” adlı bir kitap yayınladı. Bu kitapta masonik faaliyetlerle ilgili geniş bilgi bulunmamakla beraber Fort Newlon, Lawrence, de Castello ve Woodford gibi mason rahiplerin çalışmalarına geniş yer ayrılmıştı. Yazar, şöyle bir iddiada bulunuyordu: ‘Tehlike şudur ki, İsa’nın en büyük düşmanı kiliseyi yönetiyor’.” (Ars Quator Coronatorum, Transactions of Quatuor Coronati Lodge, no. 2076, sf.5)
“Bir başka din adamı Dr. Cawthorne şöyle yakınıyordu: ‘Masonluk öğretisi açıkça anti-Hristiyandır. Rica ediyorum artık hiçbir kilise mason locası olarak kullanılmasın’.” (Ars Quator Coronatorum, Transactions of Quatuor Coronati Lodge, no. 2076, sf.17)
Grand Orient (Fransız Büyük Locası) ile Vatikan bağlantısı, masonluğun Hristiyan alemine ne derece sızdığının kanıtıdır:
“Grand Orient, İngiltere Bankacılık kuruluşları ve uluslararası banker Meyer Amshel Rothschild tarafından finanse edilmiştir. Bugün Grand Orient; Trilateral Komisyonu, Bilderberg Grubu ve tüm dünyadaki sosyalist partilerle yakın ilişki içindedir. Bağlantıları Vatikan’a kadar uzanmıştır ve geçen seneler boyunca önde gelen Katolik Kilise mensuplarının anti-Hristiyan Grand Orient’in gizli üyeleri olduğu söylenmiştir.” (The Spotlight, 4 Ocak 1993)
Vatikan’a Sızan Masonların Kara Para Aklamaları
“Im Namen Gottes’” adlı kitap yayınlandığında tüm Avrupa’da büyük yankı uyandırmıştı. “Vatikan şehrinin çevre duvarının etrafında bir tur yapılsa bir saatten fazla sürmez, ama Vatikan’ın servetini saymaya kalksalar, bu şüphesiz çok daha uzun sürerdi.”(Im Namen Gottes’, David A. Yallop, sf. 130)
Vatikan, İtalya’nın içinde küçük bir şehir-devlet konumundaydı. Papa’nın ülkesidir, ama Papalığın içine sızan masonik bir örgütlenme, burayı dev bir kapitalist Siyonist organizasyona dönüştürmeyi başarmıştır. Vatikan, bütün Hristiyan aleminden asırlardır büyük bağışlar almaktadır. Bu bağışların işletilmesi için Vatikan’da bankaların kurulması, bu küçük toprak parçasını mafya-masonluk ikilisinin önemli bir hedefi yapılmıştır. Vatikan bankalarının elinde biriken dev servet, dünyanın diğer sermayedarlarıyla ortak olmayı sağlamıştır. Sonuçta Vatikan, Rothschild, Morgan gibi uluslararası Yahudi bankerlerle ortak konuma taşınmıştır.
Uluslararası Yahudi şirketleri ile ortak hale gelen Vatikan, öte yandan mafyayla da bağlantılıdır. Vatikan, İtalya’daki ayağını P2 Locası’nın oluşturduğu mafyanın para aklama merkezi yapılmıştır. Vatikan’ın parası ve bankaları “kutsal” olarak kabul edilip dokunulmazlık zırhına sarılmıştır. İtalyan mafyası, P2, dışarı para çıkarmak istediğinde parayı Vatikan bankasına yatırıyor, oradan yurtdışındaki bir başka bankaya yollatıyordu. Vatikan’ın bu bankalarına ise kimse sorgu-sual edemiyordu. Yurtdışından para sokmak için de aynı yöntem kullanılıyordu: “Amerikan mafyasının sınırlarla problemi yoktu. Aklanmış paranın bir kısmını İtalya’ya sokmak istediğinde, bunu Vatikan Bankası üzerinden yapıyordu.” (Im Namen Gottes’, David A. Yallop, sf.181)
Dünya genelinde en aktif durumda olan “Opus Dei Tarikatı, Moon Tarikatı ve Gülen Cemaati” arasındaki şaşırtıcı benzerliklerin olduğunu tespit eden araştırmacılar vardı.
