Nisan 19 06:18

3. DÜNYA SAVAŞI BAŞLADI MI? (Ahmaklar okumasın!)

3. DÜNYA SAVAŞI BAŞLADI MI? (Ahmaklar okumasın!)

3. DÜNYA SAVAŞI BAŞLADI MI? (Ahmaklar okumasın!)

   IŞİD diye bilinen şer şebekesi, şu anda kendisini “İslam Devleti ve Hilafet Merkezi”olarak tanıtmakta, Suriye ve Irak’ın çok önemli ve stratejik bölgelerini elinde tutmaktaydı. Irak eski Başbakanı Maliki’nin Şii’leştirme politikalarına ve işgalci Amerika’nın barbarlıklarına tepki duyan Musul halkı gibi birçok il ve ilçe, kendiliğinden IŞİD’e teslim olmuşlardı. IŞİD içerisinde sadece dışarıdan katılan 15 bin kadar militanın değil eski Irak ordusundan ve Saddam’ın komutanlarından 25 bin kişilik bir katılımla en az 40 bin civarında bir silahlı güce sahip bulunmaktadır. Hatta yöre aşiretlerinden gönüllü katılımlarla bu sayının 50-60 bine çıktığı konuşulmaktaydı. Yani bölgemiz IŞİD diye, yarı devlet-hilafet görünümlü ve oldukça güçlü bir terör örgütüyle karşı karşıyaydı. ABD PYD’ye destek bahanesiyle resmen silah kampanyası başlatmış, TSK’nın “terörist” dediği PKK’nın Rojava kolu PYD'yi Ahmet Davutoğlu’nun “meşru” sayması kafaları karıştırmıştı. AKP Hükümetini güya “eğit donat” projesiyle Suriye ve muhalefetini güçlendirme planının PYD'yi (yani PKK’yı)içine alıp almadığı da tartışılmaktaydı.

 

   Kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları ve bölge planlarını kolay uygulayacak zemin oluşturmaları için, IŞİD ABD, İngiltere ve İsrail tarafından teşkil edilmiş olsa da, böylesi terör oluşumlarına çok farklı ülkelerden ve kendi hedefleri istikametinde yararlanmak üzere emekli asker, polis gibi yetişmiş kimselerin katıldığı ve etkili manipülasyonlarla örgütü beklenmedik operasyonlara kaydırdıkları da unutulmamalıydı. İşte bu noktada milli Türkiye'nin de herhalde bazı hesapları ve hazırlıkları vardı.

 

   İşte bu IŞİD’in kendisine hiç yaramayacağı ve başını belaya sokacağı halde, birdenbire Kürtlerin sınırımıza yakın kasabası Kobani’ye (Batı Kürdistan=Rojava)ya saldırmaları;

 

a) PKK destekli PYD'ye masumiyet kazandırıp Batının resmen desteğini sağlamak,

b) IŞİD'le mücadele bahanesiyle Büyük Kürdistan oluşumuna resmen zemin hazırlamak ve hızlandırmak,

c) ve tabi Türkiye'yi PKK ile aynı safta olmaya mecbur bırakmak ve Irak-Suriye batağına bulaştırmak amaçlıydı ve bu aslında IŞİD’in değil dış güçlerin bir planıydı. Bu aşamada “Türkiye Kobaniye destek vermiyor ve IŞİD'e müdahale etmiyor” bahanesiyle PKK’lıların 35 ilde ayaklanmaya kalkışmaları da aynı Siyonist merkezlerce kışkırtılmış ve Abdullah Öcalan’ın talimatıyla başlatılmıştı. Kimsenin şahsiyetiyle bir alıp veremediğimiz yoktu, ancak Erdoğan zihniyeti ve Davutoğlu siyaseti, Türkiye için PKK ve IŞİD’den daha tehlikeli bir hal almıştı.

 

   Bu arada, sivil PKK başı Selahattin Demirtaş’ın Amerika ziyaretinden bir hafta sonra ve mübarek bir Kurban Bayramı ortamında; bilinçli ve organizeli militanların özellikle Hüda-par teşkilatlarına, bölgedeki dindar insanlara, Kur’an kurslarına, cami ve yurtlara saldırmaları:

 

a-Bu provakasyonun Amerika’da planlanıp Demirtaş’a aktarıldığı

b-Doğu ve Güneydoğudaki dindar halkın Hüda-par’a kaydırılmaya çalışıldığı kanaatini doğurmaktaydı.

 

   Çünkü Kürdistan’a özerklik sağlandığında, bölgede ABD’nin güdümünde olacak iki parti kalması; seküler kafalıların Komünist Kürtçü PKK’ya, dindarların ise sözde Şeriatçı Kürtçü Hüda-par’a bağlanması amaçlanmıştı. Bekleyin, yakında PKK ile Hüda-par barıştırılıp uzlaştırılırsa kimse şaşırmasındı. Çünkü, halkların kendi geleceğini tayin konusunda “Kürdistan’a özerklik” referandumunda PKK ile Hüda-par ortak tavır alacaklardı. Kısacası, gavur merkezler (Siyonist ve emperyalist güçler) ülkemizi dağıtmaya kesin kararlıydı; ama bu, inşallah Türkiye’nin yeniden dirilip doğrulmasıyla sonuçlanacaktı!

