Üstad Ahmet Akgül’ün Gebze Sohbet Notlarıdır:
Oldukça yararlı ve başarılı bir sosyal sorumluluk bilinci taşıyan ve pek çok sorunun çözümüne katkı sunan Müge Anlı’nın “Tatlı Sert” programında, Muğla’da işlenen iğrenç ve ilginç bir cinayete projektör tutmuşlardı. İddialara göre, kocasının ve yetişkin oğullarının da bilgisi dahilinde, evli bir kişiyle dost hayatı yaşayan bu kadın; 85 yaşındaki annesinin, çocuklarının ve sözde sevgilisinin desteği ile, kendi resmi nikâhlı eşinin kafasına, özel hazırladıkları beyzbol sopasıyla vurup öldürmüş ve cesedini Yaylalık alanda taşların ve kayaların arkasına saklamışlardı!?.
Hatta başka bir TV programında; aylardır, “öz kızının hamile bırakılıp sonra ortadan kaldırıldığı veya pazarlanıp satıldığı” iddiaları tartışılmaktaydı. İşte değerli gazeteci ve bize göre seçkin sosyal bilimci olan Müge Anlı, şu gerekli ve gerçekçi teklifi gündeme taşımışlardı:
“Bu cinayet olayının ve çarpık aile yapısının, üniversitelerde sosyoloji ve psikoloji uzmanlarınca özel araştırma konusu yapılması ve üzerinde tezler hazırlanması lazımdı!..”
Evet, toplum bünyemiz ve onun en küçük yapı taşı olan aile çekirdeğimiz, hangi nedenler ve etkenlerle bu denli yozlaşmış ve ilişkiler çığırından çıkmıştı?
“Acaba ülkemizde, bu denli sevgisiz, erdemsiz ve mutlu gelecekten ümitsiz daha kaç ailemiz vardı?..”
İşte kahredici ve endişe verici bu sonuçları ve sorunları doğuran asıl sebeplere inilmesi; sistemin, hükümetlerin, Milli Eğitimin, TV’lerin, sosyal medya disiplinsizliğinin, hatta ekonomik ve siyasi yetersizliklerin tek tek irdelenmesi lazımdı. Çünkü çok ciddi ve etkin çareler üretilmezse, ülke ve millet olarak çok daha ağır faturalarla karşılaşmamız kaçınılmazdı. İz’an ve vicdan sahibi hiçbir kişi ve devlet yetkilisi; “Canım o kadar da abartmayın, koca 80 milyonluk ülkede böyle birkaç bin olumsuz örneğe takılıp kalmayın!..” diyerek karşı çıkamazdı. Zira vücudumuzun herhangi bir organında başlayan ve çok küçük bir yer kaplayan kanser tümörünü,“Üzerinde fazla durmayın, 80 kg içindeki bu 8 gr’lık kitleyi kafaya takmayın!..” diye geçiştirmeye çalışanlara aldanmayarak, bir süre sonra kanser hücrelerinin veya kangrenleşmenin tüm bedenimizi kapsayacağını unutmayan bir bilinçle ve titizlikle davranmamız şarttır!..
Teve2’de yayınlanan Geniş Aile dizisinin bir sahnesinde:
“18 yaşından büyük erkekler, kadınlar hamamına bile giremiyor, biz bu kafayla AB’ye nasıl kabul edileceğiz?”
“Anneciğim 4 yıllık evliyiz, usandım. Eşimle ten uyuşmazlığımız var, boşanacağız. Hem zaten Türkiye’mizde böylesi ayrılmalar normal karşılanıyor. 2 yaşındaki bebeğimizi de bir müddet size bırakırız” gibi ifadelerle boşanmalar, nikâhsız birlikte yaşamalar, plaj kıyafetiyle sokakta dolaşmalar sürekli teşvik edilip aile yapımızın temeline dinamit konulmakta, maalesef toplumumuz aile ile beraber millet olma şuurundan ve sorumluluğundan da uzaklaştırılmaktadır.
Milli Mücadelemizin ilk mitingi; Mustafa Kemal’in Samsun’dan sonra geçtiği Havza’da bulunduğu, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin temellerini oluşturduğu sırada, kendisinin de katıldığı Merkez Camisinde kılınan Cuma namazının ardından cami önünde imamın ateşli nutkuyla başlayan tarihi miting, ülke çapında direnişin başlangıcıydı. Havza’dan sonra Amasya’ya, ardından Sivas’a ve Erzurum’a geçen Atatürk’ün en önemli liderlik vasfı, halkıyla ve onun inançlarıyla bütünleşip barışık olmasaydı ülkemiz kurtulamayacak ve Türkiye’miz kurulamayacaktı. Ama düşman güçlerin, Siyonist ve Emperyalist merkezlerin boş duracaklarını sanmak bir yanılgıydı. İşte bakınız, giderek ve çok büyük tehlikeler arz ederek; sosyolojik sağlığımız bozulmakta, psikolojik sıkıntılarımız artmakta, zevk taparlık ve etik tanımazlık saplantı ve sapkınlıkları, aile bireylerini, evlat ebeveyn ilişkilerini bile sarsmaktadır. Erbakan Hocamızın ısrarla vurguladığı gibi, ülkemiz ve milletimiz üzerinde Siyonist Haim Nahum Doktrini şöyle uygulanmaktadır:
1- Türkiye’nin ekonomik ve teknolojik kalkınmasına engel olacaksınız.