OPUS DEI TARİKATI: Yeni Opus Dei’nin kurucusu Madridli bir Katolik papazı Josemaia Escriya de Balagar’dır. Papaz Ecsriya Hristiyan değil Yahudi asıllıdır. İspanya’da Yahudi engizisyonu yapıldığı dönemde Hristiyanlığa geçmiş, aslen gizli Yahudi olan bir aileye bağlıdır. Opus Dei kelime anlamı “Tanrı’nın İşleri” olmaktadır. Diğer bu tür örgütlenmelerOpus Dei örneği ve üzerinden yapılandırılmıştır. 1990’larda Vatikan, Papa 2. John Paul tarafından onaylanan teolojik belgeyle; insanlığın kurtuluşu için tek yolun Katolik Mezhebi olduğunu ve diğer dinlerin Katoliklikle eşit olmadığını açıklamıştır. Dinler Arası Diyalog ise, bütün inançları kiliseye döndürme amacı taşımaktadır.
MOON TARİKATI: Kurucusu önceleri Budist, sonradan papaz olan Sun Myung Moon olmaktadır. Moon, 1954 yılında K. Kore’den kaçarak, G. Kore’ye sığınmış ve tarikatını da buradan yaymıştır. Moon Tarikatı’nın resmi adı “Birleştirme Kilisesi” (Unity of the Church akımı ve Unification Church kurumu) olmaktadır. 1951 ABD müdahalesinin hemen ardından kurulmuş bir Hristiyan tarikatıdır. Kurucusu Sun Myung ve oğlu Heung Jin’e göğe çekilmek ve gökten geri dönmek gibi Hz. İsa nitelikleri yakıştırılmaktadır. Dinlerin birleşmesi yanında ırkların birleşmesinin mümkün olması bu dine geçerek sağlanır. Bugün G. Kore nüfusunun yaklaşık %40’ını Budistlikten Hristiyanlığa devşirilmiş ve toplum parçalanmıştır.
FETULLAH GÜLEN TARİKATI: 1966 yılında İzmir Kestanepazarı’nda kurulmaya başlanmıştır. Bu bölgenin bir diğer özelliği Sebatayistlerin merkezi olmasıdır. FETÖ’cülerin, Moon ve Opus Dei gibi bir Haçlı-Siyonist tezgâhı olduğunu ilk yazan Milli Çözüm Dergisive Ahmet Akgül, büyük saldırılar ve komplolarla karşılaşmıştır.
Her üç Siyonist tarikatın ortak Masonik özellikleri bulunmaktadır
Opus Dei, 20. yüzyılda Franko ile su yüzüne çıkmış, 35 yıl onunla çalışmıştır. 2. Dünya Savaşı sırasında ABD Siyonistleri ve yeni kurulan CIA bunlara el atmış, Amerika’ya geçip tarikatı kurmuşlardır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra öncelikle Almanya’yı hedef almıştır ve çalışma bölgesi Hristiyan dünyası ve Papalıktır.
Moon Tarikatı kurucusu Sun Myung Moon’un da aslı Budist bir insandır. Buradan Yahudi, Protestan, Katolik karışımı Unity Church’e devşirilmiş durumdadır. Fakir bir köylü çocuğu olan Sun Myung Moon bugün müthiş bir servete sahip bulunmaktadır. Çalışma alanı, Budist inancının yaygın olduğu Asya ve Pasifik bölgesinde örtük Hristiyanlığı yaymaktır.