 

   AKP’nin son anda “paralel yapıyı yargıdan ve devlet kurumlarından temizleme” kılıflı, ama gizli ve fiili bir genel sıkıyönetim hesaplı hazırlıklarıyla da:

 

   .Savunma hakkı kısıtlanacak, ne avukat ne de şüpheli kendi dosyasına ulaşamayacaktı…

   .Anayasal suçlarda, şüpheli veya sanığın bütün mal varlığına el konulacaktı…

   .Arama kararı için somut delil yerine “makul şüphe” yeterli sayılacaktı…

   .Sulh ceza hâkimine süper yetkiler tanınacak, Türkiye’nin her yerinde operasyon yapacaktı…

 

   AKP, özgürlükleri sınırlayan 35 maddelik böyle bir yargı paketini Meclis’e taşımıştı. Teklif, hem TCK da, hem de CMK da çok köklü  değişiklikler amaçlamıştı. Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması yönünde yeni bir adım olarak yorumlanan teklife göre, artık bir arama kararı verilmesi için “somut delil”yerine “makul şüphe” yeterli olacaktı.‘Anayasal düzene ve devlete karşı işlenen suçlarda’ ise tutuklama, dinleme ve mal varlığına el koyma kararı kolaylıkla alınacaktı. “Süper yetkili” Sulh Ceza Hakimleri, örgütlü suçlarda Türkiye geneline ilişkin kararlar alacak, savunma hakkını kısıtlayacak düzenlemeler de yapılacaktı. Avukatlar, dosyaya iddianame kabul edilene kadar asla ulaşamayacaktı. Böylece fiili başkanlık statüsüyle hükümdar olacağını hesaplayan Erdoğan, acaba nasıl bir akıbete doğru koştuğunun farkında mıydı?

 

   Amerika’nın Yeni Müttefiki PKK, IŞİD Karşısında Uğradığı Hezimeti Gizlemek İçin Kaos Çıkartıyordu

 

   Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin, :“Suriye’deki kanlı savaşı artık Türkiye’ye de şıçradı. Son birkaç gündür cereyan eden olaylar yeni bir siyasi yansımadır. IŞİD Suriye’de kuzeye dayanınca bu kez PKK’nın uzantısı PYD ile karşılaştı. PKK ve PYD burada IŞİD’e karşısında uğradığı hezimeti kapatmak için bir günah keçisi aramaya başladı, bunu da Türkiye’yi suçlayarak yaptı. Türkiye IŞİD’le savaşmıyor bahanesiyle PKK, Türkiye’de birkaç gündür terörist eylemler başlattı. PKK ve PYD bir taraftan Türkiye’nin Kobani’ye girmesini işgal sayacaklarını bir taraftan da Türkiye’nin Kobani’ye girip IŞİD’le savaşmasını istiyor. Bu şaşkınlıkla PKK ve uzantıları Türkiye’yi suçluyorlar. ABD’nin asli hedefi IŞİD değil bölgedeki petroldür. ABD, bütün mali yükü Türkiye’nin sırtına yüklemeye çalışmaktadır. Kobani ne ABD’nin ne de Rusya’nın umurunda değil. Ölenler de öldürülenler de Müslüman’dır. Dolayısıyla buradaki savaşı Batılı devletler sadece seyretmekle yetiniyor”tespitleriyle gerçeklere tercüman olmaktaydı.

 

   IŞİD’ten Şikâyet Ediyor Ama Kendileri IŞİD’çilik Yapıyordu

 

   HÜDA-PAR Teşkilatlanmadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bahattin Temel:”Bölgede 2000’li yıllardan beri bize saldırıyorlar. Bu saldırıların şiddeti azalıp artıyor. Kendilerine ilettik, araya aracılar koyduk, buna rağmen bize şiddeti dayatmaya devam ettiler. Dün artık sabrın işe yaramadığı bir ortam oluştu. Diyarbakır’ın göbeğinde 5 arkadaşımız şehit edildi. 1 arkadaşımızı katlettikten sonra üzerine benzin döküp yaktılar, IŞİD’ten şikâyet ediyorlar ama kendileri IŞİD’çilik yapıyor. Arkadaşlarımızın ev işyerlerine uzun namlulu silahlarla saldırdılar. Çoluk çocuk kadın demeden kurşun sıktılar. Buna rağmen fiili saldırı içerisinde olmadık, olmayacağız da. Sadece kendimizi savunacağız Arkadaşlarımız da bu yönde telkinde bulunuyoruz. Bölge milletvekillerine dün geceden beri çağrıda bulunuyoruz, kimsenin umurunda değil” şeklinde sızlanmakta, hazırlanan tezgâhın ya farkına varmamakta veya gizlemeye çalışmaktaydı.

