Bir ABD Ziyareti Maceramız ve Üstadımızın Hayat Hikâyesini Yazma Kararımız
2008 yılı yaz aylarıydı. Daha önce İngilizce pratiği amacıyla gitmeyi tasarladığım ABD’de 2-3 aylık bir iş kapsamında tüm hazırlıklarımı tamamlamış, çalışacağım firmadan haber gelince uçak biletimi almış, seyahat günümü bekliyordum. Tam o süreçte Milli Çözüm Ekibimize yönelik, haksız ve asılsız Ergenekon Operasyonu vuku bulmuştu. Bunun üzerine Milli Çözüm yazarı ve KKTC sorumlusu olmam hasebiyle FETÖ kontrolündeki Terörle Mücadele Polisleri bana da geldiğinde evde bulamazlar ve ABD’ye gitmemi bir kaçış olarak lanse edip Muhterem Ahmet Akgül Hocamızı ve Milli Çözüm Ekibini karalamaya kalkışırlar düşüncesiyle uçak biletimi ileri bir tarihe ertelemiştim. Birinci gün gelen giden olmayınca önce Konya’ya, oradan da Adana’ya gönderilen ekibimizin tutulduğu yerlere gitmeye niyetlenmiştim. Fakat yine de adresime gelen giden olur, bulamazlarsa kaçtı denilir diye bir iki gün daha bekleyeyim, gelmezlerse öyle giderim diye karar almıştım. O esnada sürekli şu duayı yapmıştım; “Ya Rabbi, ya Muhterem Hocamızı ve dava kardeşlerimi aklayıp çıkar ya da beni de onların yanına alıver!” Derken 5’inci gün, hamdolsun Milli Çözüm Ekibi aklanarak salıverildi. İstanbul’a gelenleri karşıladıktan sonra biletimi tekrar düzenleyip ABD’ye gitmiştim.
ABD’de bir müddet çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönmeme yakın, Virginia Eyaleti’ne gelip orada kalan arkadaşların evinde misafir oldum. Ramazan ayı idi. Norfolk Limanı’nda ABD Deniz Kuvvetleri Müzesi vardı. Meşhur Philadelphia Deneyi’ne istinaden biraz merak biraz da genel kültür amacıyla sahile doğru yürürken FBI merkez binasını görmüş ve önünde birkaç fotoğraf çekinmiştim. 10 dk. geçmeden 2 polis aracı ve birkaç yaya polis etrafımı çevirip silahlarını doğrulttular ve “kımıldarsam vuracaklarını” söylediler. Sonra bazı bilgiler sordular, biraz konuştuktan sonra ikna olmuş göründüler ve gittiler. Ben sahildeki Deniz Kuvvetleri Müzesi’ne doğru devam ettim. Gemi içerisindeki müzeye girdim, fakat bana silah çekip sorguya çeken polislerden 2 tanesini biraz ileride sivil kıyafetlerle saklanıp beni takip ettiklerini fark edip bozuntuya vermeden gezime devam ettim. 45 dk. içeride gezdikten sonra gemiden çıkarken sivil bir adam yanıma yaklaşıp FBI binası önünde yaşanan olayla ilgili konuşmak istediğini söyledi. Ben: “Basit bir fotoğraf için bu kadar gürültü çıkarmanın ne manası var?” diye konuşunca, o kişi bana; “11 Eylül’den sonra çok şey değişti, insanlar çok tedirgin, siz fotoğraf çekerken tüm FBI binası ayağa kalktı!” dedi. Ona beni takip eden polisleri işaret ederek; “Bakın orada beni takip eden 2 sivil kıyafetli polise gerekli bilgileri verdim, gidin onlardan alın” dedim. O kişi bana; “Onlar ayrı, biz ayrıyız!” deyince, kim olduklarını sordum ve “FBI” cevabını aldım. Ardından şahsım için oluşturulan dosya için bir fotoğrafımı çekip bana kartvizitini verdi ve pasaportum yanımda olmadığı için ertesi sabah adresime gelip pasaport kontrolü yapacaklarını belirtip ayrıldı. Kartvizitin üstünde unvan olarak “FBI, Terörle Mücadele Masa Şefi” yazıyordu. Sonra o kartvizitle evinde kaldığım arkadaşların yanına gittiğimde, onlardan yaşça benden 10 yaş büyük olan ve uzun süre ABD’de ikamet eden 2 tanesi; “En son FBI’ın, Müslüman Türkmenlere aynı şekilde kartvizit verip gönderdiğini ve aynı gece baskın yapıp hepsinin ABD girişlerini sistemlerden silip, hiç ABD’ye girmemiş gibi göstererek Guantanamo’ya götürdüklerini ve bir daha haber alınamadığını” söyleyip