Fetullah Gülen’in de ana tarafının İspanya’dan gelen Safarad Yahudilerine dayandığı konuşulmaktadır. Bir yanında da ihtida eden bir Ermeni olduğu yazılmıştır. Türkçe olduğu için Risale-i Nûr tefsirlerini esas alarak çalışmaya başlamış, 1978’de, “Ben kendi tefsirlerimle irşad yapacağım” diyerek farklı bir yola kaymıştır. 1970’lerden itibaren yabancılardan destek almıştır. İslam’ın yozlaştırılması ve “Ilımlı İslam” safsatasını yaygınlaştırmıştır. Çalışma alanı İslam coğrafyasıdır. Fakir bir vaiz olduğunu söyleyerek 1992’de Amerika’ya gittikten sonraki süreçlerde cemaatin serveti 250 milyar Dolar’a ulaşmıştır. Vergisi ödenmemiş himmet, bağış, haraç ve işe yerleştirilen üyelerinin maaş ve ücretlerinin %40’ı ile bütün bu gelirler Türkiye’den toplanıp alınmıştır.
O süreçte Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi olan Temel Karamollaoğlu’nun sevgili ve değerli damadı Prof. Mehmet Paçacı, Habertürk’ten Kübra Par’a verdiği röportajında övünerek: “Arkadaşlarımın hepsi Papaz!” açıklamasını yapmış ve özellikle “Pavarotti ve Mozart dinlerim. Napoliten tarzı İtalyan müziği severim.” diye hava atmıştı. (19.10.2014)
İşte bütün bunları merak edip inceleyen Metin Özer, Habervitrini’nde bu Mehmet Paçacı’yla ilgili kısa bir araştırma yapmış ve çok enteresan bilgiler paylaşmıştı. Biz de bunları biraz özetleyip düzelterek okurlarımıza aktaralım:
Temel Karamollaoğlu, ilkokul, ortaokul ve lise eğitimini Kayseri'de tamamlamış, 1959 yılında İngiltere’ye gidip, Manchester Üniversitesi’nden Tekstil Mühendisliği eğitimi almıştı. Karamollaoğlu’nun çocukları; Mehmet Zahit ve Zeynep, 28 Şubat’ın ajan-sahtekâr şeyhi Ali Kalkancı’nın müridi olmuşlardı. Bay Temel bu durumu, “Çocuklarım o şeyhe bir iki hafta gitmişler” sözü ile açıklamıştı. Karamollaoğlu’nun ‘o şeyh’ dediği, 28 Şubat’ta kendisinin de mensubu olduğu Refah Partisi’ni iktidardan eden odakların ajanı olan çakma şeyh Ali Kalkancı’ydı. Peki, Bay Temel çocuklarını Refah Partisi’nin cellâdına nasıl kaptırmışlardı?
O çocuklarından biri olan M. Zahit Karamollaoğlu bugün Türkiye’nin en önemli kuruluşunun tepe noktasındaydı. Karamollaoğlu’nun seçim süresince çatıp durduğu AKP, oğlunu alıp BOTAŞ Genel Müdür Yardımcısı yapmıştı. M. Zahit Karamollaoğlu halen, Türkiye’nin en stratejik kurumu olan BOTAŞ’ta görevinin başındaydı. Yani Temel Karamollaoğlu’nun durumu: “Evlat için hükümete RİCA, İktidar için muhalefete İLTİCA…”olmaktaydı.
“İngiliz” deyince şimdi sizi yerinizden hoplatacak asıl konuya başlayalım.
Prof. Dr. Mehmet Paçacı, Karamollaoğlu’nun damadıydı!
Mehmet Paçacı, 1977 yılında Ankara İmam Hatip Lisesi'ni bitirmiş, 1982 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun olmuş. Mezun olur olmaz, Suudi Arabistan’a yollanmıştı. 1985 yılında Suudi Arabistan Kral Suud Üniversitesi’nde ders almış, Suudi Arabistan’dan dönüp İngiltere’ye taşınmış ve İngiltere’de Yahudi sermayesiyle kurulmuş en eski üniversite olan Manchester Üniversitesi’ne kayıt yaptırmıştı.
1987-1988 yıllarında İngiliz Kültür Heyeti bursunu kazanarak, Biblical Theologybölümüne yazılmıştı. “Biblical Theology…” Özgeçmişine aynen böyle yazmıştı.