 

   Gizli İttifaktan resmi işbirliğine kayılıyordu!

 

   ABD-PKK işbirliği resmileşiyordu!

 

   Pentagon: “Biz Havadan PYD Karadan vuracak” diyordu!

 

   ABD Savunma Bakanı Pentagon Sözcüsü Tuğamiral John Kirby, PKK/PYD ile işbirliği hakkındaki sorulara ayrıntılı yanıt vermiyor, “Kürt milisler şehirlerini korumak için zorlu savaş sürdürüyor. Biz onlara hava saldırılarıyla yardım ediyoruz” demekle yetiniyordu. PYD sözcüsü Polat Can’da işbirliğini şöyle açıklamıştı: “İstihbarat, askeri ve hava saldırılarında direk işbirliği halindeyiz”

 

   Almanya’dan silah yardımına başlıyordu.

 

   Peşmergeden sonra şimdi de ‘PKK’ya silah” veriliyordu!

 

   Almanya’da iktidardaki Hristiyan Demokratik Birlik Partisinin Meclis grubu Başkanı Volker Kauder, PKK’ya silah desteği verebileceklerini belirterek, “Türkiye’nin PKK ile problemlerinin farkındayım ama arkanıza yaslanıp IŞİD’in giderek daha tehlikeli hale geldiğini seyretmek çözüm olamaz” diyordu. Almanya IŞİD bahanesiyle peşmergeye de silah gönderiyordu.

 

   Hayret, ABD ve Lübnan Hizbullah'ı IŞİD’e karşı askeri ittifak kuruyordu!

 

   Bu tarihte ilk defa yaşanıyordu. ABD ve İran’da aynı kuvvetlere askeri yardım gönderiyor, Irak merkezi ordusuna ve peşmergeye destek olunuyordu. ABD ve İran’dan “askeri uzmanlar” aynı bölgede bulunuyordu. Şimdilik hedef olarak IŞİD gösteriliyordu. Komplo teorilerine gerek yoktu ve taraflar örtmeye de çalışmıyordu.

 

   ABD, IŞİD Terör Örgütüyle Türkiye’yi Kıskaca Alıyordu!

 

   ABD liderliğinde IŞİD terör örgütüne karşı oluşturulan koalisyon, başta Türkiye olmak üzere bölgeyi daha fazla kaosa sürüklüyordu. Türkiye hem içeride hem de dışarıda kıskaca alınmış görünüyordu. Sınırda IŞİD’den kaçan 4 bin Suriyeli sınıra dayanıp geçişler yapmaya başlarken, içeride de 300 IŞİD teröristinin eylem yapacağı konuşuluyordu, çünkü “Pek çok IŞİD’li eylem için Türkiye’ye” sızıyordu. 81 ilde jandarma ve emniyet teyakkuza geçiyor, bir yandan Türkiye’nin IŞİD’e karşı yapılacak koalisyonda görevi konuşulurken bir yandan da tampon bölge konusu gündeme taşınıyordu. Türkiye sınırındaki Kobane adı verilen ve PKK’nın Suriye kolu PYD ile IŞİD arasında yaşanan çatışmalar 4 bin Suriyelinin sınırımıza kaçmasına neden oluyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bölgeye yığınak yaparken, tampon bölge için de tartışmalar gündemdeki yerlerini koruyordu. ABD ve Batı ülkelerinin istihbaratı tarafından beslendiği ve kullanıldığı örgüt olarak bilinen IŞİD, Türkiye’yi çıkmaza sokmuş bulunuyordu.

 

   IŞİD Türkiye’de Eylem Hazırlığına Başlıyordu!

 

   Onlarca IŞİD teröristinin Türkiye’ye giriş yaptığı iddiası her geçen gün artarak güçleniyordu. 81 ilde emniyet güçleri alarma geçiriliyor, IŞİD’in Türkiye’ye neden saldırmak isteyeceği tartışılıyordu. Ayrıca Türkiye’de birçok IŞİD üyesinin de elini kolunu sallayarak gezdiği biliniyordu. Herkesin hayret ettiği bir husus vardı: “Tezkereden Suriye tarafı rahatsız olmuyordu, hatta Suriye TSK’nın tampon bölge önerisine sıcak bakıyordu”

 

   PKK Tampon Bölgeye Neden Karşı Çıkıyordu?