2- Bunun için ağır faizli dış borca batıracaksınız…
3- Gençleri, yetişkinleri işsiz ve çaresiz bırakacak; emekliyi, işçiyi, çiftçiyi açlık ve sefaletin kucağına atacaksınız.
4- Bu Milleti; Dininden, ahlâki ve manevi değerlerinden uzaklaştıracaksınız… Ailenin temellerini yıkacaksınız…
5- Gerici-İlerici, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Solcu-Sağcı diye ayırıp parçalayacaksınız.
6- Bu kesimleri kışkırtıp çarpıştıracaksınız.
7- Böylece küçük ve yumuşak lokma haline getirip yutacaksınız…
İşte bugün, bu sinsi ve şeytani planların hepsi uygulanmakta ve memleketin manzarası uykularımızı kaçırmaktadır!
Bu nedenlerle sohbetimiz kendi iç muhasebemize, Milli birlik ve dirliğimize yönelik olacaktır. Bu çok hayırlı, yararlı ve inşaallah bütün insanlık adına büyük inkılaplara vesile olacak hizmetleri yapanların önünde, bir kısım çok tehlikeli şeytani tuzaklar vardır. Önce bütün bu gayretlerimizin, hizmetlerimizin, faaliyetlerimizin altındaki asıl neden, Allah’a olan kulluk sorumluluklarımız ve tüm halkımıza olan muhabbet ve minnet borçlarımızdır. Çünkü İslam; Yüce Yaratıcıya tazim ve hürmet ve tüm mahlûkata şefkat ve merhamet esaslıdır. Bir ayet-i kerimede Cenab-ı Hak; Esteizubillah “Vema halektul cinne vel-inse illa liya’büdun” buyurmaktadır. Yani (Ben Azimüşşan) “İnsanları ve cinleri ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyât: 56) buyurmaktadır. Başka bir ayet-i kerimede Esteizubillah “Va’büd Rabbeke hatta ye’tiyekel yakin”“Ölüm gelinceye kadar ey Nebim Sen ve ümmetin Bana kullukta, ibadette devam edin.” (Hicr: 99) uyarısı yapılmaktadır. Demek ki; hayatımızın asıl gayesi, yaratılışımızın asıl hedefi; Allah’a kulluk yapmak, devamlı O’nun huzurunda imtihan oluyor huzuru içinde yaşamak… Ve insanlara, hayvanlara ve tüm tabiata karşı sorumluluklarımızı kuşanmaktır. İbadet; hayatımızın tamamını kapsayan bir kavram olduğu için bir mü’minin her hali ama her hali ibadet kapsamındadır. Sadece namaz, oruç, hac gibi emredilen ibadetleri yapması değil; yemesi, içmesi, kazanması, harcaması, çalışması, yorulması, uyuması, dinlenmesi, eğlenmesi, hayatının tamamı Allah’ın emir ve nehiyleri çerçevesinde ve tüm insanlara yararlı olmak hedefinde ise ibadettir. Ancak bu ibadetlerin elbette bazı sıkıntıları vardır. Niye namaz kılıyorsak; tebliğ cihadını, fikri ve siyasi cihadımızı onun için yapıyoruz. Niçin oruç tutuyorsak, niçin imkânımız olsa, paramız olsa hacca gidiyorsak… Niçin haramlardan, günahlardan sakınıyorsak işte onun için de Cihad yapıyoruz. Manevi ve ahlâki temeller üzerinde fikri ve siyasi cihadımız da ibadet kapsamındadır. “Şu kadar yıl namaz kıldım neye yaradı, neyi kazandım ki!..” diye sorulur mu? Veya böyle diyenler şuurlu Müslüman yerine konur mu? Bize, “Bu kadar yıl namaz kıldın da neyin sahibi oldun?!” diyenler cahildir, gafildir… Şayet bunları inkâr ederek söylerse Allah korusun daha beterdir. “Şu kadar yıl oruç tuttum da neyin sahibi oldum, nereye vardım?” denir mi? Denmez!.. Niye? Çünkü kulluk görevimi yerine getirdim… “Ed dünya mezraatül ahireh” ahiret tarlasına ekin ektim… Bu ibadetler, hizmetler ve gayretler; inşaallah ahirette saraylar, ırmaklar, ebedi nimet ortamları olarak, cennet olarak bize geri dönecek. Ebedi yatırım yapıyoruz, daha ne olacaktı? İşte onun için bu siyasi cihadı, fikri cihadı yapıyoruz. Onun için de ülkemizde ve yeryüzünde; aklıselime, müspet bilime, tarihi deneyime, vicdani kanaate ve manevi değerlerimize uygun Adil bir Düzen kurulsun diye çırpınıyoruz. Ve bu çabalarımızdan dolayı da “Bu kadar uğraştım da ne oldu, neyi kazandım?!” diyenler, maalesef gafil takımıdır, cahil takımıdır. Bu kötü düşünceleri bize üfleyen, vesvese eden de şeytandır. Onun için bu hizmetlerin ibadet olma şuurundan uzaklaşmaması için “3 U formülü”ne ihtiyaç vardır. Erbakan Hocamız, böyle hatırda kalacak şekilde söz söylemeyi, gerçekleri formüle etmeyi çok severdi. Hatta buyururdu ki; “İlim tasniften ibarettir.” Çünkü konuları sınıflandırmak, anlaşılmasını ve akılda kalmasını kolaylaştırır.