Biblical Theology’nin Türkçesi, “İncil İlahiyatı” anlamındaydı. Yani Müslümanların Kur’an İlahiyatı ne ise, Hristiyanların İncil İlahiyatı da aynıydı. Bizdeki İlahiyat Fakültesinin, Hristiyanlardaki karşılığı sayılırdı.
Manchester Üniversitesi, Biblical Theology eğitimini şöyle özetleyip anlatmıştı:
“İncil'e dayanan teoloji; özellikle, düşünce kategorilerini Mukaddes Kitabı incelemeden yorumlama normlarını türetmeyi amaçlayan tanrı bilimi.” Bu bölümde, Hristiyan dini ve geleneğine zıt tezlere karşı deliller hazırlanırdı. Yaniİslamiyet’in son Hak din olduğuna yönelik deliller çürütülmeye çalışılırdı.
İşte Temel Bey’in damadı bunu başarıyla yapıp diplomasını almıştı!?
Peki, acaba bir Müslüman, Papazların yazdığı İncil’den din öğrenmeye neden merak sarardı?
Hele hele bir Müslüman, hükmü bitmiş, devrini tamamlamış ve din olmaktan çıkmış bir inanışı öğrenmek için niçin ders alırdı? Bir insan kendini veya başkalarını Zehirlemek İstemiyorsa tarihi geçmiş bir yiyeceği niçin alsındı? Bu bozuk gıdayı niçin aldığını açıklamak elbette ki Paçacı’ya düşerdi, umarız açıklardı.
Mehmet Paçacı’nın hikayesi çok enteresandı!..
Hristiyan İlahiyatı’ndan mezun olan Paçacı, bu kez kendisi için doğru bir adresin yolunu tutmuş ve Vatikan’a kapağı atmıştı. Bu Vatikan’ın resmi bir misyonerlik derneği vardı. “Beyaz Babalar” olarak bilinen bu derneğin orijinal adı, Afrika Misyonerleri Derneği olmaktaydı. Bu derneğin, kısaltılmışı PISAI, tam adı Pontificio Istittuto Di Studi Arabe E D’Islamistica olan bir de enstitüsü vardı. Bu enstitünün Türkçesi: Arap ve İslam Araştırmaları Enstitüsü olmaktaydı.
Bu enstitünün gayesi şöyle yazılmıştı: Arap ve İslam ülkelerine giderek faaliyette bulunacak olan misyoner adaylarına, Müslüman halkın yaşayışını, ilgi ve ihtiyaç alanlarını anlatarak onlarla iletişime geçmek için gerekli bilgilerin aktarılması. Yani Müslümanları Hristiyan yapabilmek için uygulanacak taktikler ve dikkat edilecek hususlar anlatılmaktaydı. Ancak PISAI'deki derslerinin sonunda, misyonerlerin, Müslüman toplumla doğrudan ya da dolaylı temas kurarak aktif olarak çalışmalarına izin çıkardı. Yani Müslüman ülkelere gitmek için burada ders almak şarttı.
Bunların Paçacı ile ne alakası mı vardı?
Bay Temel Karamollaoğlu’nun damadı bizim Mehmet Paçacı, İngiltere’de İncil İlahiyatı’nı iyice öğrendikten sonra bu enstitüye gelip, misyoner adaylarına ders okutmuşlardı. Mehmet Paçacı, Müslüman ülkelerde Hristiyanlığı yayacak olan misyonerlere hocalık yapıp çeşitli taktikler, pratik bilgiler ve beceriler aktarmıştı.
Eyvah ki eyvah! Hristiyan ilahiyatından mezun olup misyonerlere dersler veren Paçacı, 1989 yılında doktorasını tamamlamış ve bu kez Müslümanların İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi yapılmıştı. 2000 yılında bu Üstün başarıları(!) sayesinde Profesör atanmıştı. Böyle bir kimseyi Diyanet İşleri boş bırakır mıydı? Bizim Diyanet, bu Mehmet Paçacı’yı anında kapıp bünyesine katmıştı. Ardından da Diyanet İşleri Başkanlığı'nın din ateşesi olarak Washington Büyükelçiliği'ne yollanmıştı.