 

   TSK’nin hazırlıklarını yaptığı tampon bölgenin, sonuçları itibariyle Akdeniz’e çıkacak Kürt Koridoruna yardımcı olacağı düşünülmesine rağmen PKK bundan niye rahatsız oluyordu? Halbuki ABD’nin 1991’de 36. paraleli sınır çekip uçuşa yasak bölge ilan etmesi ve Irak’ın kuzeyini “tampon bölge” haline getirmesi kolaylaşıyor ve ABD 36. paralel üzerinden Irak Kürdistanı’nı kurmuş bulunuyordu. Oysa PKK tampon bölgeye karşı çıkıyor, hatta Murat Karayılan tampon bölge Kürdistan’ın işgalidir” diyordu. Şimdi acaba: Tampon bölge Kürt Koridoruna zemin mi hazırlıyordu, yoksa Karayılan’ın dediği gibi Kürdistan’ın işgali anlamına mı geliyordu?Hatırlayacaksınız bu gerekçeler nedeniyle hem PKK hem de Barzani 1 Mart tezkeresine de karşı çıkıyordu. Hatta kimi milli kesimler, PKK ile Barzani’nin bu gerekçelerine bakarak, 1 Mart tezkeresini destekliyordu. Tezkereyle ABD’nin “Büyük Kürdistan” projesine engel olabilecekleri ileri sürülüyordu.

 

   TSK şu anda tampon bölgeye evet dese, fırsattan yararlanıp Suriye’nin kuzeyindeki PKK kantonlarını dağıtabilir mi, Irak’ın kuzeyinde PKK’yi bastırabilir mi, hatta Barzanistan’a fiilen müdahale edebilir miydi?

 

   TSK’nin pek çok subayı NATO’ya karşıdır ama NATO’dan çıkılmasını da istemezdi. Sorduğumuzda gerekçeleri şöyleydi: “İçinde olmak ve karar mekanizmalarında bulunmak, dışında olmaktan daha avantajlıdır.” Oysa: NATO askeri bir ittifak olmaktan çok siyasi bir örgüt mahiyetindeydi ve siyasi kararı da ABD verip, hayata geçirirdi. Problem, büyük kuvvet ile küçük kuvvet arasındaki ilişkidir. Türkiye’nin ABD’ye rağmen ABD projesi içinde ABD’nin çıkarlarına aykırı sonuç elde etmesi “şu koşullarda” mümkün değildir! Biz 1 Mart tezkeresini TBMM’den geçirtmeyerek inisiyatif kaybetmiş olmadık, tersine o gün Kürt Koridoru’nu engelledik ve ABD’nin hedefini öteledik. O tezkere geçseydi ABD ilan ettiği gibi hızla Irak’tan sonra Suriye’ye girecekti ve Barzanistan’ı Suriye’nin kuzeyinden Doğu Akdeniz’e açacaktı. Tezkere geçmeyince o işi bugünlere kadar gecikti. Aynı durum tampon bölge konusu için de geçerlidir.Tampon bölgeden vazgeçmek ve uçuşa yasak bölge ilan ettirmemek, son tahlilde Kürt Koridoru’nu öteleyecektir. PKK elbette riske girmemek ve TSK ile karşı karşıya gelmemek için tampona karşı çıkar, zira süreç zaten lehlerine ilerlemektedir... Ama TSK, PKK’den farklı düşünmelidir ve tampon bölge ile ABD’nin planlarına engel olunamayacağını, tersine son tahlilde plana yarar sağlamış olacağını da herhalde hesaba katarak hareket etmektedir” tespit ve endişeleri yabana atılmamalıdır.

 

   AKP, takas olayı ile IŞİD'i devlet olarak tanıyordu!

 

   Hepimizin sevinçlere boğan “49 Rehinenin serbest bırakılması” olayı bazı muammaları içinde taşıyordu. Sormak gerekiyordu:

1-Musul’u göz göre göre IŞİD işgal ettiğinde, THY bile ofisini önceden boşaltmış iken, Başkonsolosluğumuzun boşaltılmaması emrini hangi avanak(lar) vermişti?

2-IŞİD’in Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nu bastığı sırada güvenlik sağlayan ve tek kurşun atmadan rehin alınan 31 Özel Harekât polisine  ‘çatışmaya girmeyin’ talimatı veren ve silahları bırakıp sivillerin yanına geçmelerini sağlayan ebleh(ler) kim(ler)di?

3-IŞİD’e rehineleri serbest bırakma karşılığı neler vaat edilmiş veya verilmişti?

4-Önceleri Koalisyona katılmamaya rehineleri gerekçe gösteren Türkiye bu koz elinden çıkınca ABD’nin başı çektiği Koalisyona mecburen mi girecekti? Ortada bir operasyon olmadığına göre müzakereler sonucunda bir sözleşme, bir istek yerine getirilmiş ki rehineler onlara verilmişti!