apar topar neleri varsa arabalarının bagajına atarak, geriye kalan 2 arkadaşla birlikte bize; “Aklınız varsa siz de kaçın!” deyip hızla oradan uzaklaştılar. Ben geride kalan 2 arkadaşa; “Gitmek isterseniz gidin, bir sıkıntı olmazsa haber veririm gelirsiniz, ama bana güveniyorsanız Allah’ın izniyle bir şey olmayacak!” deyince arkadaşlar; “Bizim sana güvenimiz tamdır, gitmiyoruz!” diye cevap verdiler ve odalarına çekildiler. Arkadaşlar sahura kalkmamak niyetiyle bir şeyler yiyip yattılar. Ben de gece baskın yaparlarsa uyanık olayım, hazırlıksız yakalanmayayım, hem de biraz ibadet edip Rabbime sığınayım diye uyumadım. O gece tefekkür ederken, Milli Çözüm Ergenekon Operasyonu’nun Türkiye’de Terörle Mücadele ekiplerince yapıldığını ve o zamanki “Ya beni de al, ya da Muhterem Hocamızı ve kardeşlerimi salıver!” duamı hatırlayarak; sanırım bu duam kabul oldu hissiyatıyla; “Ya Rabbi, baskın yapıp beni Guantanamo’ya götüreceklerini ve bir daha haber alınamayacağını konuşuyorlar. Ben ne bir suç işledim ne de kul hakkına girdim, vicdanım rahat. Sadece 11 Eylül korkularından dolayı bir fotoğrafı bahane edip beni Müslüman kimliğimle sıkıştırıyorlar. Sen’den ne gelirse başım üstüne, Sen’den başka kimsem yok, öyle münasip gördüysen Guantanamo’ya sürgün benim için hicret, ölürsem şehadettir ki, seve seve giderim. Eğer öyle münasip gördüysen Türkiye’de ettiğim duama say ve kardeşlerimle aynı ecri ver bana. Ama ya Rabbi, ne olur bana inanıp evden ayrılmayan arkadaşlarıma benim yüzümden bir zarar vermelerine ve benim de izzetimle ve onurumla oynamalarına izin verme!” diye dua edip sabaha kadar hazırda bekledim. Gece evin etrafında sesler duydum ama dışarı çıkıp bakmadım. Gelen giden olmayınca kartvizitin üzerindeki numarayı arayıp evde beklediğimi söyledim. Bir saat içinde FBI Terörle Mücadele Masa Şefi yanında siyah takım elbiseli ve güneş gözlüklü bir personeli ile geldi. Arkadaşlarım panik yapmasınlar diye uyandırmadım ve gelen FBI yetkililerini içeri almamak için tokalaşma bahanesiyle elimi uzattım ve bir iki adım ileri itip beden dili ile eve girmemelerini ve görüşmenin dışarıda yapılmasını istediğimi hissettirdim. Onlar da gösterdiğim yerde durarak bana hazırlamış oldukları ve üzerinde çektikleri resmim bulunan şahsıma ait 6-7 sayfalık dosya üzerinden kimlik ve pasaport bilgilerimi kontrol ettiler. Onlar sorular sorarken suçluluk psikolojisi vermemek adına onlara biraz sert yaptım. Daha sonra işlemler biterken Şef’in yanındaki ajan bana: “Bu bilgiler yetmez bizimle geliyorsun!” deyince içimden: “Şimdi gider yaptın yaptın, daha da imkân olmaz, pasif davranırsan suçluluk psikolojisi anlaşılır, hem de götürülecek isek izzetimizle gidelim” düşüncesiyle o ajanın üzerine yürüdüm ve: “Ne demek yetmez, ne demek istiyorsun, illegal iş mi yaptım ki bana bu tavrı gösteriyorsun?” gibisinden cümleler sarf ettim. Ben kızgın bir şekilde üzerine yürüyünce ajanın eli belindeki silaha gitti ve tam çekmek üzereyken yanında bulunan amiri tuttu ve o ajana dönüp dişlerini sıkarak ve bana bakarak: “Öyle demek istemedin değil mi?! Çok yardımcı oldunuz teşekkür ederim demek istedin değil mi?!” diye kızarak konuştu ve ajan kendisini toplayıp bana sinirli bir bakış atıp kafasını öne eğdi.
Daha yakından tanımak ve meraklarının yanıtlarını bulmak isteyen değerli okurlarımızdan ve birçok yazar ve fikir adamımızdan gelen yoğun talepler ve teklifler üzerine, başyazarımız ve genel yayın danışmanımız Ahmet Akgül Hocamızın kısa bir özgeçmişini hazırlayıp bilgilerinize sunmayı gerekli saydık…