Bilmeyenler için söyleyeyim; Devletin en ballı işlerinden biridir din ateşeliği ünvanı... “Müşavir” ya da “Ataşe” unvanı ile yurtdışına 3-4 yıllık sürelerle gönderilen, kırmızı pasaportlu temsilcilere, ayda 5-7 bin dolar arasında maaş bağlanırdı… Amerika’da olan en yüksek maaşı alıyorlardı... Extralar hariç 7 bin dolar yani 40 bin lira civarında maaştı… Bunun için büyük torpiller lazımdı... Eh, Mehmet Paçacı da kayınpederi Temel Karamollaoğlu gibi İngilizlerin Manchester Üniversitesi’nden mezun olmuşlardı.
2008-2011 yıllarında Washington’da Din ataşesi olan Mehmet Paçacı, 2014’te memlekete dönüş yapmıştı. Döner dönmez Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Dış İlişkiler Genel Müdürlüğüne taşınmıştı. Ve 2014’te kendi isteği ile Vatikan’a Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyükelçisi olarak atanmıştı. Halen de bu kutsal(!) görevinin başındaydı. Eh ben ne diyeyim şimdi? Benim kızmam atayanlaraydı. İnsanlar evladını seçemez ama damadını seçebilir konumdaydı. Bakalım Temel Bey bu duruma ne diyecek, ne hikmetli mazeretler uyduracaktı?
Kendisine “İngiliz Temel” denilmesinin sebebi acaba şahsı mıydı; yoksa damadı mıydı? Onu bilmem, ama damadı ile birlikte İngiliz anahtarı gibi her kapıyı açmışlardı. Hem de sövüp-saydığı ve yerden yere vurduğu AKP iktidarında bütün bunları kotarmışlardı.
Bir İngiliz atasözünde şöyle denir; “The squeaky wheel gets the grease.” Türkçesi “Gıcırtılı tekerlek yağ alır.” Manası, “Eğer bir şey hakkında şikâyetçi olursanız, daha iyi bir hizmet alabilirsiniz” Bay Temel de, AKP’yi sürekli şikâyet ederek maşallah çok iyi hizmetler almıştı. Hadi bir atasözü de ben patlatayım; “Çok gıcırdayan, eninde sonunda hurdacıya giderdi!”[1]
Peki Erbakan Hoca Ne Maksatla ve Hangi Şartlarla Bunları Partiye Sokmuşlardı?
Süleyman Arif Emre Beyler ve Partideki diğer önemli isimler, özel sohbet ve seminerlerde şu olayı defalarca aktarmışlardı ve bunun pek çok canlı şahitleri hâlâ hayattaydı.
Milli Nizam Partisi döneminde, Amerika’da yaşayan Saffet Bayramaşık isimli ve İstanbul kökenli bir Yahudi işadamı, ABD Siyonist merkezlerinin temsilcisi olarak, Ankara’ya Erbakan Hoca’yı ziyarete gelmiş ve onların adına bazı teklif (ve tehditler) sunmuşlardı. 1-İsrail aleyhtarlığından vazgeçilmesini, 2-MNP tüzüğündeki “masonlar üye olamaz” kaydının silinmesini, 3- Parti faaliyetlerini sürekli kontrol etmek üzere Müslüman bilinen ama kendi adamları oldukları için güvenilen bazı isimlerin teşkilatta üst görevlere getirilmesini istiyorlardı. Erbakan Hoca bunları kabul etmeyip adamı geri yollamıştı, ama çok geçmeden Milli Nizam Partisi kapatılmıştı. Erbakan Hoca’nın ise; Ülkedeki, Bölgedeki ve İslam Alemindeki tarihi projelerinin alt yapısını hazırlamak için bir parti resmiyetine ihtiyacı vardı ve Milli Selamet Partisi’ni kurmak ve ayakta tutmak için bu tavizleri vermesi lazımdı. (Not: Süleyman Arif Emre, daha sonra “Siyasette 35 yıl” ismiyle kitaplaştırdığı anılarında, her nedense Saffet Bayramaşık’ın dayattığı 3. Maddeyi yazmamıştı. Ama yukarıda da belirttik, bunları aktardığı sohbet ve seminerlerin şahitleri hâlâ hayattaydı.)