 

   Bence “IŞİD ne elde etti?” sorusunun cevabı burada gizliydi: Müzakereler sonucunda somut olarak ne elde edilmiş olursa olsun (örneğin tutuklu IŞİD üyeleri ile yapılan takas) IŞİD, yeni adı ile İD bir devletle (TC) müzakere yapınca, hele hele müzakereyi anlaşma ile sonuçlandırınca, dolaylı da olsa, bir devlet tarafından tanınma statüsüne kavuşmuş vaziyetteydi. TC’nin İD ile yaptığı müzakereleri anlaşma ile sonuçlandırdığı anda, istese de istemese de, İD’e “devlet” statüsü kazandırdığı acı bir gerçektir. Sn. Erdoğan’ın New York’a gitmeden evvel sarf etiği şu sözler İD’in elde ettiği en büyük zaferdir: “…Ama siyasi noktada diplomatik bir pazarlıktan bahsediyorlarsa tabi ki siyasi, diplomatik bir pazarlık kesinlikle söz konusu(dur). Zaten bir diplomasi zaferidir bu. Bu siyasi bir pazarlığın neticesidir.” Sn. Cumhurbaşkanı’nın ağzından alarak nakledelim: “TC İD ile siyasi ve diplomatik bir pazarlık yapmıştır!” dediği gibi TC’nin “diplomasi zaferi” söz konusu ise bu anlaşma çerçevesinde IŞİD’in de “diplomatik bir zaferidir!” diyenler haksız mıydı?

 

   PKK’lılar Kendi Kaymakamlarını Atayıp "Resmi Araç" Tahsis Ediyordu!

 

   Doğu ve Güneydoğu'da vergi toplayan, mahkeme kurup yargılama yapan, "yöneticiler" atayan PKK'nın şimdi de kendi atadığı "kaymakam"lara "resmi araçlar" tahsis ettiği konuşuluyordu. Konunun detaylarını köşesinde paylaşan Yeni Çağ gazetesi yazarı Ahmet Takan, güvenlik güçlerinin "çözüm süreci" hassasiyeti nedeniyle sadece uyarıda bulunmakla yetindiğini söylüyordu.

 

   "IŞİD operasyonu, çözüm süreci derken .. Oraya buraya koşturup “ne oluyor”u araştırırken yine önemli bilgiler düştü önüme… Terör bölgesinden; Bölgede alan hâkimiyetini tamamen ele geçiren, vergi toplayan, mahkeme kurup yargılama yapan sözde yöneticilerini atayan terör örgütü PKK, sözde kaymakamlarına resmi araçlar tahsis etmekteydi. Yanlış okumadınız!.. Bölgedeki sağlam kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, sözde kaymakamlar kendilerine PKK’nın tahsis ettiği araçlara paçavralarını flama niyetine takıp geziyorlar, denetleme yapıyorlar, talimatlar yağdırıyorlar. Bunlardan birkaçı güvenlik birimleri tarafından yakalanıp ilgili mercilere teslim edilmiş ancak ikazla yetinilip serbest bırakmışlar” Niye?.. Bir kaynağım şunları söyledi; “Bölgedeki dini inanç farklılıkları yüzünden her an bir kıvılcım çıkabilir. Bölge halkı Yezidilerin bazı davranışlarını kendi inançlarına saygısızlık olarak değerlendirip tepki göstermektedir. Bu tepkiler bir anda Suriyelilerle yaşanan gerginlikler benzeri olaylara sebep olabilir. PKK kontrolünde bölgeye getirilen Yezidiler barakalarda boş evlerde kimseye sorulmadan iskan edilmektedir. PKK kendine Yezidiler vasıtasıyla yeni üsler ve elemanlar edinmektedir ve bölge halkı çok huzursuz vaziyettedir.”

 

   AKP’nin Tampon Bölge hedefi nedir? Yanıtını Yeni Şafak’tan Ali Kemal Özcanşöyle vermekteydi: “Tampon bölgeyi ‘Misak-i Milli’ye aykırı olarak parçalanmış’ Rojava’yı ve ‘Kuzey Irak’ı Pakt’ın aykırı olmayan sınırlarına götürecek “güvenli köprü”ye metamorfoz etmek mümkün olacaktır.”[1] Oysa “AKP himayesinde Kürdistan” dediğimiz, tam da budur ve AKP’nin Tezkeresinin asıl hedefidir: Esad’ı devirerek Suriye’yi bölmek ve İhvan’ın iktidar olacağı Sünni Suriye ile AKP’nin himaye edeceği Rojava’yı kurmak! Zira “Esadyıkılmadan, Kürt Koridoru kurulmaz!” diye düşünülmekteydi. Kaldı ki, İran ve Suriye, bu maksatlı bir Tezkerenin tehlikelerine dikkat çekmektedir. Bu durumda yeni soru şudur: TSK, AKP’nin bu niyeti ve siyasi direktifi altında Kürt Kordiroru’nu yıkabilir mi? Amiral Soner Polat’ın yanıtı önemlidir: “Koalisyon Gücüne katıldığımızda ya da bağımsız olarak IŞİD ile kapıştığımızda, bir tehdit olarak gösterdiğimiz PKK/PYD ile ittifak yapmak zorunda kalınacaktır. Suriye rejimini askeri olarak hedef almak ise Türkiye’yi başka bir ülke ile savaşın içine sokacaktır. İçinde bulunduğumuz durum son kerte karmaşık ve muğlaktır. Bu koşullar altında uygun bir yol bulmak Albert Einstein için bile Kaf dağının ardındadır. Bu koşulları yaratan TSK değil, bizim verdiğimiz oylarla Meclis’i donatan iktidar ve muhalefet olmaktadır, bu konuda ülkedeki en masum kurum TSK’dır”

 

   “PKK/PYD’nin Suriye sınırımızda ikinci bir terör saldırı bölgesi yaratmasına izin mi veriliyordu?

