Özellikle büyük değişim ve devrimlere öncülük yapan liderlerin, hem dışarıdaki açık düşmanlarına, hem de içerideki gizli münafıklara uzun bir zaman tanıması ve oyalaması… Ve hele kesin zafer ve devlet döneminde ve stratejik görevlere getirilecek kimselerin birçok denemelerden geçirilip, kalitesizlerin dökülüp ayrışmasının, sağlamların da seçilip olgunlaşmasının yolunu açması kaçınılmazdır.
Sadıklarla sahtekârların tanınması… Maneviyatçılarla menfaatçilerin ortaya çıkması ve “temiz (inançlı, ahlâklı) olanlarla, murdar (içi bozuk ve ahlâkı düşük) olanların ayrışması”[1] için uzun bir deneme ve eleme süreci mutlaka gereklidir. Hatta, teşkilat bünyesindeki münafık ve marazlı tiplerin, içlerindeki hıyanet çıbanları iyice olgunlaşıp kendiliğinden deşilecek hale gelsin ve suçları kesinlikle tespit edilsin ve sicillerine işlensin diye, onlara mühlet ve fırsat verilmesi, Kur’an’ın siyaseti ve Allah’ın âdetidir.[2]
Nifak ve nankörlüğü anlaşılmış tipleri; makam ve menfaat gibi dünyalık nimetlerle oyalamak ve sonunda bunlarla şımardığı bir gaflet ortamında, onları yakalamak ve etkisiz kılmak da yine, Kur’an’ın bir bilgelik prensibidir.[3] Bazı insanların, davaya ve camiaya yarar yerine zarar verdiği ortaya çıkan bu kişilere, yetki ve fırsat verilmesinin hikmetini kavrayamadıklarından, liderlerine itiraz ve isyana kalkışmaları yanlıştır ve yersizdir.
“Allah’ın ve Resulünün ahlâkıyla ahlâklanmak”; Kur’an’ın stratejisini ve Hz. Peygamberin sünnet ve siyasetini çok iyi anlamayı ve uygulamayı gerektirir.
“(Ancak her türlü imkân ve iktidara kavuşturulduğu halde) Ayetlerimizi yalanlayanları (Kur’ani hükümleri gereksiz ve geçersiz sayanları, yetki ve fırsatları olduğu halde uygulamaya çalışmayanları ve İslam’ın icraatını değil, sadece edebiyatını ve istismarını yapanları) ise, onları bilmeyecekleri (ve fark edemeyecekleri) bir yönden derece derece (yükseltip, riyakârlık ve istismarcılıklarına yüreklendirip, sonunda çok acı ve alçaltıcı akıbetlerine) yaklaştıracağız. Ben onlara (şahsi ikbal ve ihtirası için dine ve davaya hıyanete kalkışanlara, bunların gerçek ayarları ortaya çıksın diye) belirli bir süre (mühlet ve fırsat) veriyor (yularını uzatıyorum. Ancak) Benim “keyd”im (planım ve tuzağım) sapasağlamdır. (Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır.)”[4] ayetlerinde, görünen rakiplerimize ve gizli hıyanet ekiplerine karşı aceleci tavırlar ve açık saldırılar yerine, onları oyalayacak ve yularlarını uzatıp sonunda kendi ayaklarıyla batağa saplanıp boğulmalarını sağlayacak üstün bir feraset ve siyaset yürütülmesi gereğine işaret edilmektedir.
“De ki: ‘Kim (Hakk’tan ve hayırdan) sapıtıp (küfre ve nankörlüğe kayarsa), Rahman ona, (istediği kadar) uzun bir süre tanısın (ve yularını oldukça uzatsın, ne çıkar… Ama mutlaka sonunda vakti gelip de), kendilerine va’ad edilen, ya azabı veya kıyamet anını gördükleri zaman, artık (o gün) kimin yeri ve durumu daha kötü (ve aşağılıkmış ve kimin çok güvendiği) askeri gücü (ve taraftar kesimi, aslında) daha zayıfmış, ileride bilecek (ve görüp anlayacak)lardır.’”[5] ayeti, ahir zamandaki Deccalizm’in ve Siyonizm’in zalim dünya düzenine karşı, yeni bir barış ve bereket medeniyeti kuracak olan Mehdiyet hareketinin, uzun süreli bir gizlilik içinde çok güçlü bir askeri ve siyasi hazırlık yürüteceğini, dışarıdaki düşmanlarının ve içerideki münafıkların bunlardan haberdar olmadıkları için, şımarıklık göstereceklerini ve açık vereceklerini, ama sonunda ezilip yenileceklerini, iman ve işaret yoluyla ders vermektedir. Ve zaten Hadis-i Şeriflerin haberleri de bu yöndedir.
“Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklar (gibi dünyalık geçici nimetler ve yetkiler ile); Biz onların hayrına koşuyoruz (ve iyiliklerine çabalıyoruz diye mi bunlar verilmektedir?) Hayır, onlar (nasıl bir akıbete ve felakete doğru sürüklendiklerinin farkında ve) şuurunda değillerdir!”[6] ayetleri de;
a- Düşman cephesini ümitlendirip idare etmek.
b- Hıyanet şebekesine bazı makam ve menfaatler verip kontrol altında tutarak çıbanların kendiliğinden deşilmesini beklemek.
c- Böylece iç ve dış rakiplerini zorlayıcı ve baskıcı girişimlerle değil, akılcı ve kalıcı tedbirlerle halletme yoluna gitmek gerektiğine de işaret etmektedir.
“Biz onları (dünyada belli bir süre ve) az bir nimetle yararlandırırız. Sonra onları ağır bir azaba uğratırız.”[7] ayeti de, hem Cenab-ı Hakkın bazı inkârcı ve isyancı azgınlara bir miktar zaman ve imkân tanımasının; imtihan hikmetine, Allah’ın mekrine ve Rahmani hilesine uygunluğunun anlatılması yanında… Kur’an ahlâkını benimseyen bilge liderlerin de, etkili ve tehlikeli kişileri ve çevreleri, onlara bazı nimetler sağlayarak, fitne ve fesatlarını önlemeye ve geciktirmeye ve yeterli güce ve güvenceye kavuştuktan sonra, onları bertaraf etmeye yönelik dersler içermektedir.
“Doğrusu onlar (inkârcılar ve münafıklar, sürekli Müslümanlar ve İslam aleyhine), hileli bir düzen planlayıp kurmaktadırlar. (Halbuki) Ben de (o hainlere karşı hile ve tertiplerini boşa çıkaracak) bir düzen kurup hazırlamaktayım. (Öyle ise) Sen o kâfirlere (ve hain nankörlere şimdilik) mühlet ver ve biraz süre tanı. (Allah’ın va’adini ve kudretini ileride ve kesinlikle herkes görüp anlayacaklardır!)”[8]
“Şayet insanların hayrı istemelerinde acele ettikleri gibi, Allah da onlara, şerri (ve cezalarını) vermekte acele etseydi, (alınan) karar gereği ecel süreleri hemen bitirilmiş (ve sonları getirilmiş) olurdu. Ama Biz huzurumuza çıkacağına (ve ettiklerine kavuşacağına) inanmayanları (bir zaman kendi hallerine) bırakırız, böylece azgınlık ve şaşkınlık içinde bocalayıp duracaklardır (ve sonunda hak ettiklerini bulacaklardır.)”[9]
Ayetlerinden dersini alan hikmet ve hidayet rehberleri, “büyük ve kalıcı zaferlere ulaşmak için, küçük ve geçici tavizleri” vermekten çekinmezler. Ve hele intikam almak hususunda asla aceleci değildirler… Çünkü palyatif tedbirler ve pansuman tedaviler yerine, bilinçli ve problemi kökünden bitirici girişimlere yönelirler. Ne kendilerini, ne ekiplerini ve ne de birikimlerini asla israf etmezler… His ve heyecanlarıyla değil, akıl ve inançlarıyla hareket ederler… Ucuz ve lüzumsuz kahramanlıklara ve hiçbir kıymeti harbiyesi bulunmayan alkışlara değil, devamlı değerli ve dengeli sonuçlara taliptirler. Aykırılıkları ve farklılıkları bile, zarardan yarara, düşmanlıktan dayanışmaya çevirebilirler… Görünen ve bilinen zalimlerin ve gizlenen hainlerin tuzaklarını bile sonunda onların başına geçirebilirler.
Hz. Peygamber Efendimiz kendisine biat eden ve İslam’a giren kabileleri temsilen “Nakib=Delege”ler seçtiği gibi, ayrıca bir bölgedeki “nakib”leri temsilen de “nakibün-nükeba” yani baş temsilciler görevlendirip böylece, zaten kabilelerin doğal liderleri olan nakibler vasıtasıyla örgütlenen ve organize edilen toplulukları düzenli ve disiplinli bir cemaat=teşkilat haline getirmiş ve Hicretle birlikte; Müşrik, Yahudi ve Hristiyanları da içine alan “konfedere bir yapı” içerisinde “site devlet” seviyesine taşıyabilmiştir.
Bu örgütlendirme ve çeşitli seviye ve statüdeki “yetkili görevlendirme” ile hem kabile ve kalabalıklar otokontrol altına alınmış, hem de insanların kabiliyet ve karakter testleri ve tespitleri başlamıştır. Çünkü daha çok sağlamlık ve dayanıklılık gerektiren görevlere getirilecek kişilerin, önceden ve tedricen denenmesi, samimiyet ve feraset testinden geçirilmesi şarttır.
Bugün de, Hz. Adem’den beri süregelen küfrün ve zulmün ortak birikimi ve en güçlü sistemi olan Siyonizm’e (Deccalizm’e) karşı yeni bir “Barış ve Bereket Medeniyeti” kurmak üzere yola çıkan bir liderin; hem sivil, hem askeri, hem ekonomik, hem de kültürel sahada farklı teşkilatlanmalar ve özel yapılanmalar içine girmesi kaçınılmazdır. Duruma göre bunların bir kısmı açık ve resmi, bir kısmı gizli olabilir.