Oğuzhan Asiltürk ve Karamollaoğlu Ekibini işte bu maksatla partiye alan Erbakan Hoca, onlara şunları hatırlatmış ve anlaşmışlardı: “Sizleri malum odakların istemesi, ayrıca dini ve ırki geçmişiniz bağlayıcı sayılmaz; sizler yıllardır Müslümansınız, İslam’a ve bütün insanlığa hizmet için çıktığımız yolda bize samimiyetle yardımcı olacağınıza inanmaktayız. Zaten bizim gizli saklı planlarımız yoktur, hedeflerimiz ve hizmetlerimiz açıktır.”
Böylece karşılıklı güvene dayanan bir birliktelikle yola çıkılmıştı. Zaman zaman bu ekibin karıştığı yamukluk ve yanlışlıklar, kasten değil hataen yapılmış sayılarak düzeltilmeye çalışılmıştı. Ancak Erbakan Hoca’nın vefatından sonra, bu ekip iyice azıtmış, Partiyi bir tarikat gibi ele geçirip yönetmeye ve Erbakan’ın kutlu hedeflerini güdükleştirmeye başlamışlardı.
Peki AKP hangi yoldaydı?!
Bizzat Abdurrahman Dilipak gibi yandaş yazarların itirafıyla; AKP bir dış proje olarak Erbakan’dan koparılıp iktidara taşınmıştı. 1-Erbakan’ın İslam Birliği ve Adil Düzen projelerini askıya almak, 2-Ilımlı İslam diye Yüce Dinimizi yozlaştırmak, 3-Demokratikleşme kılıfıyla, varlığımızın ve bekamızın sigortası olan TSK’yı yıpratmak ve laçkalaştırmak, 4-Zahiren aleyhine atılıp tutulsa da, İsrail’in Siyonist hedeflerine kolaylık sağlamak… gibi şartlar karşılığı anlaşmışlardı.
İşte 16 yıllık AKP iktidarı boyunca:
Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi ile bölge baro başkanlarının katılımıyla, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü nedeniyle, baronun adli yardım binasında basın toplantısı yapılmış ve çok acı ve çarpıcı durumlar açıklanmıştı.
Çocuk hak ihlallerine ilişkin hazırlanan raporu okuyan Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Komisyonu üyesi Asiye Demir, "Bu yıl da her yıl olduğu gibi dünya çocuk hakları gününde çocukların ne kadar acımasız bir dünyada yaşadıklarını, en yakınlarından bile kendilerine yönelen tehlikelere karşı ne kadar savunmasız olduklarını, kısaca çocuk olmanın Dünya’da ve Türkiye’de ne kadar zor olduğunu hatırlatmak zorunda kalmaktayız."ifadelerini kullanmışlardı.
Çocuklara yönelen cinsel istismar vakalarının, son on yılda yüzde 700'lük bir oranla artış gösterdiğini anlatan Demir, sadece 2016 yılı içerisinde çocuğun cinsel istismarı suçundan 15 bin 51 dava açıldığını hatırlatmıştı. Demir, şunları vurgulamıştı:
"Gerçekleşen cinsel istismar vakalarının yüzde 15 ile 20'sinin adli makamlara yansıdığı göz önüne alındığında tablonun ne denli vahim olduğunun açık kanıtıdır. Bu vehamet arz edici tablonun yanı sıra bizleri asıl kaygılandıran kayıtlara geçmeyen istismar vakalarının birçoğunun çocukların devlet koruması veya devlet çatısı altında iken uğramış oldukları istismarın yine kamu otoritesi eliyle kapatılıyor olmasıdır.”