 

   Akdeniz’e uzanan bir Kürt koridoru kabul edilecek midir? Kuzey Irak’ta Kerkük ve Musul’u da sınırları içine alan bir Kürt devletinin kurulmasına onay verilecek midir? Bu sorulara açık, kesin ve net bir yanıt vermeden TSK’yı ülke sınırlarının dışında kullanmak Rus ruleti oynamak gibidir.

 

   Burada kritik soru şu: PKK, ABD ile ne kadar eşgüdüm halindedir? Stratejistler: Eşgüdümü teyid etmektedir. Türkiye’yi kaosla tehdit fikri de Batılılara aittir. Peki: PKK neden Kürt Hizbullahına saldırmıştı?  “Kürt çevrelere göre saldırıyı başlatan PKK’ydı. Güya PKK bölgede kendisi dışında kimseyi istemiyordu. Ama bu aşamada askeri ve polisi hedeflemek istemiyordu. Kaos için ölümlü çatışma gerekiyordu. En uygun aday Hizbullah’tı. Onu çatışmaya çekti. Diyarbakır’dan bir bilgi daha aktarılmıştı, arabulucu heyeti kurulmuş, PKK/HDP ve Hizbullah/Hüdapar ile gizli görüşmeler başlatılmıştı. Bütün bunlar, PKK’ya çatışma bahanesi oluşturmamaktı. Ama asıl gerçek Özerk Kürdistan için birlikte yol alınacağıydı.

 

   Gültan Kışanak'a 'burası benim devletimse benim toprağımsa buradan çıkın' diye karşılık veren komutana Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel ödül veriyordu.

 

   Suriyelilerin sınırdan geçiş yaptığı Suruç'a giden Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak ile askerler arasında gerginlik yaşanmıştı. Türkiye - Suriye sınırındaki Suruç'ta Kobani için çadır kuranlarla askeri taş yağmuruna tutanlara yapılan müdahaleye tepki gösteren Kışanak, askerle konuşurken, "Senin devletin bana söz verdi" diye çıkışmış; asker de buna karşılık, ''Burası benim devletimse, benim toprağımsa çıkın dışarı!" ifadelerini kullanmıştı. Kışanak'a verdiği cevapla gündeme bomba gibi düşen o üsteğmenin Ankara’ya çağrılarak Genelkurmay Başkanlığı karargâhında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel tarafından ödüllendirildiğini yazılmıştı.

 

   Ancak Sn. Cumhurbaşkanı bu haysiyetli ve milli cesaretli Üsteğmen’e nedense ilgisiz kalmıştı. Bunun üzerine komutanlar da resepsiyona katılmamıştı.

 

   TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve eşi Seda Çiçek, TBMM'nin 24'ncü dönüm 5'nci yasama yılı nedeniyle Şeref Salonunda resepsiyon vermiş buna Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve çok sayıda siyasi ve davetli katılmıştı. Resepsiyona 1 saat 10 dakika geç gelen Başbakan Ahmet Davutoğlu, gelir gelmez TBMM Başkanvekili makam odasında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in yanına çıkmıştı. Önceki yılların aksine bu yıl resepsiyona TSK mensuplarının katılmaması dikkatlerden kaçmamıştı.

 

   Paşalar Tayyip Beye, teğmenden ötürü kızgın mıydı?

 

   Sahi TBMM kokteyline Genelkurmay Başkanı ile Komutanlar niye katılmamıştı? Başka bir programları var denilemezdi, zira öyle olsa bile bir komutan temsilci olarak orada katılırdı. Yandaş güruh “IŞİD bağlamında sorulara muhatap olmamak için” diyordu ama bu tür soruların muhatabının artık Başbakan ile Cumhurbaşkanı olduğunu herkes biliyordu ve ikisi o salondaydı. Bu konu bağlamında kulislere yansıyan son fısıltı: Komutanlar, “Sizin devletiniz” deyip genç teğmene hücum eden HDP’li Diyarbakır Belediye Başkanı Gültan Kışanak’a Cumhurbaşkanının kayıtsız kalmasına oldukça alınmışlardı. Genelkurmay Karargâhına davet edilip bütün komutanlar tarafından alnından öpülen teğmenin Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmemesi ve hatta bir sözcük ile olsun takdir edilmemesinin TSK zirvelerinde hayal kırıklığı yarattığı konuşulmaktaydı. Kuşkusuz bunlar fısıltı yani kulis haberleri ve doğruluğu sorgulanabilir lâkin resepsiyonu boykot tavrı somut olarak ortadaydı.

 

   Asker: “Operasyon Yetkisi Valilerde Değil Bizde Olsun” diyordu.

 

   TSK’nın PKK ile mücadelede hükümetten yetki istediği öğreniliyordu. Konunun Bakanlar Kurulu’na verilen brifingde de gündeme geldiği ortaya çıkıyor, hükümetin ise bu talebe sıcak bakmadığı belirtiliyordu. PKK’nın Suriye’deki faaliyetlerinin yanı sıra yurt içinde de faaliyetlerini artırması askeri harekete geçiriyor, TSK’nın PKK ile mücadelede yeniden yetki istediği konuşuluyordu. Hükümetin ise buna soğuk baktığı, ancak Valilere“askerin hassasiyetlerini gözetin” talimatı verebileceği dile getiriliyordu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in 4 generalle birlikte Bakanlar Kurulu’na brifing vermesi “tezkere brifingi” olarak yorumlanmıştı. Ancak askerlerin kabine üyelerine, PKK’nın yurt içi faaliyetleri konusunda da sunum yaptığı anlaşılmıştı. Sabah gazetesinden Hazal Ateş’in haberinde yer alan bilgiye göre komutanlar, PKK terör örgütü konusunu da ayrı bir başlıkla ele almıştı. Örgütün son dönemde bölgede şantiye basma, okul yakma, haraç alma vb eylemlere yöneldiği konuları tartışılmış, bu konuda alınan güvenlik tedbirleri aktarılmıştı. Askerin bazı illerde alan hâkimiyetini ele geçirdiği yönünde tespitler de yapılmış, Silopi, Cizre, Yüksekova, Lice, Suruç gibi ilçelerde de artan eylemlilik, askeri tedbir almaya zorlamıştı. Asker, saldırılara anında kapsamlı operasyonla karşılık verememesinden de rahatsızdı. Valilerin, açılım sürecine zarar gelmemesi için, operasyon talimatı vermemesinden duyulan rahatsızlık, 12 Eylül Cuma günü Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya yansımıştı.

 

   TSK, PKK’yla ilişkiden Rahatsızlık duyuyordu!

 

   Suriye'nin kuzeyinde son iki yılda yaşanan gelişmelerin askerlerde rahatsızlık yarattığı biliniyordu. Ayn el Arap'ta (Kobani) yaşanan gelişmelerden sonra, ABD yönetiminin ve ordusunun PKK ile iletişime geçmesi, TSK'daki rahatsızlığı artıyordu. ABD'nin, Basra'dan Akdeniz'e uzanan "Kürt Koridoru"nu kurmak için çalıştığı, Suriye'nin bölünmesi çerçevesinde PKK'ya da rol verdiği basına yansıyordu. PKK ve HDP yöneticileri de bunu doğrular nitelikte açıklamalar yapıyordu. Son olarak, Associated Press ajansı, ABD'nin Türk askeri müdahalesinin PKK'yı hedeflemesinden endişe ettiğini yazıyordu.

 

   Necdet Özel, Milli ve haysiyetli bir tavırla ABD’nin koalisyon davetine katılmıyordu!

 

   Hürriyet'ten Tolga Tanış'ın haberine göre, ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Martin Dempsey'nin IŞİD' karşı koalisyon hazırlığını konuşmak üzere Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'i Washington'a davet ediyor ve Dempsey'nin Özel ile birlikte yaklaşık 20 ülkenin genelkurmay başkanıyla yapacağı toplantının iki gün sürmesi bekleniyordu. Bilgi veren bir Pentagon yetkilisi, Dempsey'nin davetinin Özel'e iletildiğini, ancak Özel'in yoğun programını gerekçe göstererek Washington'a gelemeyeceğini Amerikalı yetkililere bildirdiğini, kendisinin yerine de Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Erdal Öztürk'ü görevlendirdiğini aktarıyordu. Bu tutum, siyaset ve güvenlik çevrelerinde ABD'ye anlamlı bir mesaj olarak yorumlanıyordu.

 

   APO Niye Darbe ile ürkütüyordu?

 

   Abdullah Öcalan ulakları vasıtası ile “uzun bir darbe döneminin önü açılabilir” diyerek korkusunu gündeme taşımıştır. Bu sütunu izleyenler darbe tehdidinin her geçen gün arttığını bir kaç kere yazdığıma tanıktır. Şartlar tamam olduğunda hiç kuşkunuz olmasın -arzu etmesek de- askeri müdahale kapıyı tıklatır. O, bu, şu isim böyle bir şey yapar-yapmaz tartışmaları soyut bir mugalatadır. 12 Eylül’ün patronu Kenan Evren, Demirel’in istemediği Adnan Ersöz ile Ecevit’in istemediği Ali Fethi Esener’in yerine tesadüfen (değil Erbakan’ın dolaylı yönlendirmesiyle A.A) Demirel tarafından atanmasına rağmen onun iktidarını alaşağı etmiştir. Aynı şekilde Mısır’da Sisi’yi Genelkurmay Başkanı yapan Mursi idi ve onu deviren yine Sisi oldu. Kastım asla bunun benzeri şeyler Türkiye’de de olabilir demek değildir, sadece darbe ruhunu resmetme anlamında bu örnekleri veriyorum… Bugünkü Türkiye’de maalesef hem milli hem de gayrimilli darbe için şartlar hazırdır. PKK ve toplumsal cepheleşme bağlamında girilen büyük çıkmaz Türkiye’yi ya iç savaşa ya da milli bir darbeye mecbur ediyor yorumunu yapanlar vardır”

 

   Niye Darbe Konuşulmaya Başlanıyordu?