2016 yılında Türkiye'de evlenen her 100 kişiden 18'inin çocuk olduğunu vurgu yapan Demir, şunları aktarmıştı:
"Son on yılda evlendirilen kız çocuğu sayısı ise 482 bin 908'e ulaşmıştır. Yine 15-17 yaş arası 17 bin 789, 15 yaş altı 244 kız çocuğu doğum yapmıştır. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de çocuk işçi kavramı artık normal bir durum halini almıştır. Kamunun da yanlış uygulamaları sonucu bu durum artık kanıksanmıştır. Çocuk emeğinin ucuz olması, işverenlerin yasal yükümlülüklerden kaçınması çocuk işçiliğini daha da cazip hale taşımıştır. 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu ile çocuk işçisinin ismi çırak olarak değiştirilmiş ve çocuk emeğinin sömürülmesi meşru bir zemine kaydırılmıştır. SGK verilerine göre 1 milyon 170 bin çocuk işçi, çırak adı altında devlet eliyle çalıştırılmaktadır. Meslek edinimi amacıyla çıkarılan yasalar bunlara ait yanlış uygulamalar ile çocuk işçi kavramı daha da genişletilmiş ve içinden çıkılamayacak bir hale getirilmiş durumdadır."
2016 yılında Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre çocuk işçi sayısının 708 bine ulaştığını anlatan Demir, iş kazasında 56 çocuğun hayatını kaybettiğini açıklamıştır.
Demir, "Çocuk işçiliği, çocuk iş cinayetlerini de beraberinde getirmiştir. Sadece 2016 yılında 56 çocuk iş kazaları sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Türkiye'de uzun yıllardır süregelen çocuk işçiliği sorunu, savaşın yarattığı krizden kaçıp ülkemize sığınan Suriyeli mültecilerle daha da büyümüştür. 1 milyon 358 bin 904 çocuğun mülteci olarak giriş yaptığı ülkemizdeki çocukların eğitim olanaklarından yararlanamadığı düşünüldüğünde en az yarısının kayıt dışı sektörde çalıştığı bilinen bir gerçektir." ifadelerini kullanmıştır.
Kur’an’ın Maide Suresi 90. ayetinde, açıkça Şeytanın icraatı ve tahribatı olarak sıralanan ve necis=pislik sayılan ve şiddetle sakınılması emrolunan; içki, kumar, fal ve şans oyunları AKP iktidarında onlarca kat artmış ve artık dindar kesimlerde bile normal karşılanmaya başlanmıştı…
“Ey iman edenler! Kesinlikle şarap (her çeşit sarhoş edici içki ve uyuşturucu), kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal-şans okları (çekiliş oyunları; bunların tamamı), ancak şeytanın işinden birer pisliktirler. Bunlardan (ve bu rezaletleri ülkenize bulaştıranlardan ve halâ uygulayanlardan) kaçınıp uzaklaşın ki, kurtuluşa eresiniz.” (Maide: 90)
“Gerçekten şeytan(i sistemler) içki ve kumar vasıtasıyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan (yani İslam’ca düşünüp yaşamaktan) alıkoymak istemektedir. Artık (bunların kötülüğünü fark edip) vazgeçtiniz değil mi?” (Maide: 91)
“Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve (içki, kumar, fal, faiz ve fuhuş gibi pis işlerden) sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir (uyarıp hatırlatma görevidir).” (Maide: 92)
Peki bu İlahi ikazlara rağmen: “Bahis sektörüyle (yani Loto, Toto, Piyango gibi resmi kumar çeşitlerini yaygınlaştırmak suretiyle) Türk sporunu kalkındıracaklarını” hem de TRT’deki bir programda söyleyen bir kişinin Gençlik ve Spor Bakanı yapılması bile, hâlâ gafillerin gözünü açmaya yetmiyorsa, herkesin aklını başına almaya mecbur kalacağı değişimlerin yaşanması kaçınılmazdır!..
[1] Metin Özer - Habervitrini – Bay Temel’in Vatikanlı Damadı – 21 Temmuz 2018