 

   “Yönetilemeyen ülke tablosu darbeyi yine gündeme getirmiştir. Sakın artık böyle bir şey mümkün değil demeyin, şartlar tamam olduğunda şahsen biz tasvip etmesek de her şey mümkün hale gelir. İşte Diyarbakır’da bir anda tanklar şehre inmiş ve 30 küsur sene sonra sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Şu husus gözden kaçırılmamalı, Tayyip Erdoğan’ın uluslararası arenada kalemi kırılmış gözükmektedir. Egemen dünya medyası uzunca bir süredir koro halinde Erdoğan’a hücum ediyorsa bunun altı çizilmelidir. Tayyip Erdoğan’ın tek alternatifi ise siyaset kurumu yani muhalif partiler değil, TSK’dır. Dolayısı ile asker istemese dahi böyle bir görevi kucağında bulabilir” şeklindeki tespit, tenkit ve tahrikler niye yapılıyordu?

 

   Başsavcı neyi bekliyordu?

 

   Temel kuraldır; Kangren olan uzvu kesmezseniz bütün vücut kangren olacaktır. HDP artık ülke adına kangrendir ve derhal kesilmeli yani kapatılmalıdır. Öyle, çünkü 35 kişinin ölümü ve yapılan başkaldırıdan bu partinin sorumlu olduğu açıktır. Yapılan çağrı ve ona uyan teröristlerle HDP’nin ilişkileri Twitter hesap bağlantıları ile ispatlıdır. İlaveten yine HDP’li Diyarbakır Belediye Başkanı Gültan Kışanak’ın görev yapan teğmene “Senin devletin” ifadesi kapatılmaya bir başka gerekçedir. Tablo bu iken Başsavcılığın hâlâ harekete geçmemesi manidardır ve bölücüleri cesaretlendirmektedir...”

 

   Yabancı sermaye niye kaçıyordu?

 

   “Türkiye’nin bırakın sermaye çıkışına, her ay muntazam olarak 5-6 milyar dolar yeni kaynağa ihtiyacı vardı, zira aksi takdirde cari açık ekonomiyi patlatırdı. Bu gerekliliğe karşın son bir ay içinde bırakın taze para gelmesi, bir buçuk milyar dolar sıcak para siyasal belirsizlik gerekçesi ile Türkiye’yi terk edip kaçmıştı. Gidişat ortada, kriz eşiğe dayanmıştı. Tartışılan ekonomik krizin olup olmayacağı değil, ne zaman olacağıydı. Nitekim Ali Babacan ve diğer kurmaylar ekonomimizle alakalı olarak pek çok hedefte revizyon yapıp geri adım atmışlardı. Son çareleri elde kalanları özelleştirme yolu ile satıp bir süre daha durumu korumaktı. Tablo ortada deniz bitmiş, gemi kayalara toslamıştı. Tek çıkış yolu yeni bir ekonomik sisteme geçmek yani ithal ikameci karma ekonomik sistemi ayağa kaldırmaktıdiyen Selahattin Önkibar’ın kulağına bunları kim üflüyordu?

 

   Cumhurbaşkanı Trabzon’da, Başbakan da Malatya’da “Toplu Açılış” merasimlerinde gövde gösterisi yaparken NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ise ‘Gaziantep’te Patriot birliğini denetliyordu…! Bu durumda Başkomutan Stoltenberg mi, Recep Tayyip Bey mi oluyordu?

 

   Provokatif sokak eylemleriyle PKK isyana kalkışırken… Kamu binaları, okullar, apartmanlar yakılıp yıkılırken… Polise yapılan saldırılar Bingöl’de Emniyet Müdürü’nü katletmeye yönelirken… Ve savaşın eşiğindeki “Tezkereli” Türkiye’deki memleket manzarası tam da “ne oluyor bize” dedirtirken, maalesef devletin zirvesi toplu açılış törenlerinde boy gösteriyordu. Cumhurbaşkanı Trabzon’da CHP’ye yine haddini bildiriyor, yardımcılarını yanına alan Başbakan Davutoğulu da Malatya’da kurdele kesiyordu. Bu arada savaş hazırlığındaki ülkemizin ağır misafiri NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Şahinbey’in Gazi şehri Gaziantep’imizde patriot birliğini denetlerken “Başkomutan” pozu veriyordu…

--

MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ


[1]Yeni Şafak.com.tr / 8 Ekim 2014

Yorum Yaz